Livaneli’nin Vatan’daki yazısı:

 

1993 AYDINLATILMALI!

Adnan Kahveci, Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Turgut Özal.

5 Şubat’ta Adnan Kahveci kuşkulu bir kazada ölüyor, 17 Şubat’ta Eşref Bitlis’in uçağı gizemli bir şekilde düşüyor, 24 Şubat’ta Uğur’umuz öldürülüyor. Nisan ayında da Turgut Özal hâlâ tartışılan bir ölümle hayatını kaybediyor.

O tarihten beri, ben de birçok kişi gibi bu ölümlerin normal olmadığını düşünürüm. Kuşkuları destekleyecek pek çok kanıt ve soru işareti de var ortada. Bence 1993 yılı aydınlatılırsa Türkiye’nin bugün tartıştığı birçok soru cevabını bulmuş olur.

Çünkü bu ölümler aynen Kennedy suikasti, Lady Di’nin kuşkulu bir trafik kazasında can vermesi gibi bir sır perdesi altında.

Bu konuda bir iki anıyı aktarmak istiyorum.

***



Turgut Özal, ölümünden birkaç ay önce İkitelli’deki Sabah binasına gelmişti. Dinç Bilgin’in odasında bize iki saat kadar bir şeyler anlattıktan sonra, o katı gezdirdik. Benim odanın kapısının önünde kolumdan tutarak, içeri girmemizi istedi. Orada bana “Yakında Cumhurbaşkanlığını bırakarak parti kuruyorum” dedi. “Niçin?” diye sordum. “Çünkü” dedi “Mesut resmi ideolojinin adamı. Onunla ülkenin meseleleri çözülmez.”

Bu söz tuhaf geldi bana. “Siz de Cumhurbaşkanısınız” dedim.

“Ama” dedi “Ben resmi ideolojinin adamı değilim.”

Sonra “Bu parti çok değişik ve çeşitli görüşlerden insanlar tarafından kurulacak. Seni de aramızda görmek istiyorum” dedi.

Ben de teşekkür ettim ve siyaset düşünmediğimi söyledim.

***



Turgut Özal’a çok yakın isimlerden birisi özel bir sohbette Kartal Demirağ suikastini anlattı. 1988’deki Anavatan Partisi Kongresi’nde, en ön sıranın solunda bir oy kulübesi varmış. Kartal Demirağ oraya saklanmış. (Kongreye silahıyla nasıl girdiği, polis denetimini nasıl aştığı büyük bir soru işareti. Bu işler yardımsız olur mu?)

Özal’ın salona girdikten sonra ilk sıraya oturması bekleniyormuş. O kadar yakın mesafeden yapılacak bir atışın isabetsiz olması düşük ihtimalmiş. Özal salona girmiş ama boyu kısa olduğu için ayağa kalkıp alkışlayanlar tarafından görülemediğini düşünerek doğrudan doğruya kürsüye çıkıp halkı selamlamak istemiş. Dolayısıyla ilk plan bozulduğu için Özal ölümcül bir suikast hazırlığından yaralı olarak kurtulmuş. Daha sonra Özal bu suikastle ilgili gerçeği öğrenmiş ama “Madem böyle, o zaman bize susmak düşer” diyerek bir tek kişi dışında sırrını toprağa götürmüş.

O tek kişi, kardeşi Korkut Özal. O da ağabeyi gibi susuyor.

***



Adnan Kahveci yakın dostumdu. Onun kullandığı beyaz Kartal’la birçok sefer Ankara-İstanbul yolu yaptık. Öylesine dikkatli ve yavaş bir biçimde araba kullanırdı ki, 4-5 saatlik yol 10 saat sürerdi. Biraz daha hızlı gitmesi için ısrar ettiğimde “Gidilmez” derdi. “Her an ölüm tehlikesi var çünkü karayollarının işaret tabelaları çok yanlış.”

Hatta bir iki sefer, arabadan telefon edip Karayolları Genel Müdürü’yle konuştu ve rastladığı yanlış tabelaların düzeltilmesini istedi. Bu konu onun en önemli hassasiyetlerinden birisiydi.

Şimdi böyle bir insanın ters bir yola girip, saatte yüz kilometre hızla kaza yaptığına inanmamızı istiyorlar. Bence sıfır ihtimal.

İngiliz tahtına vereceği bir Arap veliahtı karnında taşıyan Lady Diana’nın otomobili nasıl çarptırıldıysa Adnan’a da buna benzer bir şey yapıldı. İşin ilginç tarafı da kazadan önce bana “ANAP Kongresi’nde genel başkanlığa aday oluyorum. Çünkü Mesut’la gitmiyor” demiş olmasıydı.

***



Şimdi başka bir olasılığı çağrıştıracak bir anımı anlatayım. Özal’ın son seyahatinde gittiği Türki ülkelerden birinde çalışan bir iş adamı arkadaşım var. Onu zaman zaman görür ve imza attığı önemli yatırımlardan dolayı tebrik ederdim. Birkaç yıl önce beni İstanbul’dan aradı, buluştuk. Gördüğüm zaman tanıyamadım. Çünkü o genç, sağlıklı, boylu poslu adam adeta yok olmuştu.

Ne olduğunu sordum anlattı:

Meğer onu yavaş yavaş ağır metalle zehirlemişler. O ülkelerde yaygın olarak kullanılan bir yöntemmiş bu. Düşmanları, en yakındaki adamını satın almış ve her gün içtiği içkiye ağır metal karıştırmasını sağlamışlar.

Sağlığı giderek bozulmuş. Son olarak gittiği bir doktor “Buradan çıkınca doğru havaalanına git, İstanbul’a uç canını kurtar” demiş.

İstanbul’da gittiği doktorlar ölüme çok yaklaşmış olduğunu söyleyerek ağır bir tedavi uygulamışlar. Bu arkadaşım yıllarca kendine gelemedi. Şimdi nispeten iyi.

Özal o ülkelere yaptığı seyahatte yavaş yavaş zehirlenmiş olamaz mı?

Pekâlâ olabilir. Eşref Bitlis’in bindiği uçağın buzlanma yüzünden düştüğü tezi de kimseyi ikna edememişti zaten.

***



Bu konulara ilgi duyuyorsanız Turgut Özal’ın Özel Kalem Müdürü Fevzi İşbaşaran’ın cuma günkü Akşam gazetesinde yayımlanan söyleşisini okuyun derim. Özal’ın ve Eşref Bitlis’in sınır ötesine geçerek Öcalan’la görüştüğünden tutun da, bir gazete patronunun herkesin içinde Özal’ı tehdit etmesine, Özal-Uğur Mumcu randevusuna kadar çok ilginç iddialar var. (BURADA >>>)

***



1993 yakın tarihimizin en karanlık, en uğursuz yıllarından biri.

Çok uzun bir süredir ülkeyi kanatan Kürt sorununun çözümü yönünde atılan adımların boşa çıkartıldığı ve çözüm isteyenlerin teker teker yok edildiği bir yıl.

Zaten hemen arkasından bambaşka bir plan sahneye konacak ve Demirel’in sözleriyle “Devlet rutin dışına çıkarak” Veli Küçük’ler eliyle adam öldürmeye başlayacak, 33 askerimiz pusuya düşürülerek öldürülecek, Sivas ve Başbağlar katliamları yürekleri yakacaktır.

Yani Türkiye’nin çözüm bekleyen sorunları içinden çıkılmaz bir hal alacaktır.

1993 olayları ve Sakarya cinayetleri aydınlatılabilirse Türkiye bir parça nefes alır sanıyorum.