Al Monitör, Rusya, İran ve Türkiye öncülüğünde başlatılan Astana görüşmelerini, Rusya’nın Suriyeli Kürtler için özerklik önerisini, KDP, PKK ve PYD etkenlerini değerlendiren bir analiz yayınlandı.

 Al Monitör’ün İngilizce'den çevirdiği analiz şöyle:

BM Suriye Temsilcisi Staffan de Mistura, Kazakistan’ın başkenti Astana’da Rusya aracılığında yapılan ve 24 Ocak’ta sona eren Suriye görüşmelerini ilgili BM Güvenlik Konseyi kararlarını hayata geçirmeye dönük “somut bir adım” olarak tanımladı ve geçen ay ilan edilen ateşkesin uygulanmasını sağlamak üzere bir mekanizma oluşturan Rusya, Türkiye ve İran’ı takdir etti.

Ancak Rusya’nın diplomasi atağı Astana’da sona ermedi. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov 27 Ocak’ta Suriyeli muhaliflerle Moskova’da bir araya gelerek Rusya’nın Astana’da önerdiği yeni Suriye anayasası üzerinde ilave görüşmeler yaptı.

Suudi destekli muhaliflerin oluşturduğu Yüksek Müzakere Komitesi ve Suriye Devrimci ve Muhalif Güçler Ulusal Koalisyonu bu toplantıya katılmayı reddederken Türkiye’nin Astana’dan dışladığı Kürt Demokratik Birlik Partisi (PYD) Moskova görüşmelerinde yer aldı.

Maxim Suchkov, yeni anayasa taslağında cumhurbaşkanı yetkilerinin kısıtlandığını, çoğu yetkinin parlamentoya ve yeni bir yapı olan ‘Bölgeler Meclisi’ne devredildiğini aktarıyor. Taslağa göre cumhurbaşkanı ikinci dönem imkânı olmaksızın yedi yıl görev yapabilecek.

Taslağın belki de en tartışmalı yanı hükümetin birçok yetkisinin yerele devredilmesi ve yerel konseylerin güçlendirilmesidir.

Suchkov şöyle yazıyor:

“Tartışma yaratan hususlardan biri ‘Kürt bölgelerine özerklik imkânı’ veren maddedir. Rusya bunu ülkenin federalleşmesi yönünde yeterli bir ödün olarak görüyor. Kürt topraklarında Kürtler ve Araplar için eşit haklar öngören düzenleme de önemli. Ayrıca taslakta ülkedeki her bölgeye resmi dilin yanı sıra o bölgedeki çoğunluk dilini kanunların öngördüğü şekilde yasalaştırma hakkı verilmesi öngörülüyor.”

Beklendiği gibi taraflardan taslağa güçlü tepkiler geldiğini belirten Suchkov şöyle yazıyor:

“En çok tartışmayı şu ana kadar Kürt konusu yarattı. Türkiye’nin, Şam’ın ve muhalefet içindeki Arap güçlerin özerklik önerisine kendine göre itirazları var. Kaldı ki fazlasını talep eden Kürtler de memnun değil.”

Rusya Kürtler için özerklik fikrini ilk kez gündeme getirmiyor. Özerklik konusunun Rusya tarafından geçtiğimiz eylülde de masaya konduğunu ancak bu girişimin Suriye hükümetince reddedildiğini duyurulmuştu.

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zakharova Rusya’nın Suriyeli Kürtlerin özerkliğini desteklediğini reddederek şöyle konuştu: “Suriye’nin yekpare, egemen, etnik ve dini açıdan çok kimlikli bir ülke olmasını ancak Suriye halkı sağlayabilir.”

Lavrov ise Rus taslağını ABD’nin “dayattığı” Irak Anayasası ile kıyasladı ve şöyle dedi:

“Bizler Suriyeli taraflara sadece önerilerimizi sunduk, bunları zorla kabul ettirme niyetimiz yok. Son beş yılın tecrübelerine dayanarak pratiğe yönelik çalışmaların ancak masaya somut öneri konulursa başlayabileceğine inanıyoruz. Umudum o ki tüm Suriyeli kesimler Cenevre toplantısına hazırlanırken taslağımızı okuyacak ve bu taslak, Suriye’de Cenevre Bildirisi doğrultusunda bir anlaşmaya varmak üzere somut görüşmeler için ivme sağlayacak.”

Suchkov ise şu tespitte bulunuyor:

“Moskova’daki beklenti, günün sonunda tüm tarafların aşırı uçlardaki uzlaşmaz tutumlarla iç savaşın kısa sürede sona erdirilemeyeceği, önerilen formülün ise mevcut koşullarda en iyi çözüm olabileceği fikrinde birleşeceği yönünde.”

TÜRKİYE’NİN EL BAB ÇIKMAZI

Metin Gürcan, kuzey Suriye’deki harekâtına devam eden Türk ordusunun İslam Devleti (İD) ile mücadelede “yeni nesil meskûn mahal çatışması” ile karşı karşıya olduğunu, ayrıca hem Türkiye’deki PKK’nin hem de Suriye’deki Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) silah kapasitesini artırdığını aktarıyor.

Gürcan şöyle yazıyor: “Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) şu an El Bab’ta IŞİD’e karşı verdiği savaşta yeni nesil meskûn mahal çatışmasının ne kadar zor olduğunu öğreniyor. IŞİD'in El Bab’ta sivil nüfus içinde tünel harbi, tanksavar füzeleri ve araçlı intihar saldırılarından oluşan üçlü savunma stratejisi TSK için büyük bir sınav hâline gelmiş durumda. PKK’nin benzer teknoloji ve yeteneklere ulaşıp ulaşamayacağı da Ankara için son derece önemli bir soru.”

Gürcan’a göre “Suriye ve Irak’taki savaş ortamı sayesinde PKK’nin silah, mühimmat ve teçhizat envanterinin artık hem çeşitlendiği hem de giderek daha sofistike hâle geldiği gözleniyor. PKK bağlantılı YPG güçlerinin özellikle Suriye’nin kuzeyindeki savaş hâlinden kazandığı yetenekler ikiye ayrılıyor: Konvansiyonel yetenekler, yani zırhlı birlik harekâtı, topçu ve roket atışlarıyla görmeyerek ateş desteği; büyük çaplı lojistik akış ve ikmal ile özel askeri yetenekler, yani yakın hava desteği koordinasyonu, topçu ileri gözetleyiciliği, insansız hava aracı ile keşif ve gözetleme, meskûn mahallerde muharebe. Bunlar Ankara’nın PKK’nin giderek konvansiyonel yeteneklere sahip düzenli bir orduya dönüştüğü yönündeki kanaatini güçlendiriyor.”

Peki, PKK ve YPG bu silahları nereden buluyor?

Gürcan’ın yanıtı şöyle: “Öncelikle herkesin bildiği ama pek konuşmadığı acı bir gerçek karşımıza çıkıyor: Suriye ve Irak’ta oluşan silah karaborsası. Burada her türlü silah sistemi satılabiliyor hatta kiralanıyor. Suriye’deki muhalif gruplara gönderilen silah ve mühimmatın pazarlarda satılması veya diğer gruplarla takas edilmesi de çok yaygın bir uygulama. Irak’ta IŞİD’le mücadele eden silahlı güçlere ABD, Avrupa ve İran tarafından yapılan silah ve mühimmat yardımının gönüllü olarak PKK’ye verilmesi de bir diğer gerçek. Bunların yanı sıra PKK’nin çatışmalarda savaş ganimeti olarak ele geçirdiği silah ve teçhizat da var. Bunların başında YPG güçlerinin Suriye’nin kuzeyindeki ilerlemeleri esnasında IŞİD’den ele geçirdikleri silahlar geliyor.”

Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte El Bab yakınlarındaki cephe hattında bulunan Khaled al-Khateb, İD’le mücadelenin ne denli zor olduğunu aktarıyor. İD militanlarının iyice mevzilenmiş olmasının yanı sıra Suriyeli Kürt güçleri de Türk harekâtını zorlaştırıyor. Khateb şöyle yazıyor: “ÖSO grupları ve Türk özel kuvvetleri dâhil Fırat Kalkanı Harekâtı’na öncülük eden güçler, Kürt YPG’nin belkemiğini oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile ihtilaf içinde. Türk yetkililer, SDG’yi Türkiye’nin terörist örgüt saydığı PKK’nin uzantısı olarak görüyor ve Türkiye’nin güvenliği açısından tehdit addediyor. Türkiye ve ÖSO benzer menfaatlere sahip. Zira her ikisi SDG’nin ayrılıkçı hedeflerinden endişe ediyor.”

Amberin Zaman, bölgedeki girift Kürt dinamiklerini Suriye ve Irak’taki gözlemlerinden birinci elden aktarıyor.

Zaman, bu kapsamda Suriyeli Kürt liderlerinin artık “Kuzey Suriye Demokratik Federal Sistemi” diye adlandırdığı yapıya değiniyor ve şöyle yazıyor:

“Bu değişikliğe güvensizlikle bakanlar, değişikliğin bölgedeki Kürt hâkimiyetini maskeleme amaçlı bir numara olduğunu söylüyor. Rojavalı liderler ise federasyonu Suriye’nin bütünü için hayal ettikleri laik, eşitlikçi, çok kimlikli federal yapının modeli olarak görüyor. Birçok kişi bölgeye hâlâ ‘Rojava’ diyor ve yöneticiler, hükümetin Kürtleri silmek amacıyla yıllarca uyguladığı Araplaştırma politikasını etkisizleştirme arzusunu gizlemiyor.”

Zaman şöyle devam ediyor:

“Bu yeni düzenin ana direklerinden biri eğitim. Zorunlu Arapça eğitim yavaş yavaş kaldırılıyor. Rojava’nın en büyük etnik grubu olan Kürtler, nihayet yıllarca yasaklı kalan kendi dillerinde, Kürtçenin Kurmanci lehçesinde eğitim alabiliyor. Araplar çocuklarını Arapça okullara göndermeye devam ederken Süryani olarak bilinen Suriyeli Ortodoks Hristiyanlar da çocuklarını kendi dillerinde eğitiyor. Uygulamada epey belirsizlik var. Küçük yaştaki Kürt öğrenciler Kürtçe eğitime kolaylıkla uyum sağlasa da uygulama hâlen pilot safhada sayılır. Arada kalan Kürt ve Süryani lise öğrencileri ise Suriye Eğitim Bakanlığı’na bağlı Arapça eğitim kurumlarında okumaya devam ediyor. Uluslararası alanda (…) sadece bu okulların diplomaları tanınıyor.”

Kürt yönetimindeki bölgelerin Türkiye kökenli PKK’nin mahpus lideri Abdullah Öcalan’ın devrimci fikirleri için bir laboratuvar hâline geldiğini aktaran Zaman şöyle devam ediyor:

“Öcalan ve arkadaşları 1978’de PKK’yi kurduklarında İran, Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürtleri birleştirecek bağımsız bir Kürdistan için mücadele edeceklerini söylediler. Ancak zaman içinde jeopolitik gerçekler ağırlığını hissettirdi ve PKK iddialarını aşağı çekti. Öcalan şimdi etnik milliyetçiliği ve ulusal sınırları reddeden, cinsiyet eşitliğini ve çevre duyarlılığını teşvik eden, radikal bir komünalizm modelini savunuyor.”

Öcalan’ın bu dünya görüşünün kısmen Amerikalı özgürlükçü sosyalist Murray Bookchin’den etkilendiğini belirten Zaman, “Tüm çoğulculuk bahsine rağmen Rojava ayan beyan Kürt kimlikli olup tepeden aşağı doğru yönetiliyor.” diyor ve en tepede PKK’nin olduğuna işaret ediyor.

Suriyeli Kürtler, Irak Kürdistanı yönetimiyle de çetrefilli ilişkilere sahip. Zaman bu konuda şunları aktarıyor:

“Irak Kürdistanı Başkanı ve KDP-S’nin model aldığı Kürdistan Demokratik Partisi’nin (KDP) lideri olan Mesud Barzani, Rojava genelinde sevilen bir isim. Bu özellikle Derik ve çevresi için geçerli. Buralarda birçok köyün üzerinde KDP’nin sarı bayrakları dalgalanıyor. Cep telefonu aksesuarlarının satıldığı küçük bir dükkân işleten Muhammed Yusuf’a göre Barzani resimli telefon kılıfları Öcalan resimli kılıflar kadar çok satıyor. Barzani, halkın bu sevgisini her şeyden önce Kürtlerin özgürlük mücadelesinde başat bir isim ve efsanevi bir savaşçı olan babası Molla Mustafa Barzani’ye borçlu. Ancak Barzani’nin Türkiye ile dostluğu ve PYD ile husumeti buradaki imajını zedelemeye başlamış durumda. Yine de Barzani, silah ve eğitim desteği verdiği 3 bin civarındaki KDP-S savaşçısının Rojava’ya dönüşünü sağlamak amacıyla Rojava liderlerine baskı yapılması için ABD nezdinde bastırıyor. Barzani’ye göre amaç Kürtlerin birliğini sağlamak. Karşıt görüşe göre ise Barzani PYD’nin güç tekelini kendi lehine kırmak istiyor. Rojava yönetimi, KDP-S birlikleri onun emrine girmeyi kabul ederse dönüşlerine izin vereceğini söylüyor. Ancak bu koşul kabul görmüyor.”

(Kaynak: AL Monitör)