Uludereli Nihat (sağdan sola), Sekvan, Zeynel ve arkadaşlarıyla İstanbul da, Gazi Mahallesi’nde bir araya geldik. Sekvan olaydan 20 gün önce çalışmak için İstanbul a gelince katliamdan kurtulmuş. Şimdi İstanbul'da, arkadaşlarını yitirmenin acısını çekiyorlar. "Ölümün arkasından bakmak daha zor" diyen Sekvan, 'kaçağa' gidişi de "Ölüm yolculuğu" diye tanımlıyor.

 

MEHMET ULAŞ / Radikal

 

Kaçakçılık onlar için ülkenin batısında anlaşıldığı gibi yasadışı bir çaba değil, tam tersine geçim kaynağı, okul, evlilik parası... Uludere ’de hayatını kaybeden 34 kişi, çocukluklarını beraber geçirdikleri, günümüz tabiriyle ‘kankaları’. Encü soyadı bile bu dramı anlatmaya yetiyor. Sekvan Encü de Uludere ’de yaşanan olaydan 20 gün önce İstanbul ’a gelerek kurtulan bir isim. Yıllarca aynı ekiple kaçakçılık yapmış. Ölen katırları bile tanıyor. Babasının rızası olmadan İstanbul ’a gelen Sekvan, “En sevdiğim arkadaşlarımın hepsini kaybettim. Ölümün arkasından bakmak çok zormuş” diyor.

 

Uludere’de ölen 34 kişiyle birlikte aynı yolda kaçakçılık yaparak geçinen Zeynel, Nihat ve Sekvan’ı Gazi Mahallesi’nde bulduk. İşte ölenlerin beraber yıllarca kaçakçılık yaptıkları, ölüm yolunu kat ettikleri, aynı kaptan su içtikleri, aynı parayı kazandıkları arkadaşları… Kimisi katliamdan günler önce, kimisi yıllar önce İstanbul ’un yolunu tutmuş. Uludere’de olsalardı 35, 36 ve 37. ölüler olabilirlerdi. Zeynel, Nihat ve Sekvan Encü’yle Gazi Mahallesi’nde küçük bir kafede buluşuyoruz. Sekvan Encü’nün hikâyesi, yaşamını yitiren 34 kişiden farklı değil. İstanbul ’a babasının rızası olmadan, katliamdan 20 gün önce gelmiş. Babası, katliam günü “İyi ki benim sözümün dışına çıktın” demiş. Biz her ne kadar şanslı desek de o kendini öyle hissetmiyor, çünkü yaşanan katliamın travmasını hâlâ atlatmış değil: “Keşke babamı dinleseydim, köyde kalıp o arkadaşlarımın yanında olsaydım, inanın ölümün arkasından bakmak daha zor. En sevdiğim arkadaşlarımın hepsini kaybettim. Hep beraberdik, bir dakika bile birbirimizden ayrılmazdık.”

 

İLK ‘KAÇAĞA’ ÇIKIŞ

Sekvan henüz 12 yaşındayken kaçakçılığı sıradan bir para kazanma işi olarak gördüğünü ve ilk kaçağa çıktığında neler hissettiğini anlatıyor: “Babamlar, amcalarım hep kaçağa çıkarlardı, ben de merak ettim, babama gitmek isteğimi söyledim. İlk kaçağım çok korkunçtu. Kaçağı sıradan bir para kazanma işi olarak görüyordum, meğer işin aslı öyle değilmiş. Bu yolculuk, ölüm yolculuğuymuş. Ailenin en büyüğü bendim ve evin ihtiyaçları gittikçe çoğalıyordu, babam tek başına altından kalkamıyordu.”

 

Henüz 12 yaşında küçük bir kaçakçıyken, Kobra’nın saldırısına nasıl maruz kaldığını, gözünün önünde katırların öldüğünü, kaç kez ölümden döndüğünü, kaç kez yakalandığını anlatıyor Sekvan: “Bu yol sadece ölüm yolu değildi, yanı başınızda mayın patlayabilir, sakat kalabilirdiniz. Nereden geldiği belli olmayan kör bir kurşuna hedef olabilirdiniz. Ama asla gitmekten vazgeçmiyorduk.”

 

Sekvan’ın öfkesi ile acısı birbirine karışmış, anlatırken bazı cümleler boğazında düğümleniyor: “Bölgedeki jandarma ne zaman gittiğimizi, kaç kişi olduğumuzu, hangi yolu kullandığımızı biliyordu. Nasıl bu katliamın önüne geçemediler? Bir keresinde katliamdan 6 ay önce sınırın sıfır noktasında havan mermisi ortamıza düştü, nasıl oldu bilmiyorum ama ölmedik, bir arkadaşım yaralandı, iki katır öldü.”

 

‘ASKER HEP GÖRÜYORDU’

Şimdi Zeynel Encü’nün hikâyesine kulak verelim: “27 yaşındayım, henüz altı yaşındayken Roboski Köyü’ne 1992 yılında zorunlu köy boşaltmaları nedeniyle yerleştik. Zorla korucu yaptılar babamızı, amcalarımızı. Artık 8 nüfuslu kalabalık bir aileydik, evin en büyük çocuğu bendim. Yıllarca bu ölümlü yolda, ölenlerle beraber gidip geldik. Yeri geldi ölümün kokusunu aldık, yeri geldi çocukluğumuzu yaşadık o yolda… Hayatını kaybedenlerden 24’ü benim yakın akrabamdı, çoğu kuzenlerimdi. Ölenlerden Seyithan Encü ile fırında beraber çalıştık. Bir kardeş gibiydik. Ne oldu? Geriye sadece paramparça olmuş, katırların parçalarıyla insanların parçalarının birbirine karıştığı fotoğraflar kaldı. Onlar keyifleri için gitmediler o ölümlü yola. Ekmek parası için gitmişlerdi. Çaresizlerdi.”

 

Küçücük yaşlarda başladıkları ölümle dans serüveninde birçok ölüm, yaralama olayına da tanıklık etmiş Zeynel: “Bir keresinde 2 metre önümde açılan ateşle iki katır öldürüldü. Her gün konaklayıp yemek yediğimiz yerde, kuzenim mayına basarak ayağını kaybetti. Belli ki mayın yeni düzenlenmişti. Bölgedeki asker hep görüyordu gittiğimizi de geldiğimizi de. Zaman zaman yakalanıyorduk ve kestikleri ceza 2-3 aylık kazancımıza bedeldi. Zaman zaman sınırdaki karakol, Ankara’dan gelen talimatlar nedeniyle sıkı güvenlik önlemi alarak bizim gitmemizi engelliyordu.”

 

ENCÜ SOYADIYLA YAŞAMAK

Nihat diğer arkadaşlarından biraz daha şanslı hissediyor kendisini; çünkü o liseyi zor da olsa bitirmiş. Ve orada yaşayan herkes gibi yoksulluk liseden sonra okumasına izin vermemiş. Okulu yurtta kalarak okuduğunu ve yaz ayları ile tatillerde harçlık çıkarmak için defalarca o ölüm yolculuğuna katıldığını anlatıyor.

 

“Batıdaki insanlar gibi babamız memur değil, özel bir şirkette de çalışmıyor, onların sırtındaki aile geçim yükünü çok küçük yaşta biz almaya mecbur oluyoruz. Kaçağa çıktığımızda en başlarında ben vardım. Birisi gittiğinde 2. bendim. 2006’da liseden mezun olduktan sonra orada yapamayacağımı düşündüm ve İstanbul ’a geldim. Yaşanan katliamın travması hâlâ üzerimde kara bir bulut gibi gezmekte.”

 

Nihat, Encü soyadını taşıdığı için birçok defa sorun yaşadığını anlatıyor: Olaydan 4 gün sonra iş çıkışında polis kimliğimi sordu, beni alıp karakola götürdüler; nedeni, eylemlere katılmam, asker kaçağı şüphelisi sayılmam. Patronum karakola gelerek, benim hep işte olduğumu, herhangi bir eyleme katılmadığımı söyledi. Sonra asker kaçağı olmadığım tespit edilince serbest bırakıldım.”

 

Tam bu sırada ismini vermek istemeyen Uludereli bir genç, “Olayın üzerinden 5 ay geçmesine rağmen failleri yok ortada. Ama kaymakama dayak atan, akrabasını kaybetmiş insanlar 2 saat içinde tespit edilip cezalandırılıyor” diyor.

 

‘ACILARIMIZ TAZE KAN GİBİ...’

Katliamdan sonra yaşanan tartışmalara da değiniyoruz. “Hükümetin bu konudaki tutumunu nasıl buluyorsunuz” diye soruyoruz.

 

Zeynel şöyle cevaplıyor: “34 kişi acımasızca katledildi, insanlığın kabul edemeyeceği şekilde, vücutları paramparça edilip öldürüldüler. Olayın üzerinden 158 gün geçti. Olayın failleri yok. Emri veren yok. Tetiğe basan yok. Bugün kalkıp bize tazminattan bahsediyorlar, biz tazminat istemiyoruz. Bu, şu demek: Ben senin kardeşini, çocuğunu, eşini öldüreceğim, gelip sana para vereceğim; bizim canımız satılık değil, 12–13–14 yaşındaki çocuklardan söz ediyoruz. O uçakların bir karakol komutanının, bölge komutanının talimatıyla kalkmadığını herkes biliyor. Biz para değil, adalet istiyoruz. Hepimizin canı yanıyor, acılarımız taze kan gibi dolaşıyor beynimizde. Biz Roboski’de devlet büyüklerini istemiyoruz. Roboski’ye gelmesi gereken tek şey vardır, o da adalettir. Faillerin yargılanmasını istiyoruz.”

 

Uludere ’De Yine Ölüm Haberi

Uludere ’de Türk Silahlı Kuvvetleri ’nin savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürülen 34 sivilin ailelerinin yapmayı planladığı eylem, yaşanan acı bir olay nedeniyle ertelendi. Aynı köyde yaşayan Abdullah Encü adlı köylü yaşamını yitirdi. Katliamda hayatını kaybeden 34 kişinin aileleri, dün sabah olayın meydana geldiği yere çadır kurarak faillerin bulunmasını talep edecekti. Ancak 29 yakınını kaybeden Roboskili Abdullah Encü’nün çalıştığı kömür ocağındaki su göletine düşerek yaşamını yitirmesi nedeniyle, ailelerin süresiz oturma eylemi ileri bir tarihe ertelendi.