Gazeteci Ümit Kıvanç, Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’un silahlı saldırı sonucu öldürülmesi ve Türkiye’nin Suriye politikasını değerlendirdi.

Kıvanç, “Türk İslâmcısına soruyorum: Biliyorum, hep haklı, hep mağdur, hep seçilmiş, hep mübareksiniz, lâkin biz sıradan fâniler gibi başını elleri arasına alıp, gözünü yumup, her ne şekildeyse, azıcık oturup düşünen var mı aranızda? “Biz ne halt ediyoruz?” diyen var mı? Polisin içinde intihar eylemcilerinin örgütlenmesi meselesini Kürtleri öldürerek mi halledeceksiniz yoksa daha çok gazeteciyi hapse atarak mı?” diye sordu.
 
Türkiye’nin Suriye politikasını eleştiren Kıvanç, “Halep’in plakası 82 mi olsun 83 mü diye eğleniyordunuz. Sizinkiler Halep’in fabrikalarını söktü, geldi burada sattı. Ucuza kapatanlar yoldaşınız mıydı, dindaşınız mıydı, neydi? Operasyon odaları kurup Halep’te neredeyse cephe açtınız. Eğitip donattığınız cihatçıları bilahare, “dostum Putin”den Kürtlere saldırı izni koparmak için sattınız. “Rusya katil, İran canavar” bağırtılarıyla, “Halep’e yol açın” müsamereleriyle insanları kışkırttınız. Hep barış mitingi ya da Kürt düğünü bombalayacaklar zannettiniz, öyle olmadığını gördünüz, hâlâ aynı kafadasınız. Sonra Ankara’nın orta yerinde biri gelir Rusya büyükelçisini vurur… Çevik Kuvvet polisi meğer intihar eylemcisiymiş!” ifadelerini kullandı.

Ümit Kıvanç’ın Gazete Duvar’da yayınlanan, “'Ne halt ediyoruz?' diyen var mı aranızda?” başlıklı yazısı şöyle:

Burası, bütün dünyanın bildiği gerçeklerin biz yok deyince yok olacak sanıldığı, hakikatlerin ısrarlı, sürekli inkârı ve bunu mümkün kılsın diye “bünye”nin geliştirdiği oyalama, savuşturma mekanizmaları ve şirretlik üslûbu ve cehalet yüzünden insanların hasta doğduğu, hasta büyüdüğü topraklardır. Yönetenlerin pratiği yalan üzerine kuruludur, çoğunluğun bütün hassasiyeti, kimsenin gelip yaşama zeminimiz olan yalanı kurcalamamasıdır. Kurcalanırsa bahçeden kemikler çıkabilir.

Bu yüzden, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara’nın göbeğinde, Rusya gibi bir devletin büyükelçisinin öldürülmesi hadisesinin gerçek boyutlarını bu toplum hiçbir zaman kavrayamayacak, bu yüzden başına işler gelirse bunlara anlam veremeyecek, toplumun bir şeyleri kavramasına yardımcı olması gereken “kanaat önderleri” başka pek çok gerçek gibi bunların da kavranmaması için bizzat seferber olacaktır. Oldular bile.

Şu anda millet-i hakimenin fikriyatını ve haleti ruhiyesini şekillendiren kapıkulu tayfasının tek derdi, büyükelçi Andrey Karlov’u vuran katilin her ne ise o olmadığını ispattır. Yine herkesin gördüğü apaçık hakikatlerin görülmemesi, görülürse inkârı, kendi yarattığımız masala inanma, inanmayanları suçlama hamlesi içindeyiz. Alışkın olduğumuz hayat.
 
O KADAR ÇOK ŞEY SÖYLENMELİ Kİ…
 
Bir büyükelçinin vurulması üzerine söylenecek şey çok. Vurulanın Rusya büyükelçisi olması, söylenecekleri çeşitlendiriyor, boyutlandırıyor. Bir büyükelçinin başkent Ankara’da öldürülmüş olması, ayrıca ele alınmayı gerektiriyor. Rusya büyükelçisinin başkent Ankara’da öldürülmüş olması, mevzuya iki-üç paragraf daha eklemeyi gerektiriyor, Rusya büyükelçisinin Ankara’da tam da şu sırada vurulmuş olması… derseniz, bir arabaşlık atıp altına beş-on cümle daha yazmanız gerekecektir.
 
Bunların hepsi vahim fakat meselenin bir yanı TC vatandaşları için ölümcül: Başkent Ankara’da Rusya büyükelçisine suikast düzenleyen katil, intihar eylemcisi bir polis! Ve tabiî, hakikatin metrelerce derine gömülüp üzerine beton dökülmesi, gömülemiyorsa paramparça edilmesi, mümkün olan her yerinden tutulup dişlenmesi, kemirilmesi, eğilip bükülmesi için seferber olunan konu tam da bu.

Bir içişleri bakanımız var. Dilinden intikam kelimesi düşmüyor. HDP’lilere “Kürt siyasetçiyim diye ortalıkta dolaşıyorsunuz” postası koyuyor. Kendi teşkilâtından bir memur, -suikast+intihar eylemi düzenlediği sergi dahil- her yere serbestçe girip çıkabilmesi için devletin rozet, kimlik, gerektiğinde kullanabilmesi için silah verdiği bir genç adam, başkentte bir yabancı devletin en üst düzey diplomatını öldürdü. Bu içişleri bakanına hesap soran var mı? Yok. Olmayacak da. Başbakana da kimse hesap sormayacak.
 
AĞIR SORULAR


Siyasî sorumluluk bahsi olayın gerçek boyutlarının yanında pek ufak ve önemsiz kalıyor. Sadece değinmeden olmaz diye etmedim sözünü. Bu hesapların sorulmamasının tek sebebi, şu anki mutlak iktidar durumu olmayacak. Esas dert, soru sorulmasını önlemek. Çünkü bu vahim hadisenin önümüze koyduğu çok ağır sorular var. Cevap bulurlarsa mazallah, cevapsız kalırlarsa daha mazallah! En ağırlarından başlayalım:

Çevik Kuvvet polisinde El-Kaide veya benzeri cihatçı silahlı örgütlerin mensubu, bağlısı, sempatizanı, potansiyel intihar eylemcisi polisler mi var?
Herhangi bir olayda insanların üzerine gönderilen ekiplerin içerisinde, Çevik Kuvvet polisi Mevlût Mert Altıntaş gibi daha kaç resmî silahlı, üniformalı genç El-Kaideci var?

El-Kaideci polislerin ne zaman polis gibi değil de El-Kaideci gibi davranacağına dair tahmine, bilgiye sahip kimse var mı? İstihbarata sahip olan yok, gördüğümüz kadarıyla. Yani polisin elindeki silah bugün büyükelçiye yarın kimbilir kime karşı kullanılacak. Polise potansiyel intihar eylemcisi gözüyle mi bakılacak?

“Mevlût Altıntaş bu işi yalnız başına mı yaptı?” kısmını geçiyorum. FETÖ FETÖ diye tutturuldu yine: Başka herhangi bir bilginin ortaya çıkmaması için bütün devlet ve AKP teşkilâtı seferber olacaktır. Eğer duyurmak isterse, ayrıntıları Moskova’dan öğrenebileceğiz.

“Katil neden sağ yakalanmadı?” faslı da bir âlem. Büyükelçi yaralıymış, kan kaybediyormuş, katil de yaralının başından ayrılmıyormuş, bu yüzden “etkisiz hale” getirilmesi gerekmiş, falan falan… Elinde azıcık mermi kalmış, rehine tutmayan bir eylemciyi öldürmek zorundalarmış! Yetkililerin söyledikleri asla ikna edici değil.

Suikastın yol açacağı badireler atlatılsa dahi geçerli kalacak, hepimizi mahveden ve belli ki edecek, çok daha derin ve köklü meseleye gelmek için bu soruyu da kenara koyuyorum ama size koymamanızı tavsiye ediyorum.
 
KOF MÜDÜRLER
 

Mesele, hakikati idrak konusunda çok ciddî sorunları olan, idrak edebildiğinde de kompleksleri depreşen, krize giren, kendi söylediği yalana inanma kapasitesine sahip, kalkıştığı işleri becerme kapasitesindense yoksun birilerinin elinde koca toplumun hayatını mahvetmeye yeterli gücün birikmiş olması. Rusya büyükelçisinin başkent Ankara’da tam da şu sırada vurulabilmesi gösteriyor ki, seçimli parlamentolu rejimi ortadan kaldıralım, kuvvetler ayrılığı, anayasa, yasa, hukuk şu bu kalmasın denirken, neredeyse kaba işlevleriyle devlet dahi kalmayacak ortada. “İşi biliyor”, “duruma hakim” vs. gözükenlerin böyle bir kabiliyeti yok. Kimse korkudan odasına giremediği için kudret, yanında ağzını açamadığı için ehliyet sahibi gözüken kof müdürlerle karşı karşıyayız.
Rusya uçağını düşürdün. “Yaptım, yine yaparım!” diye posta koydun. Canına okuyacaklarını anlayınca yelkenleri indirdin. Özür diledin, onların da şu an için işine geldi, herkesin önünde uzatmadılar. Aslında bir sürü taviz verdin, “millet”ten gizledin. Şimdi adamın çıkıyor, “düşürmediğin uçak için neden düşürdük dedin?” diye Ortadoğu fatihi stratejik derinlik mucidi eski başbakanına posta atıyor. Düşürdün mü düşürmedin mi? Düşürdüysen hangi akla hizmet, düşürmediysen bütün bunlar ne işti?

Halep’in plakası 82 mi olsun 83 mü diye eğleniyordunuz. Sizinkiler Halep’in fabrikalarını söktü, geldi burada sattı. Ucuza kapatanlar yoldaşınız mıydı, dindaşınız mıydı, neydi? Operasyon odaları kurup Halep’te neredeyse cephe açtınız. Eğitip donattığınız cihatçıları bilahare, “dostum Putin”den Kürtlere saldırı izni koparmak için sattınız. “Rusya katil, İran canavar” bağırtılarıyla, “Halep’e yol açın” müsamereleriyle insanları kışkırttınız. Aklı başında herkes, “şahadet”e hazır on binlerce silahlı cihatçıyla oyun olmayacağını, işler tersine döndüğünde bunların en başta sizin başınıza bela olacağını, yarattığınız ortamda bilumum silahlı tayfanın şehirlerinizde at oynattığını, bunların kaçınılmaz olarak her yeri kana bulayacağını söyleyip duruyor; ama nafile! Siz, bunları, kendinizden saymadıklarınızı ezip bastırma işinde kullanmayı umuyor, beş-altı yıldır savaşı, katliamı, her türlü vahşeti kanıksamış bu adamların sizin sözünüzden çıkmayacağını sanıyorsunuz. Hep barış mitingi ya da Kürt düğünü bombalayacaklar zannettiniz, öyle olmadığını gördünüz, hâlâ aynı kafadasınız.

Sonra Ankara’nın orta yerinde biri gelir Rusya büyükelçisini vurur…

Çevik Kuvvet polisi meğer intihar eylemcisiymiş!..
 
‘O MÜRTED, MÜCAHİT DEĞİL’ DİYORLAR

 
Tahakküm aşkından gözleri görmez kulakları duymaz olmuş, ikbal saadetinden başı dönmüş muktedir Türk İslâmcısına soruyorum: Biliyorum, hep haklı, hep mağdur, hep seçilmiş, hep mübareksiniz, lâkin biz sıradan fâniler gibi başını elleri arasına alıp, gözünü yumup, her ne şekildeyse, azıcık oturup düşünen var mı aranızda? “Biz ne halt ediyoruz?” diyen var mı? Polisin içinde intihar eylemcilerinin örgütlenmesi meselesini Kürtleri öldürerek mi halledeceksiniz yoksa daha çok gazeteciyi hapse atarak mı?

Anlayana kısa yoldan “mesaj verecek” -biliyorsunuz, en kutsal iş “mesaj verme”dir- bir haberimsi bilgiyi şuraya sıkıştırayım. Andrey Karlov’un Ankara’da intihar eylemcisi polis tarafından tekbirler eşliğinde öldürüldüğü işitilir işitilmez El-Kaide sempatizanları kutlamalara giriştiler. Ancak “İslâm Devleti” örgütü yanlıları sessiz kaldılar veya kayda değer coşku göstermediler. Sonra cihatçı saflarda bir tartışma başladı. Kimileri katili kutsarken kimileri onun cihad yolunda şehit olmuş sayılamayacağını ileri sürdüler. Bunlara göre Mevlût Altıntaş, “şirk kanunları”na bağlı olarak görev yapan bir “mürted”. “Mürtedlerin devleti”nde polis. Resmî görevini, TC yasalarını ve devletini inkâr, bunların İslâm’a aykırılığını kabul ve ilan etmiş biri değil.

Görüyor musunuz, yakacaklar adamın şahadetini! Onlara göre mürted!

Peki size göre nedir, sayın Türk İslâmcısı? Terörist? Şehit?

Ha bir de, Putin nedir? Ahbabımız?

İşte ama, soru soruyu doğuruyor: Peki o halde Halep nedir? Birazdan, İdlib ne olacaktır?

Yine şu soruya dönmek ve onunla bitirmek zorundayım:

Çevik Kuvvet veya devletin başka silahlı birimlerinde Mevlût Altıntaş gibi daha kaç intihar eylemcisi var?