T24 yazarı Oya Baydar, Leyla Zana'nın yemin törenindeki tutumuna ilişkin AKP Genel Başkan Yardımcısı Özdağ'ın ötekilieştirici ifadelerini eleştirdi.

Özdağ'ın eğitim düzeyine bakmaya bile gerek duymadığını ifade eden Baydar, "Çünkü iktidarın kadrolarındaki benzerlerinin, din alimi fetvacı hocaların, milletvekili, bakan, danışman sıfatlı anlı şanlı profesörlerin düzeyini, yazdıkları yazılardan, attıkları tweet’lerden, ekranlarda katıldıkları tartışmalardan, medyadan izleme imkânımız oluyor. Bu kadar cehalet ancak proflukla mümkündür!" ifadelerini kullandı.

Oya Baydar'ın T24'te bugün yayımlanan "Affedersin AKP Genel Başkan Yardımcısı” bir adam" başlıklı yazısı şöyle:


Leyla Zana’nın TBMM açılışındaki yemini, kimilerinin daha epeyce çenelerini yoracağa benziyor. Son olarak, (AKP Genel Başkan Yardımcısı’ymış) affedersin kategorisinden Özdağ soyadlı bir zat, konuya ilişkin ne söyleyeceğini soran bir basın mensubuna, yüksek fikirlerini şöyle aktarıyor: “Bu, affedersin ilkokul mezunu bir kadın… Meclis’e gelse ne olur gelmese ne olur!”

Bu sözlerden, ilkokul mezunu olmanın affedersin demeyi gerektiren ayıp bir şey olduğunu anlıyoruz öncelikle; tıpkı Tayyip Erdoğan’ın “affedersiniz Ermeni” demesi gibi. Hani bir zamanlar bir kadın oyuncunun “Benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir olur mu?” sözü vardı da en çok AKP’liler tarafından eleştirilmiş, halkı küçümseyen seçkinci beyaz Türk zihniyeti örneği olarak ayıplanmıştı.

Affedersiniz AKP Genel Başkan Yardımcısı’nın eğitim düzeyine bakmaya bile gerek duymadım; çünkü iktidarın kadrolarındaki benzerlerinin, din alimi fetvacı hocaların, milletvekili, bakan, danışman sıfatlı anlı şanlı profesörlerin düzeyini, yazdıkları yazılardan, attıkları tweet’lerden, ekranlarda katıldıkları tartışmalardan, medyadan izleme imkânımız oluyor.

Bu kadar cehalet ancak proflukla mümkündür!

Profesör ünvanına sahip kimi siyasileri ya da yalak-yandaş uzmanları, danışmanları izledikçe dinledikçe, günümüzde (İslamcı muhafazakârların devr-i iktidarında) bu kadar cehalet ancak proflukla mümkün herhalde diye düşünüyorum sık sık. Affedersiniz diyerek aşağıladıkları ilkokul mezunu birinin ağzından, kaleminden, tweetinden çıkmayacak nice sözler, nice yanlışlar, nice ilkellikler…Konuya ilişkin maddi hata mı istersiniz, dil ayıpları mı, düşünce çarpıklığı mı, çocukları güldürecek anlatımlar mı, daha da vahimi ağızlarından çıkanı kulaklarının duymadığı nefret söylemi, ötekileştirme ve engin bir cehalet mi?

Kimse alınmasın, dava açmaya falan kalkışmasın, örnekte, teşbihte hata olmaz.

Meselâ anlı şanlı Anayasa profesörü bir Kuzu’muz var. Bakanlıktan en önemli komisyonların başkanlığına kadar çok önemli görevlerde bulunmuş, daha da bulunacak zatlardan biri. Her konuşuşunda, attığı her tweet’te, bu formasyonu nereden, nasıl, hangi dönemde aldığına hayret ediyorum. Yorumlarından, sözlerinden bir seçki yapılsa çok satar mizah kitabı, ya da siyasetimizin hali pürmelâli derlemesi olur. Önümüzdeki günlerde bakan olarak görebileceğimiz Binali Yıldırım var meselâ; keyifli ton ton bir amca, eski Ulaştırma Denizcilik Haberleşme Bakanı. Geçenlerde öyle bir bulut-bilişim konusu anlattı ki, komşumun 9 yaşındaki torunu gülmekten yerlere yattı, o bulut o bulut değil amca, diyerekten. Son günlerde Paris katliamı üzerine buram buram nefret söylemi kokan, başlarına geleni hak ettiler, anlamında tweet’ler döktüren eski YÖK başkanı Yusuf Ziya Özcan da profesör, hem de yüksek öğretimin en tepesinde YÖK başkanlığı yapmış biri. Zihniyeti, ufku, ideolojisi bir yana; Fransa Cezayir’de zulüm yaparken nerelerdeydiniz, sesiniz çıkmıyordu, mealindeki çarpıtmasına değinmeden geçmeyeyim. Fransa’nın Cezayir’de yürüttüğü sömürgeci savaş ve zulme karşı dünyanın bütün demokratik, barışçı kamuoyu her türlü tepkiyi verdi o zamanlar ve Fransa Cezayir’in bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı.

Televizyon ekranlarında boy gösterip desteksiz atan çoğu AKP’li profesörlerin, akademisyenlerin tümünü bile değil sadece benim dikkatimi çekenleri saymaya kalksam sayfalar, köşeler yetmez. Geçende, hem de rektör düzeyindeki bir prof IŞİD’i “Cihatçı devrimci” örgüt olarak tarif ediyordu, neden devrimci dediğini de, “çünkü silahlı ve terör yapıyor”, diye açıklıyordu. Böylece bir rektör profesörden devrimciliğin anlamını da öğrenmiş olduk, üstelik karşısındakilerin hiçbiri gık demedi. Neyse…

Bu akılla Kürt meselesini çözmeye kalkışırsanız…

İşin esasına ve umutsuzluk yaratan vehametine gelecek olursak: İktidar Kürt meselesine affedersiniz Özdağ’ın kafasıyla yaklaşıyorsa vay bu ülkenin haline, vay geleceğimize! Leyla Zana’nın, milletvekili yeminini “Türk milleti” yerine “Türkiye milleti” diye okuması, bir şekil şartının ihlalinden ibaret değildir; meselenin esası olan kimlik ve statü konusuna dikkat çekmek, çözümün anahtarını göstermek içindir. Leyla Zana bu tavrı benimserken sonuçlarını hesaplayamayacak biri değildir. Kürt siyasî hareketi içinde de tartışma yaratan, “çözerse Erdoğan çözer” diyerek Tayyip Erdoğan’la görüşmesinden bugüne kadar, doğru veya yanlış, çözüm için kendi mahallesinden eleştirileri de Türk milliyetçiliğinin saldırılarını da göğüslemeye hem hazır hem de yeterli cesur ve inançlı bir Kürt kadın siyasetçidir. Onu ilkokul mezunu diyerek küçümsemeye kalkışanları ufkuyla, namusuyla, cesaretiyle, gelişmişliği ile cebinden on kere çıkarabilecek düzeydedir, halkının temsilcisidir.

Yarın öbür gün yeni anayasa yapmaya kalkışacak olan AKP iktidarı ve Meclis Özdağ kafasıyla giderse, “Türkiyelilik” vurgusunu ilkokul mezunu cahil işi bir sözden ibaret görürse, Kürt halkının temsilcilerini aşağılayıp taleplerini duymazdan gelirse 12 Eylül darbe anayasasından daha da geri bir noktaya düşeceği gibi, bu kan, şiddet, savaş ortamının gerçek bölünmeye varmasının da başlıca sorumlusu olacaktır .