Deniz Güneş / Demokrat Haber İstanbul

 

Avrupa Parlamentosu’nda konuşan Ali Kenanoğlu AKP Hükümetinin Aleviler üzerinde II. Mahmut dönemi asimilasyon politikalarını uyguladığını vurguladı. Sorunun tarihselliğine işaret etti.

 

Günümüzde yaşadığımız sorunların tarihsel olduğu, Cumhuriyet tarihiyle başladığı, Kemalizmin eseri olduğu sıkça dile getirilmekte. Bu yaklaşım kısmen doğruluk içermekle birlikte aslında bu ‘tarihsellik’ çok daha eskilere dayanmakta. Özellikle dini ve etnik farklı kimlikler açısından katliamlarla dolu bir tarih var arkamızda. Sünni İslam ve Türk unsurunun dışındakiler için sürekli bir baskı yaşanmış. Türklük ve Sünni İslam’ın bu ülkenin temel unsurları olduğu anlayışı Mustafa Kemal ve Cumhuriyet tarafından icat edişmiş değil. Osmanlı’dan devralınmış, yeni sürece uyarlanmış. Türkiye’nin resmi ideolojisi de Osmanlı’dan devralınan bu Türk-İslam anlayışı olmuş. İslami, milliyetçi ve modernist tüm siyasi eğilimler de bu resmi ideolojinin, yani Türk-İslam anlayışının farklı versiyonları, fraksiyonları olarak hayat bulmuş. Bu anlayışın İslami versiyonu bugünkü AK Parti, milliyetçi versiyonu MHP, modernist versiyonu CHP’de ağırlıklı olarak temsil edilmekte. Dersim Sorunu da Cumhuriyet öncesine dayanmakta, Ermeni Sorunu da, Alevi Sorunu da. Meseleyi Kemalizm ve Cumhuriyet dönemiyle sınırlı tutup milliyetçi, islami, sağ, muhafazakar zihniyetin Türkiye’nin sorunlarındaki payını, rolünü es geçen bir anlayışın hakim olduğu bir süreçte Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı Ali Kenanoğlu’nun aşağıdaki açıklamaları önem arz ediyor.

 

7 Haziran 2012 tarihinde Avrupa Parlamentosunda düzenlenen “Dersim Katliamı” konferansında konuşan Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı Ali Kenanoğlu şunları söyledi:

 

“Dersim Katliamı bir Alevi katliamı mı? Yoksa bir Kürt katliamı mı? sorusunun cevabına baktığımız zaman geniş Alevi kitlesi Dersim'lilerin Kürt - Zaza kimliğine atıfta bulunarak bu katliamı sahiplenmemiştir. Geniş Kürt kesimi de Dersim’lilerin Alevi kimliğine atıfta bulunup Dersim’lileri yalnız bırakmıştır. Dersim’lilerin yaşadığı budur. Bugün dahi Dersim katliamı tartışmalarında bu durumu görebilmekteyiz.

 

Resmi tarih Osmanlı’nın hoşgörüsünü öve öve bitirememektedir. Her inanca karşı saygılı bir İmparatorluk olduğu resmi tarihin ve günümüz AKP iktidarının da her fırsatta dile getirdiği koca bir yalandır.

 

Osmanlı Aleviliğe karşı insanlık tarihinin gördüğü en vahşi ve en büyük katliamların uygulayıcısı olmuştur. Diğer taraftan başta Ayasofya olmak üzere yüzlerce kilise Camiye çevrilmiştir. Tarihteki Alevi isyanları ve devamında gelen katliamların nedenselliğine baktığımız zaman ekonomik, sosyal, siyasal nedenleri olsa da bu nedenleri de besleyen esas neden inançsal farklılıklardır. İnançsal farklılık olduğu için sosyal ve siyasal farklılıklar oluşmaktadır. Alevilerin kendilerini İslam dairesi içerisinde tanımlamalarına karşın İslam’ın kabul gören Sünni ve Şii anlayışına çok ters düşen inançsal bir yapıya sahip olmaları ve bunu da İslam’ın kendisi olarak kabul etmeleri görünen net bir durumdur. Aleviler Sünni ve Şii anlayışın benimsediği ve uyguladığı İslam anlayışını ise sonradan uydurma bir İslam olarak nitelendirmekteler.

 

Alevilerin İslam anlayışında Hz. Muhammet ve Hz. Ali, Dem alıp ilk semahı dönen kişilerdir. Kadın ve Erkeğin yan yana ibadeti, ibadette müziğin kutsallığı, resmin ve heykelin ibadethane içindeki yeri, dini dans olarak nitelendirilen kadın - erkek birlikte icra edilen semahın kutsallığı, enel hak felsefesi olmazsa olmazlardır. Bunun yanı sıra Kuran’ın değiştirildiğine yönelik inanç, toplu ibadetin namaz değil Cem olması, ibadethanenin Cami değil Cemevi olması, Orucun Ramazan değil Hızır ve Muharrem orucu olması, Kabe’nin insan olması, Cennet Cehennem inancı yerine Devriye (reenkarnasyon) olması Alevilerin İslam anlayışı ile Sünni - Şii İslam anlayışı arasındaki derin farkları ortaya koymaktadır. Bu nedenler İslam’ın Halifeliğini üstlenen Osmanlı için Aleviliğin sapık bir inanç olması için yetmişte artmıştır.

 

1826 katliamından sonraki süreçte Osmanlı Alevilerle ilgili politikasında değişikliğe giderek, katliamın ve baskının yanı sıra çok yoğun olarak asimilasyon politikasına girişilmiştir. Alevi köylerine Cami yapma politikası bu dönemde başlamıştır. Alevi Bektaşi Dergahları Sünni tarikatlara teslim edilirken, dağ başlarındaki Alevi Tekke – Dergahlarına ise o bölgeden Alevi işbirlikçiler görevlendirilmiştir. Alevi çocukları köylerinden alınarak Sünni okullarında eğitilip köylerinde görevlendirilmişlerdir. Aleviler açısından çok yoğun bir Sünnileşme yaşanmış, Alevilikte görülen Sünni usuller de bu dönemde Aleviliğe sokulmuştur. Özellikle Cenaze hizmetlerinde yoğun bir Sünnileşme yaşanmıştır.

 

1826 ve sonrasının bu katliam ve baskı süreci üzerine kurulan Cumhuriyet Aleviler açısından bir nefes alma dönemi olarak görülmüştür. Özellikle Alevilerin katlini vacip kılan birçok kurumun ortadan kaldırılmasını Aleviler sevinçle karşılamışlardır. Bu dönem Aleviler açısından Pir Sultan Abdal’ın söylediği ; "Yürü bre Hızır Paşa Senin de çarkın kırılır Güvendiğin padişahın O da bir gün devrilir" diye müjdelediği gündür.

 

Cumhuriyet’te Aleviler Ümmet’den yurttaşa geçiş yapmışlar ve can kıyımı korkusundan kurtulmuşlardır. Bu nefes alma dönemi uzun sürmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti kurulur kurulmaz yeni bir toplum mühendisliğine başlamış ve “Türk – İslam“ anlayışına uygun bir toplum yaratma projesine girmiştir. Herkes Türk’tür ve herkes İslam’dır. İslam olarak da Sünni İslam anlayışı benimsenmiştir. Buna uymayan toplum ve topluluklarda bu çizgiye getirilmelidir politikası izlenmiştir.

 

Cumhuriyetin 1923’de ilanından sonra 1924’de “devletin dini İslam” olarak benimseniyor, yine 1924’de Sünni bir kurum olarak “Diyanet İşleri Başkanlığı” kurulmuştur. 18 Mart 1924’te çıkartılan köy kanunuyla “köyün temel dini müştemilatı CAMİ” olarak belirlenmiştir. 30 Kasım 1925’te çıkartılan “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların men ve ilgasına Dair Kanun”la Alevilik resmen yasaklanmış, tek ibadethane olarak Cami ve Mescit kabul edilmiştir. Arkasından birçok yeni Cumhuriyet Aydını (!) Alevilik hakkında karalayıcı ve iftira dolu yazılar yazmıştır. Romanlarına Aleviliği sapık inanç olarak almışlar, örneklemişlerdir. Bu yasayla Alevilerin tekke ve zaviyelerine – dergahlarına el konulmuş, vakıfları kapatılmış, taşınır ve taşınmaz mal varlıkları Kültür Bakanlığına ve/veya Vakıflar Genel Müdürlüğüne devredilmiştir.

 

Bu kanuna 1950 yılında eklenen bir Maddeyle “Türbelerden Türk Büyüklerine ait olanlarla büyük sanat değeri bulunanlar Kültür Bakanlığınca umuma açılabilir. Bunlara bakım için gerekli memur ve hizmetliler tayin edilir” denilmiştir. Hacı Bektaş Dergahı vb ziyaret yerleri Alevi oldukları için değil de “bir Türk Büyüğü”nün mezarını içerisinde barındırdığı için ziyarete açılabilmişlerdir.

 

Kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı Aleviliği görmezden gelmiş ve İslam Dini içerisine nifak sokan bir anlayış olarak kabul etmiştir.

 

Cumhuriyet Döneminde Alevilere bakış budur bu bakışın topluma yansıması da farklı olmamıştır. Gerek Devlet gerekse de devletin Mühendisliğini yaptığı toplum Aleviliği sapıklık, Alevileri de katledilmesi gereken bir topluluk olarak görmeye devam etmiştir.

 

Cumhuriyet Dönemindeki Alevi katliamlarının gerekçesini de hep bu sapık bakış açısı oluşturmuştur.

 

Bu anlamda Dersim Katliamı bizzat Devlet tarafından Kızılbaş, Kürt olan Dersim'lilere sözüm ona medeniyet götürmek amacıyla yapılmıştır. Dersim katliamıyla Cumhuriyet, Alevilere ve Kürtlere ağır bir gözdağı vermiştir.

 

Dersim Katliamından sonra yaşanan ve Dersim Katliamında olduğu gibi bizzat Devletin görünen yüzünün değil de derin yapısının yaptığı katliamların başlangıcı Ortaca Olaylarıdır. Ortaca Olayları devletin refleksini ve kışkırtılmaya hazır toplulukların refleksini ve kışkırtma yöntemlerini görmek açısından önemli bir olaydır. Zira 1966 da yaşanan Ortaca Katliamından sonraki süreçte yaşanan katliamlarda yaşanan hep aynı tahrik ve yöntem ve tepki izlenmiştir.

 

Orataca’dan sonra 1968 Elbistan Olayı, 1971 Kırıkhan Olayı, 1975 ve 1978 Malatya Katliamı, 1978 Maraş Katliamı, 1980 Çorum Katliamı, 1993 Sivas Madımak Katliamı, 1995 Gazi Katliamı ve Ümraniye Katliamı.

 

Bütün bu katliamlarında kullanılan el farklı da olsa gövde belliydi. Bu gövde Devletin ta kendisiydi. Devletin yetkilileri her seferinde adresi başka yerlerde arasalar da, kışkırtma, tahrik gibi kılıflara bürünseler de adres belliydi. Bu adres devletin gerçek sahibi olduğunu iddia eden derin güçlerdi.

 

ALEVİ KATLİAMLARINDAN ALEVİLİK KATLİAMINA

Osmanlıda Alevilerin katli vacipti, Türk – İslam anlayışına mensup Cumhuriyet yapısında ise Aleviliğin katli vacip olmuştur. Cumhuriyet’in sahipleri Alevileri güvenlik konsepti içerisinde iç tehdit unsuru olarak görmüştür. Yeri ve zamanı geldikçe toplumun gazını almak için İslamcı olarak nitelendirilen topluluklar Alevilerin üzerine salınmıştır. Hem böylece Alevilere gözdağı verilmiş hem de onlara karşı, şeriat korkusu nedeniyle Alevilerin Cumhuriyetin yanında olmaları sağlanmıştır. Cumhuriyetin Alevilere biçtiği rol “Bekçiliktir.” Bu bekçiliği içselleştiren Aleviler “Cumhuriyetin Bekçileri” ismiyle televizyon programları bile yapmaya başlamışlardır. Günümüzde özellikle de AKP hükümeti döneminde Aleviler devlet kademelerinden uzaklaştırılmıştır. Devlet Bürokrasi’sinde yer almaları mümkün olmayan Alevilerin İslamcı kimliğe sahip özel şirketlerde de iş bulması olanaksız hale gelmiştir. Mahallelerde, okullarda, iş yerlerinde, askerde, mezarlıklarda ve her türlü toplu yaşam alanlarında Aleviler ayrımcılığa uğramaktadırlar. AKP döneminde bu ayrımcılıklar artmış ve artış göstermeye de devam etmektedir.

 

ALEVİLERİN DEVLETÇE GÖRÜLME BİÇİMİ

Cumhuriyet dönemi süresince yok sayılan Alevilik ve Aleviler ilk olarak 2 Temmuz 1993 Madımak katliamından sonra görülmeye başlanmışlardır. Buradaki görünme biçimi yine “Güvenlik” nedeniyledir. Dönemin Milli Güvenlik Kurulu 1993 Madımak katliamından sonra Alevilerin kendi isimleriyle dernek kurmaları ve örgütlenmelerinden rahatsız olmuşlar dahası bu örgütlenmenin Kürt hareketi ile birlikte hareket etmesinden korkmuşlardır.

 

Bu nedenle Alevilerin gizlice desteklenmesi kararı alınmıştır. Bu destek kontrollü ve devlete yandaş olacak şekildedir. Bu nedenle Devlete bağlı çeşitli Alevi kurumları oluşturulmuş, Alevi sermaye sahiplerinin burayı desteklemesi istenmiştir. Tansu Çiller döneminde örtülü ödenekten bir Alevi kurumuna yüklüce bir ödeme yapıldığı dönemin hükümet üyesi Bülent Arınç tarafından geçtiğimiz yıl itiraf edilmiştir. Bir taraftan da Alevilerin öz Türk, öz Müslüman olduğu yönünde propagandalar yapılmıştır.” Alevi İslam“ tabiri ortaya atılarak, Aleviliğin kendine özgün bir inanç olduğunu söyleyenlere “AB işbirlikçisi” denilmiştir.

 

Alevilerin öz Türk olduğu yönünde ve Kürt’ten Alevi olmayacağı yönünde kitap siparişleri verilmiştir. Alevilerle Kürtlerin uzaklaştırılması sağlanmış ve Kürt Aleviler bile artık ne denli Türk olduklarını çünkü Kürt’ten Alevi olunamayacağını savunmaya başlamışlardır. Bu devletin amaçlarına ulaşmak için oluşturduğu yeni Alevi politikalarının sonucudur.

 

Bu politikaların devamında iktidar olan AKP hükümeti de Alevileri görmeye başlamış ve Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir Hükümet tarafından Alevi Kurum temsilcileri masaya davet edilmişlerdir. Fakat çok geçmeden AKP niyetini ortaya koymuş ve Alevilerin taleplerini değil, kendi kafasında oluşturduğu çözüm önerisini ve 1826’dan bu tarafa uygulanan politikayı sahneye koymuştur.

 

AKP’nin Alevilere bakışı nettir. AKP Hükümetine göre Alevilik; İslam’ın bir alt yorumudur. Bir mezhep dahi değildir. İbadethanesi Camidir, İbadeti namazdır. Cemevi ise sadece zikirhanedir. Zikirhanelerin açılması ise Tekke ve Zaviyeler kanununu tarafından yasaktır. Bu nedenle yapılacak bir şey yoktur. Aleviliği bunun dışında tanımlayanlar ise Aleviliğin içine sızan ateistlerdir. AKP’nin Bakanları Din Dersine karşı çıkan, Diyanet İşlerine karşı çıkan Alevileri ateist – Din düşmanı olmakla nitelendirmişlerdir.

 

Bu zihniyet 1826’da vücut bulan ve bu nedenle Alevi köylerine cami yapma politikasını uygun gören zihniyettir. Bu zihniyet Alevileri özgürleştirmek değil dönüştürmek, Sünnileştirmek istemektedir.

 

AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, hiçbir Başbakanın yapmadığı kadar Alevilere karşı kin ve nefret söylemi içerisindedir. Seçimler döneminde Alevilere karşı toplumu kışkırtacak tarzda konuşmalar yapmış hatta Aleviliği yuhalatmıştı. (2011 yılı mitingleri) Son iki aydır Alevilere yönelik tehditler artmış. Alevi evlerine yurdun dört bir tarafında (Adıyaman – Erzincan – İzmir – Didim) Maraş Katliamı öncesinde yaşandığı gibi işaretlemeler yapılmaktadır. Suriye meselesi bahane edilerek özellikle birçok yerde yaşayan Alevilere karşı kin ve nefret söylemleri artmış, tehditler başlamıştır.

 

Suriye’de Esat yönetimine karşı Türkiye’den İslami silahlı gruplar beslenmektedir. Suriye’ye Türkiye’den silahlı militanlar sokulmaktadır. Bu Silahlı militanlar Alevilere karşı kin ve nefret içerisinde açıklamalar yapmaktadır. Suriyeli Muhalif grupların ismi Dünya kamuoyunda “Özgür Suriye Ordusu” şeklinde adlandırılsa da onlar kendilerini Tarihin en büyük Alevi düşmanı olan “Muaviye Ordusu” olarak tanımlamaktadırlar. Suriyeli Muhalif Maviye Ordusunun sloganı “Aleviler Tabuta Hıristiyanlar Beyrut’a” dır. Muaviye Ordusunun Türkiye’deki sözcüsünün “Suriye’yi Alevi mezarlığı haline getireceğiz” söylemi internet ortamında dahi bulunmaktadır.

 

Türkiye’de yaşayan Aleviler bilinenin aksine hiçbir zaman statükodan yana olmamıştır. Suriye’deki statükoyu desteklememektedirler. Ancak Esat’ı devirmek isteyen “Muaviye Ordusu” ve bu ordunun Alevi kindarlığı Alevileri korkutmaktadır.

 

Bütün bu iç ve dış gelişmeler Türkiye’de yaşayan Aleviler açısından sıkıntılı günlerin habercisidir. Aleviler AKP iktidarından kendilerinin yararına bir şey çıkmasını asla beklememekte ve de umut etmemektedirler. Yapılan uygulamalar, edilen sözler de bu durumu kanıtlamaktadır.

 

Türkiye Sünni İslam esaslarına göre yönetilen bir Devlet olmuştur. Devlet kademelerinde ve yaşamda bunu görmek mümkündür. Bu yönetim tarzında Alevilere yer yoktur. Şimdi Türkiye’de yeni bir Anayasa yapım sürecine girilmiştir. Aleviler bu Anayasa’dan ne istediklerini Meclis Komisyonuna iletmiştir. Fakat bir beklentimiz yoktur. Bu Anayasa çerçevesinde yeni Anayasa’da Din devlet ilişkilerinin nasıl olması gerektiği üzerinden çözüm önerilerimizi sunarak tamamlamak istiyorum.

 

DİN – DEVLET İLİŞKİSİNDE OLMASI GEREKEN;

Devlet vatandaşların dinini tarif etmemeli, Aleviler, Hıristiyanlar, Museviler, Ezidiler, Ateistler ve Deistler gibi ezilen ve dışlanan tüm inanç ve kültürel gruplar üzerindeki baskılar kaldırılmalı, tüm kimlik ve dinsel inanışların kendilerini özgürce ifade edebilmesi i anayasal güvence altına alınmalıdır. Devletin dini biçimlendirme aracı olarak işlev gören Diyanet İşleri Başkanlığı ve zorunlu din dersi kaldırılmalı, inanç sembolleri üzerindeki her türlü baskıya son verilmeli, inanç ve ibadet inananların vicdanına bırakılmalıdır. Dini eğitim, organizasyon, dini kurum ve kuruluşlar sivil hayata terk edilmelidir. Devlet hiçbir dini gruba finansal destek sunmamalıdır.

 

Din eğitimi; ilgili Dinin, inancın ibadethanesinde ilgili inancın mensuplarınca verilmelidir. Devlet denetim görevini yerine getirmelidir. Dinler - inançlarla Devlet ilişkilerini ve Dinler-İnançlar arasındaki ilişkileri düzenleme, ihlalleri koordine etmek amacıyla sadece bu amaçla inançların belirleyeceği temsilcilerden oluşan özerk bir koordinasyon kurumu oluşturulmalıdır. Devlet tarafından ve/veya Devletin kurumları tarafından el konulan ibadet mekanları ilgili dinin-inancın sahiplerine iade edilmelidir.“