Merve bir Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni. 20'li yaşlarının sonlarında. Kendisini agnostik olarak tanımlıyor. "Tanrı var mı yok mu bilmiyorum, beni çok da ilgilendirmiyor artık" diyor.

BBC Türkçe'den Selin Girit'in haberi şöyle:

 Merve'yle ilk olarak Beyoğlu'nda bir kafede buluşuyoruz. Kırmızı bir başörtüsü takıyor. "Beni Müslüman olarak tanımlayan tek şey bu başörtüsü artık," diyor. Gerek ailevi nedenlerle gerekse yaptığı işten ötürü başörtüsünü çıkarmadığını söylüyor. "Belki 1-2 yıla başörtümle de vedalaşabilirim ama şimdi buna gerek duymuyorum" diyor.

Merve'nin babası imam. Muhafazakar bir aileden geliyor. İmam-Hatip lisesi mezunu. İlahiyat Fakültesi'nde okumak istemediği için, bari öğretmen olayım diyerek Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği üzerine eğitim almaya karar vermiş. Dinle ilgili araştırmalarının ve kendi tabiriyle "bilinçlenmesinin" de o döneme denk geldiğini söylüyor:

"Benim radikale kaçan bir Müslümanlığım vardı. Daha birkaç yıl öncesine kadar erkeklerle tokalaşmazdım bile. Kendimi Müslüman olarak tanımlıyor, hayatımı o şekilde yaşamaya çalışıyordum.

"Beş vakit namazımı kılıyordum. Nafileleri yerine getirmeye çalışıyordum. Orucumu tutuyor, Kuran okuyor, ilmihal bilgileri olsun, hadis olsun o tarz şeyleri tamamlamaya çalışıyordum. Tefsir, hadis derslerine gidiyordum."

TANRI BENİM İÇİN SIĞINACAK EN BÜYÜK ŞEYDİ

Merve dinle ilişkisinin yıllar süren bir sorgulama sonucunda değiştiğini, belli başlı kırılma noktaları yaşadığını -zaman zaman gözyaşları içinde- anlatıyor:

"Ben öğretmen olmak hiç istemedim. Ama bir şekilde öğretmen oldum, atandım. O beni çok yıktı. Millet sevinçten ağlar, ben üzüntüden ağlamıştım. Tercihleri yaparken ağlıyordum ve dua ediyordum öğretmen olarak atanmayayım diye. Tamamen Allah'a bırakmıştım.

"Atanmayacağıma o kadar yürekten inanmıştım ki, olduğunda beni tepetaklak etti. Hayatım altüst oldu. Güvendiğim, inandığım o ilahi konumdaki şey sarsıldı. İlk şüphelerim öyle başladı açıkçası.

"Benim için sığınacak en büyük şeydi Tanrı, ama artık sığınamayacağımı, dualarımın ne kadar istesem de kabul olmayacağını net bir şekilde görmek düşüncelerimi çok sarstı."

Bütün bu süreç Merve için hiç de kolay geçmemiş. Çevresinden, arkadaşlarından uzaklaşmış. Dertlerini, kafasını kurcalayan soruları ailesiyle konuşamamış. Giderek yalnızlaşmış. Bir sabah, büyük bir depresyonun kucağında uyanmış. Saatlerce ağlamış. Bari dua edeyim demiş. Sonrasını şöyle anlatıyor:

"İçimden Tanrı'yla konuşmaya başladım. 'Bak ben bu haldeyim, bana bir çıkış yolu ver.' Ama onu söylerken fark ettim. Dua ettiğimde bir muhatabım var mı yok mu şüphedeyim, diye düşündüm. Dedim ben bugün ya delireceğim ya intihar edeceğim.

"Sabah uyandım. Sanki o gün, o gece hiç yaşanmamış gibi. Sonra oturdum düşündüm. Dedim ben artık inanmıyorum resmen. İmanın şartlarını düşündüm. Dedim, ben inanmıyorum ya cennete cehenneme."

Merve ilk önce dua etmeyi bırakmış. Ardından namaz kılmayı. Oruç tutmaya ise daha bu yıl son vermiş. Ailesi hala bu yaşadıklarını bilmiyor.

İLK KEZ BAŞÖRTÜSÜZ ÇIKTIĞIMDA HEM ÇOK RAHATTIM HEM RAHATSIZ

Merve'yle evinde yeniden buluştuğumuzda bizi başı açık bir şekilde karşılıyor. Aramızda "namahrem" tabir edilebilecek bir erkek de var. Artık evde başörtüsü takmamaya karar vermiş. O süreci de şöyle anlatıyor:

"Dedim ki ben Tanrı'yı, dini inkar edeceksem bu örtüyü de çıkarmam lazım. Ama bunu yapamayacağımı fark ettim. Din kültürü öğretmeniyim. Bu yapılabilir belki ama ben yapamam. Ya öğretmenliği bırak ya da bu konuyu hallet. Şu an başımı açamayacağım dedim.

"Sonra dedim benim evime sucu geliyor, tamirci geliyor, yemek siparişini getiren adam geliyor ve ben onların karşısına çıkarken de başıma ufacık da olsa bir şey alıyorum. Niye bunu yapıyorum? Artık bunu yapmamaya karar verdim.

"Bir erkeğin karşısına bilinçli bir şekilde ilk kez başörtüsüz çıktığımda hem çok rahat hissettim, hem de çok tuhaf. Ama şimdi çok rahatım. Çünkü ben kendimi artık böyle tanımlıyorum.

"Ders verirken bazen çocuklar sorular soruyorlar. Öğretmenim başörtüsü takmak gerçekten gerekir mi, ben büyüdüğümde saçım görünürse günah olur mu? Şu an ona karar vereceğiniz bir durum yok, 18 yaşına gelin ne isterseniz yaparsınız diyorum. Böyle cevap vermek beni rahatlatıyor."

TÜRKİYE, MUHAFAZAKAR GENÇLİĞİN DİNDEN UZAKLAŞIP UZAKLAŞMADIĞINI TARTIŞIYOR

Türkiye son birkaç haftadır muhafazakar gençliğin dinden uzaklaşıp uzaklaşmadığını, deizme ya da ateizme bir yöneliş olup olmadığını tartışıyor.

Tartışma, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. İhsan Fazlıoğlu'nun bir panelde yaptığı konuşma üzerine alevlenmişti.

Fazlıoğlu, "15 Temmuz'dan bu yana benim odama 17 tane başörtülü, deist bile değil tanrı tanımaz (ateist) öğrenci gelip benimle bu konuları konuştular" demişti.

Bunun üzerine Mart ayında Konya'da yapılan bir çalıştay haberi yeniden gündeme gelmişti.

Haberde, Konya Milli Eğitim Müdürlüğü'nün "Gençlik ve İnanç" konulu bir çalıştay düzenlediği, imam hatip öğrencilerinin dini bilgilerdeki tutarsızlıklar nedeniyle deizme kaydığı ve ders materyallerinin çocuklara uygun olmadığı sonucuna ulaşıldığı yazılmıştı.

MHP lideri Devlet Bahçeli bu tespiti eleştirmiş, "Türk gençliğine ateizmin bir önceki istasyonu olan deizm karası çalanlar, yüzleri varsa utansınlar" diye konuşmuştu.

Ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, partisinin grup toplantısındaki konuşmasının sonunda Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'ı kürsüye çağırdığı görülmüş ve burada bu haberlere yönelik tepkisini dile getirdiği ileri sürülmüştü.

Bakan Yılmaz, daha sonra söz konusu çalıştayın bilimsel olmadığını belirtmiş, bakanlık da çalıştayın kendi bünyelerinde değil İKDAM Eğitim Derneği ve Uluslararası Öncü Eğitimciler Derneği tarafından gerçekleştirildiğini belirtmişti.

İKDAM'ın internet sitesinde yapılan açıklamada ise çalıştay sonrası hazırlanan bildiride iddia edildiği gibi gerek İmam Hatip Liseleri'nde gerek diğer liselerde deizmin yayıldığı ifadesinin yer almadığı savunulmuştu.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da gençlerde deizm ve ateizmin yaygınlaştığı iddialarına ilişkin, "Bizim milletimizin hiçbir ferdi böyle sapık, batıl bir anlayışa asla prim vermez. Milletimize, gençlerimize kimse iftira atmasın," diye konuşmuştu.

"ALLAH VAR AMA ETKİSİZ' ANLAYIŞI İSLAM KÜLTÜRÜNDE ORTAYA ÇIKTI"

BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Prof. Hidayet Aydar, deizmin bir felsefi akım olduğunu, ön plana çıkışının 17'inci yüzyıla denk gelmesine karşın kökenlerinin Yunan felsefesine dayandığını söylüyor.

"Deizmde şöyle bir Tanrı anlayışı var: Tanrı var ama hayata karışmaz. Yaratan biri var, her şeyi yaratmıştır ama yarattıklarına karışmaz. İnsanlar kendi hayatlarını kendileri düzenlerler.

"Mesela İslam kültüründe de şunlar tartışılmış: Tanrı var ama Tanrı'nın durumu nedir? Tanrı neye benzer, bir varlığa benzer mi? Kuran-ı Kerim diyor ki Allah hiçbir şeye benzemez, hiçbir şey de Allah'a benzemez.

"Ancak 'Allah var ama etkisiz bir varlıktır, her şeyi insan kendisi yapar,' düşüncesi İslam kültüründe de ortaya çıkmış. Bunların ortaya çıkışı da hicri ikinci asra kadar, yani miladi sekizinci asra kadar gidebiliyor."

Aydar, Diyanet İşleri Başkanı'nın deizmle ilgili yaptığı açıklamanın da yanlış anlaşıldığı görüşünde:

"Deizm İslam'ın pek çok değerini reddediyor. Kitabı, peygamberi reddediyor. Ölümden sonra dirilmeyi, cenneti, cehennemi, meleği reddediyor. Bunlar imanın esasları. İmanın altı esası var. Deizm sadece birini kabul ediyor. O da Allah'ın varlığı. Geri kalan esasların tamamını inkar ediyor.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANI NE DESİN?

"Sapkınlık derken, İslam'ın çizgisinden sapma anlamında. Yani kast ettiği şey İslam bir çizgiyse, deizm, ateizm ve benzeri bazı düşünceler o çizgiden sapmadır, o anlamda. Yoksa hakaret anlamında sapkınlık veya sapıklık diye değerlendirmek doğru olmaz."

Prof. Aydar, muhafazakar gençlik nezdinde deizme kayış olduğu yönündeki değerlendirmelere ise kendi gözlemlerine dayanarak katılmadığını söylüyor:

"Bugün dünya eski dünya değil. ABD'de biri öksürse sesini biz burada duyuyoruz. Avrupa'nın uzak bir beldesinde bir kuş uçsa biz bunu hissediyoruz. Tabii ki küresel bir etkileşim var. Ama emin olun ki bizim gençliğimizde, ilahiyat gençliğinde, en azından ben kendi üniversitemi söyleyebilirim, öyle bir şey asla söz konusu değildir."

IŞİD SEMPATİZANLIĞINDAN ATEİZME GİDEN YOL

Anadolu'da bir kentte bulunan Bekir, muhafazakar yapıdaki bir üniversitede bir ilahiyat fakültesi öğrencisi.

20'li yaşlarının başındaki Bekir, imam-hatip lisesi mezunu ve aynı zamanda medrese eğitimi diye tabir edilen dini eğitimi de almış. Yakın bir tarihe kadar radikal İslamcı akımları, IŞİD ve El Kaide benzeri örgütleri sempatiyle izliyormuş.

Bekir bugün kendisini ateist olarak tanımlıyor.

"Lise 3'te medrese eğitimi de alıyorduk ve medresede olan bir arkadaşım vasıtasıyla girdim ben deizm ve ateizm muhabbetine. O da aynı şekilde radikal İslam'dan yana olan bir insandı, kendi çabalarıyla, yabancı kitapları okumaya başladı.

"Deizmi ilk o anlattı bize. İslam Peygamberinin insanlara davranışlarını, kendisine salavat getirtmesini, çok sayıda kadınla evliliklerini, Yahudileri öldürmesini, bir sürü konuyu daha eleştirmeye başladı arkadaş. Yavaş yavaş benim de kafama takılmaya başladı.

"Önce İslamiyet'i mantığa dayandırmak istiyorduk. İttire kaktıra baktık olmuyor. Sonra mantık olarak yorumlamaktan çıkarttık, Tanrı'ya inanmaya başladık sadece, deist olduk yani."

Bekir, ilahiyat fakültesine geldiğinde hala deist olduğunu, namazı, orucu bıraktığını, ancak daha sonra Tanrı'nın varlığını da sorgulamaya başladığını ve ateizme yöneldiğini söylüyor. Bekir'in ailesi halen bu düşüncelerini bilmiyor:

"Aileme ben ateist olduğumu söyleyemem. Babam başında takkeyle gezen bir adam. Annem günde yedi vakit namaz kılar. Beş vakit, üzerine kuşluk namazı, bir de gece namazı. Gerçekten muhafazakar bir aile yapımız var. Söyleyemem. Söylesem soğuma olur.

"Dinden uzaklaşmaya başlayınca depresyona sürüklendim. Çünkü çevreye karşı yabancılaşma duygusu oluşuyor. Ben medrese ortamındaydım. Namaz kılarken ya da her Muhammed'in ismi anıldığında salavat getirilirken kendi kendime şüphe duymaya başladım. Ne oluyor bana diyordum ben bazen, nereye gidiyoruz?"

Bekir, dine yüz çevirmesinde mevcut hükümetin ve icraatlarının da etkisi olduğunu söylüyor.

"Ben bu hükümete destek veren bir insandım. Hükümete desteğimin nedeni biraz daha hümanist davranmasıydı o zaman. Ama her baskı kendi isyancısını doğurur. Bizim üzerimizde baskı kurmaya çalıştıkları zaman biz de ister istemez tepki veriyoruz.

"Bugünkü dünya sisteminde çoğunlukla sağ partiler iktidarda. Daha çok dini savunan, din kisvesi altında insanları yolan sistemler var. Türkiye için değil başka ülkeler için de geçerli. Hükümetler dini sömürüyor. Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı geçen sene en çok bütçe ayrılan ikinci kurumdu sanırım."

Kaynak: BBC Türkçe