Şehmus Ay / Demokrat Haber

Savaşın kanlı dönemeçlerinde ekranlarda hep aynı insanları görmek, aynı kalıptan çıkmış cümleleri işitmek bezdirici bir deja vu yaşamaya benziyor. Yüzlerini, seslerini, cümlelerini, tepkilerini ve bakış açılarını ezberlediğimiz bu yarı-müneccim uzmanlar kalabalığı devletin sustuğu ya da konuşamadığı yerden söz almış gibi birbirini besleyen, aynı merkezden çıkmış gibi konuşmakta.

 

Devletin bekasını merkezine alan bir perspektifle meseleleri ele alan, akademik unvanları değişse de söyledikleri pek değişmeyen, bize çözümden değil devletin gücünü ustaca kullanmasından ve tüm “zararlıların” bertaraf edilmesinden söz eden, her biri bir general kadar meselenin askeri boyutuna hâkim gibi görünen "uzman"lar toplumun algısını yönetiyor. 

 

Şemdinli’deki savaş hali medyada yer bulmaya başladığından bu yana bu uzmanlar yine görev başında. Sonu gelmeyen bu savaşın hayatımıza armağan ettiği bu kerameti kendinden menkul insanlar televizyonlarda hiç gitmedikleri dağları, karakolları, patikaları anlatıyor, askeri taktikler konusunda şaşırtıcı bilgiler veriyorlar. Konuşmalarından anlaşılıyor ki, hangi yolların tutulması gerektiğini, hangi tür silahların kullanılmasının isabetli olacağını, atılması gereken diplomatik adımların öncelik sırasını en iyi onlar biliyor!

 

EKRANLARIN DEMİRBAŞLARI

Yine savaşın korkunç bilançosu hayatlarımızı karartmışken, ekranların demirbaşı haline gelmiş bir strateji uzmanı, artık sonrasını nasıl getireceğini çok iyi bildiğimiz cümlelerini diziyor peş peşe. Bu cümlelerde çözüme dair bir ima bile yok. Devletin geçmişte zaferi nasıl ıskaladığını hayıflanarak anlatıyor. O bunları konuşurken ekranın altındaki bantta adlarını bilmediğimiz genç ölülerin rakamlardan ibaret bilgisi sabitleniyor. Ama stratejist kendini konuşmanın şehvetine kaptırmış. O konuşurken ve devletin “zafer”ini mümkün kılacak adımların nasıl atılması gerektiğini peş peşe sıralarken, altta geçen haber bandında çatışmaların sürdüğü yazıyor; yani insanlar ölüyor ve onun söyledikleri bu ölümlerin son bulmasının değil çoğalmasının yollarını gösteriyor. Bu cümleler yazılırken de çatışmalar sürüyor ve gencecik insanlar can veriyor.

 

KİMİN NAMLUSU UZUNSA ONUN BORUSU MU ÖTECEK

Söz sırası gazeteci olarak takdim edilen apoletsiz generalde. Devletin geleneksel ideolojik değerlerinin sözcüsü olmakta rakiplerinin pabucunu dama atan gazetenin Ankara sözcüsü bütün sınır taşlarını kendi elleriyle döşemiş gibi Irak-Türkiye sınırını anlatıyor. Bize bilmediğimiz rakamlar veriyor, özel kaynaklarından aldığının altını çizdiği bilgileri lütfedip paylaşıyor. O da önceki konuşmacılar gibi ıskalanmış zafer yüzünden öfkeli ve kırgın. Devletin gücünü göstermemesi halinde vatandaşın saf değiştirmesi olasılığından söz ediyor. Yani kimin namlusu uzunsa onun borusunun öteceğini demeye getiriyor. Ama esas vurucu cümleyi sona bırakıyor: generalleri hapishanede olan bir ordu başarılı olabilir mi? Soru ortada dururken spiker “bu durum nereye kadar böyle sürecek” manasında cümleler kurmaya çalışıyor. General, yani apoletsiz gazeteci hepimizin aklıyla, zekâsıyla alay eder gibi Şemdinli'yi ve son olayları nasıl okumamız gerektiğini uzun uzun anlatıyor. Bu kanlı trajediden de devlete bir zafer devşirmeye çalışıyor.

 

ZAMANLAMA KUMKUMALARI

Uzmanların hepsi zamanlamanın manidar olmasına da işaret ediyor. Sahiden de tuhaf bir zamanlaması var olayların: İşler tam da yoluna girecekken bu türden musibetler gelip ülkemizin başına musallat oluyor. Sanki Kürt sorunu yok, sanki 30 yıldır süren bir savaş yok, sanki muktedirlerin Kürt Hareketi’nin bileğini bükme politikalarının bu kanlı bilançoda hiç günahı yok. İnsanlar ölüyor ve uzmanlar bizi daha çok ölümden başka bir sonuç getiremeyecek olan politikaların ne kadar doğru ve yerinde olduğuna ikna etmeye uğraşıyor.

 

Çürümenin Kitabı'nda Cioran, toplumun bir tür kurtarıcılar cehennemi olduğunu yazıyor. Ekranların kadrolu tartışmacıları, herşeyibilen uzmanlar ve stratejistler insanın aklına, Cioran'dan esinle, Türkiye'nin bir tür “Uzmanlar Cehennemi” olduğu düşüncesini getiriyor. Demokrasi ve tartışma kültürünün aksine, toplumsal hayatın bütün dinamik öznelerini yaşanan süreçlerin dışında tutan ve bizi “bilgi”lerinden doğan otoritelerine biat etmeye mecbur gören bu yarı-resmi zümre, Türkiye’nin demokratikleşmesini sekteye uğratan manipülasyonlar geliştirmekte ustalaşan devlet aklının değişik üsluplar kullanan sözcüleri gibi çalışmaktadırlar.

 

Bilgiyi sadece uzmanlara özgü bir profesyonel çalışma haline getiren ve bilgiyi devlet aklının, devletin ideolojik aygıtlarının tahkimi için üreten, tasnif eden ve sunan bu kurumlar ve uzmanlar, aynı zamanda Türkiye'de medyanın ve devletin zihin dünyasının ne kadar kısır ve güdük olduğunu da ele vermektedir. Bu uzmanlar kadrosunun kakafonisi toplumun hiç bir meseleyi bütün boyutlarıyla anlamasına imkân bırakmıyor, zira Amerika’dan ödünç alınmış bir terminolojiyle ürettikleri “bilgi”lerle bizim bildiğimizi sandığımız her şeyin içini boşaltıyorlar.