Ntvmsnbc’den Fulya Canşen, Nükleer Enerji, AB ve Rusya’nın nükleer enerji tartışmalarını ve Türkiye’nin konumunu yazdı;

BERLİN - En eski ve en yeni nesil nükleer reaktörleri gezmiş bir gazeteci olarak söylemeliyim ki, bu teknolojiyle ucuz üretileceği sanılan enerji pahalıya mal oluyor. Hala atık sorununu çözememiş nükleer enerji lobisinin tek derdi eskiyen teknolojiyi mümkün olduğu kadar pahalıya satmak. Aslında büyük yatırımcılar, çevre dostu sermayeyi pay etmekle meşgul.

Alman gazeteleri, Türkiye’de hükümetin nükleer enerji santrali inşaa etmekteki kararlılığını şaşkınlıkla izliyor. Çünkü nükleer enerji santrallerinin çalışma sürelerini daha yeni uzatan Alman hükümeti bile, Japonya’daki felaketin hemen ardından, santrallerin bir kısmının üç ay boyunca kapatılmasına karar verdi.

Açıkçası AK Parti Hükümeti’nin nükleer santral aşkı beş yıl önce Slovakya’daki eski tip, Finlandiya’daki en yeni tip reaktörleri bizzat gezmiş ve görmüş bir gazeteci olarak beni Alman meslektaşlarımdan daha fazla şaşkınlığa uğrattı. Çünkü;

1-Sanayii Almanya kadar gelişmemiş, gecesi gündüzünden daha kısa olan Türkiye’nin enerji ihtiyacı Almanya’nınkinden çok daha az.

2- Türkiye’nin risksiz, çevre dostu, güneş, rüzgar ve hidroenerji kaynakları Almanya’dakinden çok daha fazla.

3- Türkiye’nin konumu itibarı ile doğal gaza erişimi Almanya’dan daha kolay.

4- Almanya çok pahalı bir yatırım olan nükleer santrallerin yapımı için Türkiye’den hem daha fazla sermayeye hem de teknolojiye sahip.

4- Türkiye deprem bölgesi, Almanya değil.

5- Türkiye hem etnik yapısı hem de jeostratejik açıdan Almanya’dan daha fazla terör tehlikesi içerisinde

NÜKLLER SANTRALLER AB MÜZAKERE KONUSU
Bu listeyi uzatmak mümkün. Ama ben öncelikle elimden geldiğince basitleştirerek nükleer enerji piyasasından söz etmek istiyorum.

Sosyalizmin yıkılmasına kadar Rusya nükleer enerji teknolojisinde lider ülke idi. AB’nin son genişleme dalgasına baktığınızda hemen hemen bütün Doğu Avrupa ülkelerinde nükleer santrallerin AB üyelik müzakerelerinde önemli bir yer teşkil ettiğini görüyoruz. Fransa Almanya ve İtalya, bu ülkelerdeki Rus tipi santrallerin kaldırılması için baskı yaparken bir yandan da kendi teknolojilerini nasıl pazarlayacaklarını planladılar.

SLOVAKYA KAPATTI
1976 ve 1977’de meydana gelen iki kazadan sonra Bohuniçe’deki birinci nesil iki reaktörünü hemen kapatan Slovakya diğer ikisini de AB’ye söz verdiği gibi 2006 ve 2008’de kapattı. Slovakya’nın tek koşulu Mohovçe’de inşaasına başladıkları yine Rus tipi ikinci nesil nükleer enerji santralini bitirmekti.

Mohovçe santrali bir süre Slovakya ile AB arasında tam bir iktidar savaşına dönüşmüştü. AB Slovakya’ya vaat ettiği kredi ödemesini geri çekince Slovaklar çareyi, santralin yüzde70’ini bir İtalyan firmaya satmakta buldu. İşin ilginç tarafı G8 ülkeleri içinde nükleer santral bulunmayan tek ülke olan İtalya’da nükleer enerji referandum yoluyla yasaklandı. İtalyanlar yine bu haziranda yapılacak bir referandumla yasağı kaldırmayı planlıyordu. Japonya’daki felaketin bu planı nasıl etkileyeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz.

RUS TEKNOLOJİSİ KÖTÜYE ÇIKTI
Özetle söylemek istediğim AB’nin kurucu üyeleri, AB’ye üye olmak isteyen her ülkeye kendi nükleer santral teknolojisini satmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu anlamda Rus teknolojisinin adı AB’de kötüye çıkmış durumda.

Nükleer santrale sahip olmak da çok şeyi değiştirmiyor. Zira AB’nde uygulanan enerji ve fiyat politikaları pekala nükleer ile ucuz elde edilen enerji fiyatlarını ikiye üçe katlayabiliyor. Beş yıl önceki Slovakya ekonomi bakanının söylediklerine göre, AB içinde enerjiyi en ucuz üreten Slovakya bunu halkına en pahalı satan ülke konumundaydı.

Beş yıl önce Slovakya’nın modernleştirdiği Rus tipi reaktörlerini gezdim, uzmanlarını dinledim ve anladığım kadarıyla pekala eski reaktörler yenileri kadar olmasa bile daha güvenilir hale getirilebiliyor. Tabii bu nükleer enerji santrallerinin taşıdığı ve bizim bugün Japonya ile tanık olduğumuz riskini ortadan kaldırmıyor. Bunu da Finlandiya’daki dünyanın en modern ama henüz işletilmeye başlamamış üçüncü nesil reaktörlerin inşaasını gördükten sonra anladım.

ÜÇÜNCÜ NESİL SANTRAL
Enerji ihtiyacının yüzde30’unu var olan dört reaktörden karşılayan Finlandiya, üçüncü nesil denen bir basınçlı su reaktörünü hala inşaa ediyor. Aslında en geç geçen yıl faaliyete geçmesi beklenen bir Fransız Alman konsorsiomunun yaptığı bu reaktörün inşaası henüz bitmiş değil. Finlandiya Olkilouta’da benzer daha iki reaktör daha yapmayı planlıyor. Bu yeni nesil reaktörün en önemli özelliği terör saldırılarına karşı göreli olarak daha güvenli bir bina olması ve dual bir soğutma sistemine sahip olduğu için ilk darbede devre dışı olan ilk sistemin yerine ikincisinin soğutma işlemine devam edebilmesi. Binaya konan bir güvenlik sistemi, binaya saldırı amacıyla yaklaşan bir uçağı otomatik olarak bertaraf edebiliyor mesela. Tabii nükleer sızıntı riski saldırının niteliğine ve binanın göreceği hasara göre değişebilir. 11 Eylül gösterdi ki, saldırganlar da yeni teknolojilere hiç yabancı değiller.

NÜKLEER ATIKLAR
Çok az insanın dillendirdiği, en önemli risk faktörlerinden biri de nükleer atıklar. Finlandiya nükleer atıkları yerin 700 metre altında saklıyor. Ancak bu yer altı çöplüğüne gönderilmeden önce kullanılan uranyumun sızdırmayan varillere konup en az 40 yıl özel havuzlarda soğutulması gerekiyor. Ve bu atıkların yok olmadığını herkes biliyor.

RUSYA: DÜNYANIN NÜKLEER ÇÖPLÜĞÜ
Finlandiya, atıkları kendi ülkesinde barındırarak dünyaya karşı biraz daha insaflı bir politika güdüyor. Ancak pek çok ülke nükleer atıkları için az gelişmiş ülkeleri çöplük olarak kullanıyor. Bir kez kullanılmış uranyumu yeniden değerlendirebilen Rusya için dünyanın nükleer çöplüğü diyebiliriz. Almanya bile nükleer atıklarının bir kısmını Rusya’ya göndermeye karar verdi. Çünkü hala nükleer enerji uzmanları atık sorununu çözebilecek bir teknoloji geliştiremedi. Yani nükleer enerjiyi çevre dostu gibi göstermeye çalışan Almanya Başbakanı Angela Merkel gibi politikacıların bence asıl derdi nükleer enerji lobisine yaranmak.

Atom Enerji Ajansı’nı üç gün dolaşmış bir gazeteci olarak, İran konusundaki tepkileri nedeniyle sanki nükleer enerji karşıtıymış gibi görünen uluslararası bu kurumun da aslında nükleer yandaşı olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Nükleer enerjinin tıpta kullanımının olumlu yanlarını da düşünürsek belki yüzde yüz nükleer karşıtı olmamak gerektiğine inanabiliriz. Ancak dünyanın “ne kadar nükleer?” sorusuna bir an önce yanıt araması ve halkı -buna başbakanlar da dahil- gerektiği ortada.

ÜRETİM UCUZ YATIRIM PAHALI
Özetlemek gerekirse; her ne kadar ucuz enerji üretse de nükleer enerji santralleri çok pahalı bir yatırım. Buna, çevre ve halkın sağlığı ile ilgili görünmeyen kalemleri de eklendiğinde, maliyetinin görünenden daha fazla olduğu meydanda. AB’ne üye olmaya çalışan bir ülke olarak enerji fiyatlarının bağımsız olarak tespit edileceğine inanmak safdillik olur. Ayrıca bırakın AB’ni dünya konjonktürü bile fiyat politikasındaki serbestiyi bir anda bozabiliyor.

RUSLAR BİLE TARTIŞIYOR
Nükleer enerji piyasasında kıyasıya bir yarış ve teknolojik atılım var ve her an artık eskiyen bir teknolojiye sahip olabilirsiniz ki, Rusya bile nükleer enerji santralleri konusunu tartışmaya açtı. Eski teknolojisinden kurtulmak isteyen AB büyükleri yeşil sermayenin peşinde. Bu bizim bildiğimiz İslami sermaye değil, çevreci sermaye. Yani büyükler, yenilenebilir enerjinin gelirini pay ederken, küçüklere eskileri kullanmak düşüyor. Ve hala nükleer enerji taraftarları atık sorununu çözmüş değil.

Son olarak, nükleer enerji sanrallerinin yeni neslinin reklamını yapanlara şunu hatırlatmak da yarar var; Çernobil de Fukuşima’daki nükleer tesisler de yapıldıklarında en yenileriydi.