SUNA AKTAŞ *

 

Dersime dair bendeki bilgilerden kuşkulanmaya başlamam bir yaz tatiline denk gelir. Elazığ merkeze bağlı Dersim’den gelenlerin yaşadığı mahallede, yazın herkes kapıların önünde ağaç gölgeliklerinin altında oturur, ben de öyle. Hemen yani başımızda yaşlı bir kadın kalırdı... Gözlükleri kalın camlı, başı Dersimli kadınlar gibi sarmalı, şalvarlı, belinde kuşağı, dışarıya özenle taşırılmış bir tutam kınalı saçları, habire çorap örerdi, dört sisin üstünde. Kendi kendine çok konuşurdu. Ben Kürtçe anlayabiliyor ama konuşamıyordum. Kadına kulak verdim.

 

“Öyle bi tufan geldi, öyle bi tufan geldi ki, herkesi kırdılar. Kimse kalmadı...”

 

Anneme Türkçe , “Anne, yaşlı kadın tufan geldi herkesi kırdılar kimse kalmadı dedi, ne anlatıyor?” diye sordum. Annem, “O otuz sekizden kalma çok çekti, olanları hep gördü. Hep kendi kendine onları anlatıyor“ dedi Kürtçe. Annem Kürtçe konuşur Türkçe anlardı, Türkçesi benim Kürtçem gibiydi. Ben kâğıdı kalemi aldım elime, annemi ikna ettim tercümanlığımı yapsın diye, çünkü konuşamıyordum. Sorular sordum. Yaşlı kadın, Gazel Teyze cevap verdi, yasını sordum o zamanlar yeni (taze) gelin olduğunu söyledi.

 

“İkindiydi... Geldiler bütün milleti topladılar, Dereyi Emirhan’e (Emirhan Deresi). Ben yeni gelindim o zaman. Ağır makineyi kurdular herkesi taradılar. Beni öldü sandılar. Ölülerin altında kaldım ben. Herkesi üst üste, üst üste attılar. canlı var mı diye de süngülediler. İlk bacağıma süngü geldi, yandım anam dedim ama sesimi çıkaramadım, kim sesini çıkarır? Tam yedi tane süngü yaram var. Birkaç kişi sağ olanlar o gece ormana kaçtık öyle kurtulduk. Zulümdü. Tufandı, zaten açlık vardı çok fakirdik. Yiyecek ekmek bulamazdık beyaz ekmek nedir bilmezdik, bir tek darı ekmeği bi de gülik yerdik. Geldiler iyice milleti kırdılar, öldürdüler, kalanları gönderdiler” diye anlattı.

 

Sebebini sordum.

 

“Sebep mi, sebep Türk devleti bizi sevmiyor ondan” dedi.

 

Çok yaşlıydı ve hâlâ çok korkuyordu devletten. Çünkü devlet onları sevmediği için bu kırımı yapmıştı. O başka sebep bilmiyordu. Son cümleyi söylediğinde annem dönüp bana, “bunu yazmayacaksın” dedi. Korktu başıma birşey geleceğinden. Sonra sorularımı çevirmekten vazgeçti. Ben sorularıma cevap bulmaya çalıştım ama yaşlı kadına bir türlü sorumu anlatamadım. Sorularımdan anlamayınca beni devletin onun yaşlı aylığı kesilsin diye gönderdiği memuru olduğuma karar kıldı korktu ve sustu.

 

Bilmemize izin verilen bilgilerin arasında toplu bir ayaklanma olduğu, ağaların zalim, kötü olduğu, o zamanki insanların aslında iyilikten, medeniyetten anlamadıkları vardı ama kadının anlattıkları yoktu. Barbaros Baykara’nın kitaplarından okumaya izin vardı başka da ulaşılabilir bir kaynak yoktu. Canlı kaynaklar ise susmuştu. Özellikle tarih derslerinde başarılı olan ben, bildiklerim, aklımda kalanlar başka ama Gazel Teyze’nin anlattıkları bambaşka...

 

Sonraki yıllarda iki tanık daha buldum. Onlarla aynı topraktan aynı mezhepten olduğum için konuştular, başka türlü olsaydı konuşacaklarını sanmam. Hâlâ çok korkuyorlar, anlatırlarsa, kendileri ve çocuklarının başına birşey gelecek diye endişeleniyorlar. Kaydedilmiş canlı tanıkların beyanatlarını dinleyip izlediğimde de konuşanlar hep tanıdıklarına konuşmuşlar, hep aynı endişeyi taşımışlar. Bilinmesi lazım dedim, “bilmiyorlar mı biliyorlar... sanki bilmiyorlar, herkes yaptığını bilmez mi, bilseler ne olacak iyi zaten iyidir, kötü de zaten kötü...”

 

Dersim 38 denince Ali Amca’nın aklına ilk Şahan Ağa geldi. Şahan Ağa’yı, duyduklarını, gördüklerini Türkçe anlattı. Anlattığı vakit Ali Amca’nın yaşı doksanın üstündeydi.

 

“Şahin Ağa’yı General Abdullah Alpdoğan Elazığ’a çağırıy. Şahin diyor söz veriyorum gel buraya sen zaten onlarla birlik değilsin, Mornik’i sana tapu ederim. Mornik o zamanlar boştu, Ermeni malıydı. Şahin’in okur yazarlığı çoktu...Oradan çıkıp Beşpınar’a geliy (geliyor). Koçuşağın ağası, Abasanların ağası elçi gönderiler Şahin’e, derler ki yemin içtik beraber kurban kestik olmaz gitmeyeceksin Elazığ’a, yaşarsak da ölürsek de barabar” derler. Caydıriyler (ikna ediyorlar) onu... Sonra hepsi dağlara gittiler. Şahin yedi ay dayandı. Alay arama emri çıkartmış, Şahin’in kim kellesini getirirse para ödülü alır diye... Pirco’nun oğlu vardı. Hido Pirco derlerdi Şahan Ağa’nın hep yanında dolaşırdı bi de üvey kardaşıydı. Şahin Ağa ile Alişan Ağa hem akraba hem de arkadaşlardı. Alişan Ağa’nın yanında da Hido Lil var. Hido Pirco ile Hido Lil kendi aralarında anlaşırlar. Hıyanetlik (ihanet edecekler) edecekler. Kendi aralarında da diyorlar ki sen silah sesini duyduğunda bil ki Şahin Ağa’yı vurmuşuz sen de Alişan Ağa’yi vur. Tamam derler anlaşırlar. Şahin Ağa Balıkgen’e gider Alişan Ağa da Aktaş’a. Araları yürümeyle yarım saat sürmez.

 

Alişan Ağa bahi ki (bakıyor ki) Hido Lil yerinde duramıy (duramıyor), bi içer bi dışarı gidip geliy, soriy (soruyor), niye gelip gidersin... Birşey yok der. Oysa ki kulağını veriymiş, silah sesi var mı yok mu diye. Balıkgen’de de Şahin uzanıy ki yatsın. Hido Pirco yanına gidiy kontrol için hele uykuda mı değil mi. Şahin hemen doğruliy. Ne var ne istiyorsun Hido diyor. Ağa tabakanı isterim cığara içecem diyi, (diyor) Şahin tabakasını veriy, diyor ki, al al bu cığara işi değil ama al. Sonra uykuya dalıy uykudayken Hido Pirco silahı çekip başından vuriy.

 

Silah sesini Aktaş’ta duyarlar. Alişan Ağa ne oldu diye ses nerden geldi diye atily, (atılıyor) Aktaş tepesine doğru gidiy (gidiyor), Hido Lil mahsus arkasında kalıy, yanında değil. Alişer Ağa önde, o arkasındayken oda silahı çıkarı arkasından Alışan Ağayı vuriy.

 

İkindi vakti harman zamanıydı. Bi haber geldi, dediler ki Şahin’i vurdular.... Bi haber geldi dediler Şahin’i vurdular. Biz harmandaydık. Ben on beş on altı vardım. Bi evinin önüne getiriyler. Battaniyeye sarmış hayvana bağlamışlar. Evin önüne gelince hayvandan aşağı attılar. Alay komutanlığından haber geldi başlarını kesin getirin. Emir verdiler. Mümkünü yok kimse yapamaz. Muhafız Alay Komutanı o zamanlar Karaoğlan’daydı. Nahiye müdürü Hıfzı Beg demiş ki asker yapmasın hangi yezit vurmuşsa o başlarını kessin. Bunun üzerine Veli Pirco ile anası bunlar satırı alıp getirdikleri evin arkasında kesmişler.* Başlarını askerlerle birlikte çuvala koyup komutanlığa götürüyler (götürmüşler). Komutanlıkta bakarlar geri gönderirdiler. Bez mez yoktu. Yorgan yüzünü söktüler yıkadılar sardılar, başlarıyla gömdüler. Kim gömecek millet gömdü. Onlar dediler ki atın bi kuyuya.

 

Şahin öyle bi kibar insandı, çok hatırlarım, bizim ağamızdı. Bahtiyar aşiretinin ağasıydı. Gün görmüşlüğü çöktü. Harput’ta okumuştu. Çok iyi bir insandı... Dersim kolay kolay yıkılmazdı, birbirlerini yediler. Müzevirlik (muhbirlik) çöktü.

 

Hakkını sorarsan Tunceli’nin ismi Tunceli değildi. Kalan’dı, Dersim’di. Muhafız Alayı geldikte sonra Tunceli oldu. Önce 36’da yol yaptılar. Hozat ile Ovacık arasında o zamanlar yol yoktu. Yolları, bir de karakolları yaptılar. Yol bittiğinde ameleleri toplayıp Hozat’a götürürler. Onlar sandılar ki para alacaklar. Hepsini tıktılar içeri. Hepsini tıktılar içeri akşam oldu derelere çektiler hepsini vurdular hepsini vurdular kapat yeter, nefesim daralıyor... Süleyman Beg vardı o zaman. O Sırtıken’de ve Karaoğlan’da oturmuştu. O bizim tanıdık adamları çıkarmış, “Ulan kaçın gidin dedi, onları öyle kurtarttı. Gerisini öldürdüler.

 

Nasıl mı başladı benim duyduğum, beş-altı tene çardarma Mircan taraflarına gidiyler bir eve misafir olurlar... Gece kalkıp adamın ayaklarının kollarını bağliler zoraki kadının yanına gidiyorlar. Kocasının gözü önünde kötülük ederler kadına. Bir tane asker Sivaslıymış o yanaşmamış. Onlar gittikten sonra adamın beş-altı yaşında oğlu varımış onu çağırıy gel beni çöz diye. Sonra bu silahı alıp çıkıy adamlara kavuşiy. Sıvaslıya dokunmamış diğerlerini yere seriy. Sebep o. Bunun üzerine başlar. Vay ki asker vurulmuş, de ki bir asker ne yaptı... Çok kötüydü... Kırım vardı iskân vardı, kimse kimseyi tanımazdı herkes canının derdine düşmüştü. Öyle cefalarla öldürdüler, derelere yollara attılar.

 

“Sen hiç gördün mü Ali Amca?” diye sordum.

 

“Tabiii” dedi.

 

Köylerden adamları çoluk çocuk yaşlı kadın demeden topladılar bizim köye getirdiler. Laçinanlardan diğer köylerden getirirlerdi. Karaoğlan’da bi tepe var yanında da bi dere. Hem sağdan hem soldan ağır makineliyi kurdular taradılar. Hepsini intihar ettirdiler. Yıllar sonra davara gittiğimizde hele hele kemikler vardı ortada. Tabii gördük. Yerini de gördük, cesetleri de gördük. Kim kaldıracak cesetleri kim cesaret eder? Herkes kendi derdine düşmüştü. Taner’de milleti topladılar, evlere koydular gazı serptiler canlı canlı yaktılar orada hiç adam bırakmadılar, ekseriyeti hep yaktılar. Hozat tarafı dağ tarafına göre çok gitti. Milleti topladılar sizi göndeririz dediler, ağır makina kurdular. Bi çocuk vardı iki üç yaşında çok güzelmiş. Asker komutana gidiy benim çocuğum yok bu çocuğu bana ver ben alayım diyi (diyor). Komutan, “onlara hiç rahmet olur mu yarın kalkar seni ne yapar, hiç güven olur mu...” Sen biliyor musun vermedi çocuğu askere, öldürdüler iki yaşındaki çocuğu.

 

Köylüler nerde savaşsın askere karşı, önce silahların hepsini topladılar, sonra başladı zaten. Müzevirlik yapanlar çoktu. Bak Şahin Ağa’ya, yedi ay teslim olmadı sonra kim vurdu, kendi adamları vurdu. Tek tek ele geçeni zaten öldürürlerdi. Fakat toplu toplu köylerden getirdiler taradılar. Meyitlerin (cesetlerin) altında sağ kalanlar varmış onlar ses etmemişler öyle kurtulmuşlar.

 

Ferman çıkmıştı Ankara’dan. Ankara’da Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar vardı. Ferman çıkmış, Pertek suyundan öteye bi tek canlı kalmayacak, kuş bile ötmeyecek dediler. Yav sebep işte, ferman çıktı Ankara’dan.

 

Korkmadık mı ne demek korkmadık, yatamıyorduk ... Kimisi ormanda kimisi migaralar da (mağaralarda)... ölmek daha iyiydi, hepi titriyorduk... tabii yaa...

 

Seyit Rıza’yı görmedim ben ama Rayber’i gördüm. O da Seyit Rıza’nın amcasının oğluydu çok hıyanetlik yaptı. Hükümet muhbirlik yapana para verirdi. Dersim yıkılmazdı ama müzevirlik (ihanet) çöktü. Öyle yıkıldılar. Seyit Rıza kim mi, Dede. Abasanlıların ağası. Şahin Ağa nasıl Bahtiyarlıların Ağası, Diyap ağa nasıl Hozat tarafının ağası. Diyap Ağa ile Atatürk’ün bereber fotoğrafı vardı. Şimdi kayıptır ama vardı. Seyit Rıza’yı hem astılar hem yaktılar. Bin sekiz yüz evlerin (şimdiki adı Abdullah Paşa) tepsinde yaktılar. Dediler ki kulu mulu geride kalırsa millet kudurur birşey yapar diye.

 

38’de kıran da giden gitti kırılmayanları topladılar gönderdiler Anadolu’ya. Yalnız bi köye iki adam vermediler. Her birini bir yere gönderdiler, toprak verdi devlet, öküz verdi, tohum verdi. Yedi sene geçti isteyen dönsün dedi. Şimdi 93’te milleti çıkardılar kimini çıkardılar kimi korktu çıktılar, 17-18 sene oldu köyler hâlâ boş.

 

Halitpınarlı Hüseyin Amca olaylar sırasında beş altı yaşındaymış. Kendisinden büyük üç kardeşi varmış. Kendi ağzından, gözünden Dersim 38’i şöyle anlattı:

 

“Tunceli tarafına Dersim derlerdi. Çok kırdılar, çok millet kırıldı, millet mahvoldu, cirçıplak, aç, sussuz. Kimileri kaçtı ormana... asker aradı, bulduğunu vurdu bulmadığı kurtuldu. Hatırlarım, ben beş-altı yaşındaydım. Buğday deriylerdi (topluyorlardı) annam bi bağ buğdayın başlarını böyle sepete sürttü, tanesini çıkarttı ki bize hedik yapsın. O an baktım ki koyun üst tarafını asker sardı. Herkes ne vardıy sa evi, barkı (eşyası) bırakıp kaçtı.. kaçtı ki sade (bir tek) canlarını kurtartsınlar. Daha asker kavuşmadan ormana biz kaçtık. Bizim köyün aşağısı deredir dar bi geçit. Yani bu yan, o yan dağ. Altta su vurmuş toprağı almış götürmüş, üstte meşe gelmiş kapatmış. Asker bize kavuşmadan biz meşeliğin altında saklandık. Bizi görmediler... Asker köye indi, kalanları süngüledi, evleri yaktı davarı aldı... Sonra af geldi. Af geldi ki milleti kırma yok, kalanları sürgün ettiler. Hareket böyle başladı. Asker köyü bastı, yaktı, davarları aldı gitti.

 

Biz meşelikte bekledik sonra ormana kaçtık. Dokuz çocuğu boğdular. Asker yaklaşmış, millet de çok, saklanmışız ... Tabi asker zaten arıyor ki bula, öldüre. Körpe çocuklar sus pus bilmez ki, bir aylık, iki aylık, üç aylık. Ağlasalar asker sesi duyar hücum eder. Onun için, milleti kurtartmak için... boğdular... Annaları yapamazdı, Şemuşaklı bi adam vardı ona verdiler çocukları. O götürdü, boğdu... Hatırlıyorum. Çok konuşuldu felancanın çocuğu, filan çocuk diye. Korkudan. Asker çocuk sesi duymasın yerimizi bulmasın diye. Zaman geçti dağılın dediler herkes kendi başını kurtarmaya baksın. Toplumca (topluca) bir yere gitsek kendimizi kurtaramazık kendimizi saklayamazık. Millet dağıldı. Biz Abas’ın evinin arşında ormanlık var, biz orada üç gün kaldık... Açlık çöktü.

 

Bi geçi (keçi) buldular. Yakladılar. Millet kaç gündür aç, kimse birşey yememiş. Geçiyi kestiler. Gece ateşin ışığında demek bizi gördüler, ta ta ta ta silahlar atıldı. Silahlar atılınca biz bıraktık kaçtık meşeliğe. Meğer köyün arka tarafında asker milleti taramış millete silah sığmış, o ses oymuş, ordan geliymiş. Sakin olunca sonra o eti pişirdiler heresine (herkese) verdiler. Sonra Bahtiyar tarafına geldik dediler ki asker ordan çekilmiş, köyleri yakmamışlar. Ne sebepten yakmamışlar ben ne bilim? Birkaç gece oranın köylerinin ormanında kaldık. Dediler ki sulf, (sulh) emri gelmiş kimse kimseyi vurmaz, kimse kimseyi tudmaz (tutmaz). Öyle döndük... Baktık ki ne ev kalmış ne bark, her şeyi yakmışlar. Hiç ev yok davar yok, aç susuz. Biz o zaman başka bir köyde kaldık. Sonra kunik (küçük baraka) yaptılar altına girdik. Kimi milleti duttular (tutup) birbirine bağladılar yüz metre uçurumdan adsağı (aşağı) döktüler, (attılar). 100 m derinlikte... 200 - 300 kişileri topladılar koydular eve, ateşe verdiler... canlı canlı ... yaktılar, gazi septiler, ateşi verdiler. Onlar da öle yandı. Çoook kırdılar, çoook millet kırıldı, kim saydı ki kaç kişi kirildi. Millet mahvoldu. cirçıplak aş sussuz.

 

Ne demek korkmak, can gidiyor, kim korkmaz... sebep dediler ki vergi vermiyorsunuz demişler... daha şimdi bile zulmü geriden geliy, (geliyor)...”

 

* Kimi kaynaklara göre Şahin Ağa’nın başını Hido Pirco’nun kendisi keser kendisi alay komutanlığına götürür, ödülü aldıktan sonra dönüş yolunda öldürülür.

 

Konuşanların isimleri tarafımdan değiştirilmiştir.

 

*Fotoğrafçı / [email protected]/ Her Taraf