Diyarbakır'da 28 Kasım 2015'te Dört Ayaklı Minare'nin önünde katledilen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi'nin eşi Türkan Elçi,"Katillerin bulunup yakalanacağını söylemek şu an için safdillik olur" ifadesini kullandı. 

"Ölümlere alışmak problem ölümleri yüceltmek ayrı bir problem" diyen Elçi, "Kürtlerde de Türklerde de ölümü fetişleştirmek gibi bir eğilim var" dedi. 

İrfan Aktan'ın sorularını yanıtlayan Türkan Elçi'nin Gazete Duvar'da yer alan söyleşinin bir bölümü şöyle: 

ÖLDÜRÜLENLER ÜZERİNDEN ÖLÜM İNŞA EDİLİYOR

Bu toplumda belli bir amaç uğruna ölmek hep yüceltilmedi mi?

Ölümlere alışmak ayrı bir problem, ölümü yüceltmek, kutsallaştırmak da kendi başına apayrı bir problem. Kürtlerde de Türklerde de ölümü fetişleştirmek gibi bir eğilim var. Sağlıksız ruh haline sokulmuş bütün toplumların kaderi bu maalesef. Ölüm üzerine politikaların inşa edilmesi, ölmüşler üzerinden taleplerde bulunmaya başlamak tuhaf geliyor bana.

Türkiye’de pek çok diri, ölüler adına verilen savaşta hayatını kaybediyor…

Evet, öldürülenler üzerinden yeni ölümler inşa ediliyor. Bunu kabul edemeyiz.

Peki siz, yaşadığınız kayıp üzerinden nasıl bir şey inşa etmeye çalışıyorsunuz?

Ölmüş biriyle bağ kurmakla ölmüş birileri üzerinden yeni ölümler inşa etmek aynı şey değil. Az önce size anlatmaya çalıştığım şuydu: Eşimin yattığı toprakla farklı bir bağ kurmaya başladım. Tahir’in kabrinin başında durmak benim için bir ayindir. Onunla bağımı sürdürüyorum. “Artık öldü ve her şey bitti” dememek, onu kendi dünyamda yaşatmak için bunu tercih ediyorum.

Ekim 2015’te CNN Türk’te katıldığı programdan itibaren Tahir Elçi’ye yönelik organize bir saldırı başlatıldı. Siz o programı izlediğiniz akşam ne hissettiniz?

Ben o programı hiçbir zaman izlemedim. Programdan sonraki yirmi gün çok hızlı geçti. O tarihlerin çoğunu hatırlamıyorum. Beynim pek çok ayrıntıyı sildi. Fakat o dönemki duygularımı, hislerimi çok iyi hatırlıyorum.

Çok korkmuştum ama böylesi bir sonuca ihtimal verdiğim için değil; Tahir’in tutuklanmasından korkuyordum. O dönemki atmosferde, kesin tutuklanacak, diyordum. Gözaltı kararının çıktığı ilk gece Baro’ya gittiğimde herkes olayı fazla abarttığımı, Tahir’in bir ifade verip döneceğini söylüyordu. Ben öyle düşünmüyordum.

Aranızda ne konuştunuz o günlerde?

Tahir çok kaygılandığım için bana pek yansıtmamaya çalıştı. Korktuğumu biliyordu. Ama dediğim gibi, korkum hapse atılması ihtimalindendi.

AHMET HAKAN O PROGRAMDA İDARE ETTİRSE…

Eşinizin, çözüm sürecinde hükümete yakın pek çok yazarın söylediklerinin benzerini söylemesi üzerine koparılan fırtına sizi şaşırtmış mıydı?

İnsan ona pek anlam veremiyor ama doğrusu ben hiç şaşırmadım. Elbette, Tahir’in söylediklerini o dönemde kimse söylememişti. Ölümlerin durdurulması konusunda da yalnızdı. Sarf ettiği cümleyi de bile bile farklı yerlere çektiler.

Biz gazeteciler Tahir Elçi’yi nazik, davalarına ehemmiyetle yaklaşan, önemli davalara baktığı halde önde görünmeye uğraşmayan bir hukukçu olarak tanıyorduk. Siz onun portresini nasıl çizersiniz?

Tahir bence fazla dürüsttü. Kendinde söz söyleme hakkı bularak öne çıkan dönemin birçok politikacısı lafı eveleyip geveleme konusunda çok başarılı. Tahir hiçbir zaman lafını dolandırmadı. Siyasete bulaşmaması belki de kendisini tanımasından kaynaklanıyordu.

Düşündüklerini bu kadar net söylemeyi bazıları eksiklik olarak da görebilir. Ama Tahir, söylediklerini ölüm pahasına savunacak biriydi ve bize bunu da kanıtladı. Onun bu özelliğini en çok kavrayan bendim ve açık söyleyeyim ki, Tahir’in bu kadar dürüst olmasını istemezdim.

Toplum dolambaçlı, muğlak, süslenip püslenmiş sözler söyleyen politikacıları benimseyebiliyor bazen. Bu eğilim Türklerde de var ama Kürtlerde ağır basıyor.

Tahir bir insan hakları savunucusuydu, siyasetçi değildi. İnsan hakları savunucusu da esen rüzgâra göre dümen kırmaz. Bunu politikacılar yapar. Tahir, düşündüklerini samimi şekilde, ölümü pahasına olsun dile getirecek kadar cesaretli bir insandı.

Selahattin Demirtaş, suikastten sonra “Tahir’i öldüren devlet değil, devletsizlik” demişti…

Bu sözü ben söylemiş olsam, şu bağlamda söylerdim: Koskoca bir baronun başkanı bir basın açıklaması yaparken onun güvenliğini sağlamak devletin görevidir. Eğer bir devletsizlik meselesi varsa, onu koruyamama noktasında “yoktur” derim.

DAVUTOĞLU “MUHAKKAK ÜZERİNE GİDİLİP ÇÖZÜLECEK” DEDİ

Sizce Dört Ayaklı Minare’nin altında yaşanan olay bir suikast mıydı yoksa tesadüf mü?

Olayı duyduğum ilk anda, o uyuşmuş halimle bile bunun bir tesadüf olmadığını düşündüm, söyledim. Senaryo olduğunu hep düşündüm. O kutsal mekânın ayaklarının dibinde bir gayya kuyusu var. Bunu diyebilirim.

Kimin senaryosu bu?

Aslında üç aşağı, beş yukarı herkes biliyor ama elimizde kesin veriler olmadığı için bir şey söyleyemiyorum. Orada karanlık bir senaryonun devreye sokulduğunu söylemek yeterli.

Suikastten kısa süre sonra dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu ile Cumhurbaşkanı Erdoğan sizi aradılar, değil mi?

Tabii.

Cinayetin aydınlatılacağına dair bir vaatte bulundular mı?

Özellikle Davutoğlu üstüne basarak bunu söyledi. Çok net konuştu. “Bu kazara bir olay da olsa fail bulunacak, suikast de olsa muhakkak üzerine gidilip çözülecek” dedi. Söz verenlerin hiçbiri sözünü yerine getirmedi.

SANIYORDUM Kİ DAVA AÇILACAK, YARGILANANLAR OLACAK

Hukuki sürecin ilerlemediğini biliyoruz. Bundan sonra ne bekliyorsunuz?

İlk başlarda ciddi ciddi hukuki bir süreç olacağını zannediyorum. Demek ki daha da olayın vahametini kavramış değildim. Sanıyordum ki bir dava açılacak, duruşmalar yapılacak, yargılananlar olacak, ifadeler alınacak. Böyle bir ham hayal içindeydim. Bir dosyanın açılmamış olması üzerine olayın vahametini daha iyi anladım ve buradan hiçbir sonuç çıkmayacağı konusunda da kendimi ikna etmeye başladım.

HUKUK OKUMAM SEMBOLİK BİR ANLAM İÇERİYOR

Hukuk okumanızda Tahir Elçi davasının izini takip etme hedefinin etkisi var mı?

Benim hukuk okumam veya hukukçu olacak olmam, Tahir’in öldürülmesinin hukuki mücadeleyle çözülebileceğine inandığım için değil. Bu davanın müdafaasında bir eksiklik var da ben gelip tamamlayacağım gibi bir durum yok ki! Avukat olup bu davada bir boşluğu doldurmam da söz konusu olamaz.

O konuda yapabileceğim hiçbir şey yok. Kaldı ki, bu konuda ellerinden geleni yapan çok sayıda hukukçu arkadaşımız da var. Ama bu onları da aşan bir dava. Hatta savcıları-hâkimleri de aştığını düşünüyorum.

Peki siz neden hukuk okuyorsunuz?

Benim hukuk okumam tamamen sembolik bir anlam içeriyor. Ama ben Tahir’in ölümünden sonra hukuk okumaya karar vermedim. Biz bu kararı Tahir’le birlikte verdik. Çünkü sürekli birlikte olmak, birlikte çalışmak istiyorduk.

Onun ölümünden sonra devam etmem de, beraber verdiğimiz bir kararı sonuçlandırma isteğinden kaynaklanıyor, başka bir şeyden değil. “Tahir Abi’nin bayrağını devralacaksın” dendiğinde bile içim sıkılıyor. Çünkü onun bıraktığı, yeri doldurulmayacak bir boşluktur. Onun yaptıklarıyla kendimi kıyaslamaktan hem hicap duyarım hem de bu abestir. Tahir’in hukuk alanında yaptıklarının o kadar ulvi olduğunu düşünüyorum ki, böylesi bir hukuk adamının bu dönemde kolay kolay yetişebileceğine inanmıyorum. Böyle insanlar o kadar kolay yetişmiyor.

TAHİR MÜTEVAZIYDI, HİÇ KİBİRLİ DEĞİLDİ

Tahir Elçi ne yaptı da bu kadar sevildi?

Az önce toplumun dolambaçlı sözlere prim verdiğini söyledim ama çok haksızlık yapmamak lazım. Kürtler, dürüst insanlara her zaman gereken teveccühü gösterdiler. Kürtler sürekli takip eden, anlamaya çalışan ve hayat tarzları böyle şekillenen politik bir halk.

Bence Kürtler Tahir’i tanımıştı, onu dürüst görüyorlardı. Tahir’in toplum lehine bir mücadele verdiği biliniyordu. Hukukla meşguliyeti olmayanlar, onun hukuk alanında ne kadar önemli davalar başardığını bilmez ama medyaya çıktığında, keza baro başkanlığı döneminde insanlarla geliştirdiği ilişkiler, ona dair bir kanaate varmayı mümkün kılıyordu. Tahir mütevazıydı, hiç kibirli değildi.

Yaptıklarını şişirerek aktaran biri olmadı. Gerçekleri konuşan, net bir biçimde “ahvalimiz budur” diyen, bunu sloganla yapmayan insanlar topluma güven veriyor. Bence Kürt halkı artık kendisine kahramanlık atfedilerek yapılan vaatlere doydu.

Daha gerçekçi, olaylara rasyonel bakabilen insanlara ihtiyaç duyuyor bu toplum. Kürtlerin bu ihtiyacının bir türlü siyasi söyleme dönüşmemesi bir sorun. Halkın kendisi farklı düşünüyor, onun adına mikrofonu alan farklı konuşuyor.

Tam olarak ne demek istiyorsunuz?

Doğrusu çoğu kişi halkın ne talep ettiği, ne istediği sorusuna cevap olamıyor.

Sizin buna bir cevabınız var mı?

Hukuksal zeminde taleplerinin yerine getirilmesi… Halk, taleplerinin kendisini güvende hissedebileceği bir şekilde ifade edilmesini, savunulmasını istiyor. Çatışmacı dilden uzaklaşmak, silah kullanmamak…

BARIŞMAK İÇİN HİÇBİR ZAMAN GEÇ DEĞİLDİR

Sizce böyle bir ihtimal var mı?

Neden olmasın? İhtimal dahilinde değilse bile bizim bunu muhtemel kılmamız lazım. Bunun için çalışmamız lazım.

Barışa geç kalınmadı mı sizce?

Barışmak için hiçbir zaman geç değildir. Belki de biz barış sözcüğünü gereksiz yere, fazla tükettik. Savaş ayyuka çıktığında elbette barıştan söz edeceksiniz ama o sözcüğü itibarsızlaştırmamak da lazım. Savaşmak isteyen de “barış” sözcüğünü kullanırsa, gerçek manada barış isteyenler açısından bu sözcüğün kıymeti azalıyor.

KATİLLERİN BULUNACAĞINI SÖYLEMEK SAFDİLLİK OLUR

Geçtiğimiz günlerde Ceylan Önkol parkı, başka bir saldırıda öldürülen Fırat Simpil parkı yapıldı. Aynı şey Mehmed Uzun ismine, Roboski anıtına da yapıldı. Van’ın Çatak Belediyesi’ne atanan kayyım, Tahir Elçi’nin isminin verildiği parkın adını değiştirdi. Buna benzer uygulamalar size ne anlatıyor?

Türkiye’de tabelalar bir indirilip bir asılıyor. Yakın tarihe kadar üç dilli tabelalar da gördük sonuçta. Benim umudum, şu an indirilen tabelaların birkaç yıl içinde yeniden yerlerine asılacağı yönünde. Bunları kim yapıyor, kimler yaptırıyor? Bu günleri aştıktan sonra ancak, birileri oturup bunun tahlilini yapabilecek. Ama şu an bu yapılanları anlamlandıramıyorum.

Kaygılarınız artıyor mu?

Son dönemde kaygılarım artıyor. Az önce de söylediğim gibi kişisel bir kaygı değil benimki. Toplumun gidişatı kaygı verici. Tabelalara bile tahammül edilemiyorsa, Tahir’in bile ismi indiriyorlarsa, uzlaşmacı dili yakalama çabası yok demektir.

Tahir Elçi’nin faillerinin bulunacağını, bu davanın adil biçimde sonuçlanacağını düşünüyor musunuz?

Katillerin bulunması demek, toplumdaki bütün problemlerin çözülmeye başladığı anlamına gelecek. Kimin nereden ne yönlendirdiği, hangi odağın devreye girdiği o zaman ortaya çıkacak. Ama bunun kolay olmayacağı anlaşılıyor. Katillerin bulunup yakalanacağını söylemek şu an için safdillik olur.