Gazeteci Ümit Kıvanç, Anayasa Değişik Tasarısı görüşmelerinde açık oy kullanan AKP vekillerinin tavrını değerlendirdi.

Kıvanç, “Anayasa değişikliği” konan süreç, mâkûl ölçüde patırtılı, kanıksadığımız sınırların ötesine geçen yüz kızartıcı hallerle başladı. Utanmanın duygu ve kavram olarak toplum hayatımızdan bütünüyle çıkarılması faaliyetinde Türk İslâmcısı, bugüne kadar kat edilmiş mesafeyi -tıpkı El-Bab’daki şehit sayısı gibi- katlayan, göz kamaştırıcı bir başarı gösteriyor. Oysa bu davranışın gerisinde yatanı hepimiz biliyoruz. Ortada gölgesinden korkan bir iktidar partisi var” dedi.

Ümit Kıvanç’ın Gazete Duvar’da yayınlanan, “Mezarlıkta gece ıslıkları” başlıklı yazısı şöyle:

Oyu gösterirkenki o acayip hal gibi bu sözlerden de sızan haşin gerçek, nasıl bir korku ortamında yaşandığı. Kimdir Fethullah Gülen’i getirip asma fikrinize kardeşinizi tutuklayacak kadar bozulan, Orhan Bey?

Kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırıp, yönetme kudretini denetlenemez tek adamda toplamayı amaçlayan ama adı muhtemelen kandırık kültürümüze hürmeten “Anayasa değişikliği” konan süreç, mâkûl ölçüde patırtılı, kanıksadığımız sınırların ötesine geçen yüz kızartıcı hallerle başladı. Utanmanın duygu ve kavram olarak toplum hayatımızdan bütünüyle çıkarılması faaliyetinde Türk İslâmcısı, bugüne kadar kat edilmiş mesafeyi -tıpkı El-Bab’daki şehit sayısı gibi- katlayan, göz kamaştırıcı bir başarı gösteriyor.

Meclis’teki ilk büyük oylama, attıkları oyları cümle âleme gösteren AKP milletvekillerinin görüntüleriyle hafızalara kazındı. Bu oylamada kapalı oy şartı var. Açık oy kullanılmasına cevaz verecek herhangi bir yasa, yönetmelik, iç tüzük maddesi falan yok. Verdiği oyu gösteren, şüphesiz bir nevi suç işliyor. En azından yapılan işlemin geçerliliğini sorgulamayı gerektiren bir kuralsızlık yapıyor.

Attığın oyu göstermek, elbette sadece kuralsızlık değil. Hadsizlik. Nezaketsizlik. Ve daha başka bir çok şeysizlik.

DELİKANLILIK SÜSÜ

Oyunu dünya âleme göstererek atma tutumuna kimi AKP’liler bir tür delikanlılık süsü de taktılar. Oysa bu davranışın gerisinde yatanı hepimiz biliyoruz. Ortada gölgesinden korkan bir iktidar partisi var. Kendisi bu tarafa adım atarken ya kolu bacağı başka yöne giderse diye gölgesine kelepçe, pranga takıyor, yetmiyor, şantajla, tehditle onu istediği yöne sürüklemeye çalışıyor.

Açık oy gösterilerinin simgesi, AKP Erzurum milletvekili Orhan Deligöz oldu. Her nekadar Sağlık Bakanı Recep Akdağ, “suç işliyorsun” diye kendisini uyaran CHP’lilere, “Hadi lan! Seni ne ilgilendirir, sana mı sorucam lan!” deme güzelliğini bakan sıfatıyla yaparak fazladan iki puan aldıysa da, Deligöz’ün evet oyu pusulası ve zarfla verdiği seyyar satıcı pozu derhal listebaşına yerleşti.

AKP’lilerin açık oy verme konusundaki ısrarının sebebi nedir?

Esas sebebi biliyoruz: ‘Evet’ demeyenler olabilir. Tayyip Erdoğan’a verilecek sınırsız tek adam yetkileriyle kendi geleceklerinin de tehdit altında olacağını -kimbilir, belki- akıl edenler çıkmış, maazallah bunu yakınlarına çıtlatmış olabilirler. Demokratlıklarından değilse de, bu kadar denetimsiz, dengesiz bir kudret yoğunlaşmasının çeşitli mazarrata yol açabileceğini hisseden, içi rahat etmeyenler olabilir. Reis’in ebediyen başta kalmasının yolu olsa gözünü kırpmadan eveti basacak, lâkin yarın öbürgün, mazallah, emri hak vâkî olduğunda başa geçecek şahsın aynı yetkilerle neler edebileceğine dair tereddütler besleyenler olabilir. Ve tabiî, siyasî ayağı belli ki pek nazik olduğundan pamuklar içerisinde saklanan 15 Temmuz darbesi ve her türlü kötülüğün anası FETÖ meselesi; sırf fenalık maksadıyla hayır diyecekler çıkabilir.

Bu ihtimaller, Erdoğan’ı, partideki sadık elemanları aracılığıyla milletvekillerini çocuk gibi gözetlemeye-denetlemeye sevk ediyor belli ki. Birileri de bu sınıf mümessilliği işini cânı gönülden yürütüyor.

Birilerinin ses çıkarmayıp gizlice arkadan vuracağından korkuluyor, birileri bu potansiyel hainlerden olmadıklarını kanıtlamak için oylarını gösteriyorlar, birileri bunları görüntülüyor, oy kabinlerinin kapılarında nöbetçiler bekliyor…

Bir siyasî parti için ne kadar alçaltıcıdır… Bizde kimse böyle şeyler yüzünden alçalmaz.

ÖNCELİK, ÇATIŞMA

Fakat çıbanın büyüğü bu değil. “Açık oy veririm, sana ne lan!” gösterisinde, parlamenter âdap bakımından nereye düşmüş olduğumuz ortaya çıktı. Bizzat milletvekili sıfatı taşıyan insanların dile getirdiği -ortaya döktüğü, demeliyiz herhalde- madde ile az buçuk demokratik, parlamenter bir rejim imal edilemeyeceğini görmeliyiz. Anayasa değişikliği adı altında önümüze sürülen hilkat garibesi maddelerden çok, bu malzeme korkutucu. Bu aynı zamanda yurttaşlara -tebaaya- yapılmış yeni bir yasasızlık-kuralsızlık, gücü gücü yetene hayatı çağrısı.

Erzurum milletvekili Deligöz, fotoğrafının her yerde boy göstermesinin ardından kendisiyle görüşen gazeteci Yavuz Oğhan’a (RS FM, “Bidebunudinle” programı), “Aslında başta böyle bir niyetim yoktu,” dedi, “ama baktım, kabinlerin önünde on beş-yirmi CHP’li, hepsinin elinde bir kamera, sürekli çekiyorlar. Ben de, ‘Siz kimsiniz kardeşim? Ne çekiyorsunuz?’ diyerek, ‘Ulan alın, açık kullanıyorum. Ne yapacaksınız?’ dedim.”

Yani şunu demiş: Yasa, tüzük, kural beni bağlamaz, kafam attı, “alın ulan” dedim. Sağlık Bakanı Akdağ’ın tutumu. Yani: Öncelik, size pabuç bırakmamaktır; yasa masa sonra gelir, hattâ gelmez. Öncelik düşman, öncelik çatışma, öncelik skor. Tartışmayla, kavgayla da olsa beraber yürütülecek düzen, kural, meclis falan hikâye.

Fakat belki Orhan Deligöz’ün anlattığı da bir tür hikâye…

BİR KÜLTÜRÜN TEMEL TAŞLARI

Buradaki, “maksat delikanlılık”tan ibaret bir vaziyet değil. Deligöz’ün Oğhan’a söylediklerini takip edelim: “Arzu eden perdeyi kapatır kullanır, ama bu bir zaman kaybı. Öğleden sonra başlanmış oylamaya, gecenin yarısı olmuş, yok soru önergeleri, yok bilmem ne tartışması, insanı bîhuzur ediyor bu CHP’li vekiller.”

Perdeyi kapama arzuya bağlı değil. Ama milletvekili öyle diyor. Gizli oy şartı olduğunu bilmiyorsa bir ayıp, bile bile böyle diyorsa başka ayıp. Her hâlükârda… bir. Milletvekili, Meclis’te tartışma yapılmasın istiyor. Huzursuz oluyormuş. İki. Kabahat şüphesiz kendisinde değil, başkalarında. O yalnız tahrik oluyor. Üç.

Bunlar bir kültürün temeltaşları.

Kültüre güncel fırça darbeleri ekleyelim: Deligöz, açık oy kullanıldığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne itirazdan “medet umanların avucunu yalayacağını” söyledi. Biraz üstelense, belki de, “Mahkeme bizde,” diyecekti, “oradan onlara ekmek çıkmaz” dese ne olurdu? Hiç. Dört.

ANASI ERMENİ, BABASI YAHUDİ, GETİRİP ASACAĞIM!

Deligöz’ün açık oy konusundaki cansipârâne tavrını, 15 Temmuz’dan sonra tutuklanan, fakat sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan kardeşine bağlayanlar oldu. Dolayısıyla Yavuz Oğhan kendisine bunu da sordu. Deligöz, ailecek “Millî Görüş’çü” olduklarını belirtti, “FETÖ bizden, biz onlardan hoşlaşmayız” dedi. Eyvallah.

Fakat ardından kardeşinin masumiyetine dair söyledikleriyle, ortaya atılan bilumum şaibeyi daha bir ciddîye alınır kıldı: “Eğer kardeşimle ilgili iddia doğru olsaydı 15 Temmuz’un hemen ardından tutuklanırdı. Ben FETÖ terörist başının annesinin Ermeni, babasının Yahudi olduğunu söyledikten sonra kardeşim tutuklandı. Ne zaman ki FETÖ terörist başını getirip asacağımızı söyledim, bana gözdağı olsun diye kardeşimi tutukladılar.”

Bu sözlerden ne anlıyoruz?

Deligöz’ün kurduğu “olsaydı…” bağlantısının anlamı yok. Aylar sonra tutuklanan da var, ilk anda tutuklanıp suçsuzluğu ortaya çıkan da. Peki Ermeni-Yahudi kombinasyonundan mâmûl nefret kusmuğu neden sorun olmuş? Savcılar, yargıçlar Ermeni-Yahudi ajanı mıymış? Fethullah Gülen’i getirip asmaktan söz ettiği için kim Deligöz’e kızmış ve gözdağı vermek istemiş? Savcılar, yargıçlar FETÖ’cü müymüş? Yoksa son ferdine kadar idama karşı olan hümanistlerin elindeki devlet, milleti kışkırtıyor diye mi bu milletvekiline bozulup kardeşini tutuklamış?

BUNCA KORKU…

Deligöz’ün kardeşiyle ilgili söylediklerinden çıkan iki sonuç var. İlkini mecburen kenara itiyoruz. Irkçılık, başka uluslara, halklara, kavimlere, dinlere sövme, onların adlarını küfür-hakaret yerine kullanma, AKP Erzurum milletvekilinin, bırakın insanlık suçunu, kabahatten dahi sayacağı işler değil belli ki.

İkinci sonuç bunun kadar ezberlediğimiz, bıktığımız türden değil. Oyu gösterirkenki o acayip hal gibi bu sözlerden de sızan haşin gerçek, nasıl bir korku ortamında yaşandığı.

Kimdir Fethullah Gülen’i getirip asma fikrinize kardeşinizi tutuklayacak kadar bozulan, Orhan Bey? Bırakın allahaşkına.

Bunca korkuyla girilen yolda çok insan kırılır.

Sağlık Bakanı olsun, Erzurum milletvekili olsun, kim olursa olsun, bütün o “sana ne lan!”ların tercümesi sanırım şu: “Git lan, zaten korkudan perişan olmuşum!”

Bu yüzden, ortalıkta daha çok isimleri geçtiği için korku ortamını bu iki siyasetçiyle sınırlı olarak ele almak çok yanıltıcı olur. Tam anlamıyla bir ortam, bir yaşam alanı bu, korku ortamı.

İftira korkusu?

Bir de, oradan f’yi alıp sona koyuyorsunuz, “itiraf” oluyor.

Yalnız bu dilde hakikaten sorun var. Tam da bu iki kelime bu kadar kolay birbirinin yerine geçememeli.