Sefa Feza Arslan / Demokrat Haber

Reyhanlı'da gerçekleşen korkunç katliam, bu ülkeye barışın gelmesinin yegane koşulunun bu militarist iktidarın, barış ile demokrasi güçleri tarafından dizginlenmesi olduğunu, çok acı bir şekilde bir kez daha gösterdi. Bugün en yandaş kalemler bile biliyor ki, bu katliamın gerçek faili hangi insanlık düşmanı zihniyet olursa olsun, siyasi sorumlusu, Türkiye'yi kafa kesen, kalp yiyen barbarlar için adeta bir lojistik merkeze dönüştürerek (ya da en azından dönüşmesine göz yumarak), -Guardian yazarı J. Steele'in ifadesiyle- ABD'nin silahlandırdığı Kontraların üstlendiği Honduras'a çeviren iktidardır.

Bunun mazlum Suriyeli mültecileri desteklemek ile hiçbir alakası yoktur. Eğer iktidarın politikası hakikaten insani bir refleksle, sadece, Esad rejiminin zulümlerinden kaçan göçmenlere destek vermek olsaydı, demokrasi ve barış güçleri sonuna kadar iktidarın arkasında olurdu.

Oysa, iktidar militarist ve emperyal bir perspektifle taraf oldu. Yaptığı Afganistan işgaline karşı Bin Ladin'i destekleyen ABD'nin yaptığı kadar kabul edilemezdi. Silahlı barbar örgütlere göz yumulduğu hatta desteklendiği ayyuka çıktı.

R. Fisk, J. Steele gibi – aklı başında birinin hiçbir şekilde Esad yanlısı olarak niteleyemeyeceği - önemli gazeteciler bunları defalarca gündeme getirdi.

(Bkz. http://www.independent.co.uk/voices/commentators/fisk/plucky-little-turkey-standing-up-to-evil-syria-its-not-as-simple-as-that-8201347.html )

O yüzden, iktidar yandaşlarının çarpıttığı noktayı bir kez daha vurgulayalım: İktidar, mazlum mültecilere kucak açtığı için suçlanmamaktadır. Suriye'de barışçıl bir dönüşümü desteklemek yerine, silahlı barbarlık güçlerine kucak açtığı ve Suriye'deki şiddet sarmalının derinleşmesine vesile olduğu için suçlanmaktadır.

AKLIN KARAMSARLIĞI, İRADENİN İYİMSERLİĞİ

Umarız, bu acı olay, barış sürecini desteklemek ile iktidarı desteklemeyi karıştıranlara da bir ders olur. Reyhanlı katliamı doğrudan barış süreci ile ilgili olmasa bile, barış sürecinin bu iktidarın inisiyatifine asla bırakılamayacağını göstermiştir. Roboski'nin, Reyhanlı'nın bir daha yaşanmaması, silahların bir daha konuşmaması için bu güvenilmez iktidar karşısında, Antonio Gramsci'nin, büyük hümanist yazar Romain Rolland'a atfettiği şiar ile desteklemeliyiz barış sürecini: Aklın karamsarlığı, iradenin iyimserliği...

Evet, aklın karamsarlığı, çünkü bugün çatırdayan bu AKP-Cemaat koalisyonuna güvenmemiz için tek bir neden yok. Otoriterliğini, güvenilmezliğini, zalimliğini, tutarsızlığını defalarca göstermiş bu koalisyonun iki bileşeninden herhangi biri hiç beklemediğimiz bir anda barış umutlarımızı boşa çıkarabilir.

Nitekim, cemaat sürece ilişkin diş göstermeye başladı bile. Koalisyon ortakları arasındaki bu çatışmanın ne boyutlara varacağını tahmin etmek zor. Cemaatin karşısında AKP'nin süreci ne kadar destekleyeceğini de bilmiyoruz.

Ama işte tam da bu yüzden aklın karamsarlığı derken, iradenin de iyimserliği diyoruz. Çok değil kısa bir süre önce militarizmi, imha politikasını savunan AKP-Cemaat koalisyonunu, savaş çizgisinden barış masasına getirten Kürt siyasi hareketinin ve bu toprakların barış yanlılarının iradesinin iyimserliği. Bu sürecin tek sigortası da işte bu iradedir. Tıpkı, yeni Reyhanlı'ları engelleyecek olanın da, bir haftadır Reyhanlı halkının yanında olduğunu göstermek için Türkiye'nin her yerinde iktidarın gazını yiyen savaş karşıtlarının iradesinin olduğu gibi.

SRİ LANKA ÇÖZÜMÜNDEN BAHSEDENLERİ UNUTMADIK

Reyhanlı halkının da, mazlum Suriyeli göçmenin de yanında olan bu savaş karşıtı iradeyi bile Esad destekçisi gibi göstermeye çalışanlar ile barış sürecini AKP'nin “ışığı ile göz kamaştıran bir mucizesi” gibi sunanların aynı kişiler olması şaşırtıcı değil. Barış sürecini desteklemeyi iktidarı desteklemekle eş tutan bu zihniyet tutarsız olduğu kadar hafızasız da. İktidarın, cemaatin kanaat önderlerinin güvenlikçi politikasına teslim olup, askeri çözümden söz ettiği, hızını alamayanların Sri Lanka çözümünden bahsettiği günleri unutmadık.

Bugün barış sürecini derinleştirmek, barış sürecini bir demokratikleşme sürecine dönüştürmek için uğraşanları barış sürecine karşı gibi göstermeye çalışanların da o günlerde neler yazdığını unutmadık.

Binlerce Kürt siyasetçi, gazeteci ve aydın KCK soruşturmaları ile adeta rehin alınırken, BDP'nin siyaset akademisinde ders veren öğretim üyelerini, o akademide siyaset dışında her şeyin konuşulduğunu iddia ederek etik davranmamakla suçlayan yeni-muhafazakarların (neo-conlar) yazdıklarını unutmadık.

( Y. Oğur, 1.11.2011, Benim cici PKK'm http://www.duzceyerelhaber.com/Yildiray-OGUR/4424-Benim-cici-PKKm )

Öyle zehirli bir iklim yaratılmıştı ki, Emre Uslu, Mehmet Baransu, Önder Aytaç, Gültekin Avcı gibi imha politikasını savunan yazarların zihniyeti liberaller üzerinde hegemonik olmuştu.

Markar Esayan gibi Taraf'taki son ayrışmada Uslu ve Baransu ile ters saflara düşen daha barışçıl bir yazar bile o dönem şöyle yazıyordu: “Bu nedenle savaşçı PKK Ceo’larının kararı ile PKK’lılar her zaman olduğu gibi kış öncesi kamplara çekilmek yerine ülke içinde tutuldu. Çukurca’dan sonra Türkiye’nin misillemesinde ciddi kayıplar verildi ve anlaşıldı ki, Kandil daha hangi müfrezelerinin nerede konuşlandığını dahi bilmiyor. Şimdi bu güçlerin büyük kısmı yetersiz erzak ve cephane ile serseri mayın gibi kış şartlarında ortalıkta kaldılar ve bir ateşkes yaşanmazsa bordo bereliler ve hava bombardımanları ile imha edilecekler.”

(M. Esayan, 10.11.2011, Yol ayrımında http://www.duzceyerelhaber.com/Markar-ESAYAN/4588-Yol-ayriminda )

Vurgulamak istediğimiz Esayan'ın yazdıklarının muhtemelen tamamen yanlış çıkmış olması değil, ona bu yanlış analizlerle dolu askeri analiz diliyle yazdıran zehirli iklim. O zehirli iklim hükümete de öyle bir özgüven vermişti ki, hükümet Kürt sorununu PKK'yi imha ederek çözeceği yanılsamasına kapılmıştı. Hükümetin hala aydınlatmadığı Roboski katliamı, bilerek de olsa, kaza ile de olsa, imha siyasetine kendini kaptırmış, özgüven patlaması yaşayan bir iktidarın sorumluluğunda gerçekleşti. Roboski katliamının korkunçluğu ve yarattığı infial, bu zehirli iklimin sorgulanmaya başlanmasına yol açtı. Bunun üzerine bir de MİT krizi ile ortağı tarafından arkasından vurulan AKP için yeni bir barış sürecinden başka yol kalmamıştı.

Ama AKP buna ancak karşısında vicdan sızlatan bir tutum sergilediği açlık grevlerinin, Öcalan'ın araya girerek sonlandırılmasından sonra ikna oldu. Bütün bunlar gösteriyor ki, barış sürecine sahip çıkmak yeni-muhafazakar ve liberal entelektüel vasata teslim olmamaktan geçiyor.

Kürt siyasi hareketi ve barış yanlıları o vasata teslim olsalardı bugün barış sürecini konuşuyor olamazdık. Mücadeleyi bırakmayarak, o zehirli iklimi sorgulayarak, ona teslim olmayarak bu süreci yarattılar. Süreci AKP'nin tutarsızlıklarına karşı koruyacak olan da işte bu iradedir.

https://twitter.com/fezaarslan