Ankara adliyesinin deposunda bulunan tarihi İncil, KKTC’deki St. Barnabas Manastırı soygunu ve bu olayı araştıran Kıbrıs’lı gazeteci Kutlu Adalı cinayetiyle bağlantılı çıktı.

Meclis Susurluk Komisyonu üyesi eski bakan Fikri Sağlar, ‘’1996 yılı Mart ayında, St. Barnabas Manastırı İkon ve Arkeoloji Müzesi soyuldu, Barnabas İncil’i de çalındı’’ dedi. Sağlar, Susurluk olayı ile bu soygun arasındaki bağlantıyı da Gazeteport’a şöyle anlattı:

‘’Soygunu araştıran Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı, olay gecesi manastıra gelen araç plakalarından, derin çete bağlantılarına ulaştı. Sonra tehdit edilip, Uzi marka bir silahla öldürüldü. Biz Susurluk Komisyonunda, Adalı’nın öldürüldüğü 7 Temmuz 1996 günü, Abdullah Çatlı’nın da Kıbrıs’ta olduğunu ve Mehmet Özbay kimliğiyle adaya girdiğini belirledik. Kutlu Adalı’nın eşiyle de görüştüm, TBMM’ye önergeler verdim. Cinayetin faili bulunamadı ve Türkiye AİHM’de 95 bin Euro tazminata mahkum oldu. ’’

KATOLİK KİLİSESİ YASAKLADI

El yazması İncil’in, 2000 yılında KKTC’den gelen bir kişinin bavulunda bulunduğu ve 12 yıldır Ankara Adliyesi deposunda olduğu ortaya çıktı. Müzeler Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Zülküf Yılmaz, Etnografya Müzesine teslim edilen eserin Barnabas İncili olma ihtimalinin yüksek bulunduğunu söyledi.

İsa’nın öğrencilerinden olan Barnabas tarafından yazılan İncil, İsa’nın ilahlığını kabul etmediği için Roma Katolik Kilisesince yasaklanmıştı. İncil, M.S. 325'e kadar İskenderiye kilisesinde saklandı. Yasaklanınca, kopyaları yazıldı. Hem aslı, hem de el yazması kopyaları yıllarca elden ele dolaştı. Asıl adı Joseph olan ve Kıbrıs Salamis’te doğan Barnabas, ölümünden sonra adına yaptırılan Magosa’daki St. Barnabas Manastırına gömülmüştü.

KUTLU ADALI KİMDİR?

Kutlu Adalı (1935, Lefkoşa - 6 Temmuz 1996, Lefkoşa), Kıbrıs Türkü gazeteci, şair ve yazar.

Türkiye'nin Antalya ilinde ilk, orta ve lise eğitimini yaptı. Kıbrıs'a 1954 yılında geri döndü. Kıbrıs'ta 1950'lerden itibaren kitaplar ve dergilerde yazılar yazmaya başladı. Kendisine ait Beşparmak Yayınevi'ni 1959'da kurdu. Beşparmak adlı kültür dergisini çıkardı. Söz, Ortam, Kıbrıs Postası ve Yeni Düzen gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Yaşamı boyunca şiir yazmaya da devam etti.

Rauf Denktaş'ın 1961 - 1972 yılları arasında özel kalem müdürlüğünü yaptı. Fakat kamu hizmetinden ayrılması ile 1985'ten sonra Denktaş'a muhalif ve Kıbrıslılık üzerine köşe yazıları yazmaya başladı. Kıbrıs Türk Barış Derneği ile Bağımsız ve Federal Bir Kıbrıs İçin Temas Grubu'nun kurucuları arasında yer aldı.

6 Temmuz 1996 günü evinin önünde vurularak öldürüldü. Kuzey Kıbrıs yönetimi makamlarının başlattığı soruşturma sonuç vermedi ve cinayeti kimin işlediği belirlenemedi. Bunun üzerine eşi İlkay Adalı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde Türkiye aleyhine dava açtı. 31 Mart 2005'te mahkeme, cinayet hakkında yeterli ve inandırıcı araştırma yapılmadığı gerekçesi ile Türkiye'yi mahkûm etti. Manevi tazminat olarak İlkay Adalı'ya üç ay içinde ödenmek üzere 20 bin avro, mahkeme masrafları için ise 75 bin avro, toplamda ise 95 bin avro Türkiye'ye para cezası kesildi.

ÖLÜME GÖTÜREN MAKALE

Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı Yenidüzen gazetesindeki köşesinde 23 Mart 1996 günü Başbakana Düşen başlıklı yazısını yayınladı. Bu yazının ardından ölüm tehditleri almaya başladı. 6 Temmuz 1996 gecesi de öldürüldü. Adalının tarihi yazısını yayınlıyoruz:

Kıbrıs Gazetesi 16 Mart 1996 Cumartesi günü "St. Barnabas olayı"nı manşetten şöyle bildirir:

"Son dakika... St. Barnabas'a silahlı baskın. Maskeli ve silahlı kişiler, ikon müzesindeki üç nöbetçiyi saf dışı edip bir odaya kilitledi. Trilyonlarca liralık ikonaların korunduğu tarihi müzeden nelerin çalındığı bilinmiyor. İkon müzesi dışında bulunan St. Barnabas'ın mezarı kazıldı. 12 basamak aşağıya inildi. Bu sabahın erken saatlerinde kadar hiçbir resmi makam açıklama yapmadı."

Manastıra özel operasyon

Silahlı baskın olayı 14 Mart 1996 Perşembe günü gece saat 19:00'dan saat 23:00'e kadar tam dört saat sürmüştür. Kilit altında tutulan bekçiler saat 23:00'te serbest bırakılmışlardır. Üç bekçiden birinin sağlık durumunun kötü olduğu bildirilmektedir.

Baskını yapanlar 12-15 kişidir ve 4 sivil araçla gelmişlerdir. İkisi beyaz Renault Toros, biri kırmızı Isuzu Jeep, ötekisi Vitara markadır. Baskın olayı polise ve ilgililere ertesi gün sabah 9:00'da bildirilmiştir.

Olayı değerlendiren Yenidüzen Gazetesi, 17 Mart 1996 Pazar günü manşetinde dört soru yönelterek St. Barnabas baskınındaki giz perdesini aydınlatmaya çalışmaktadır:

"1- Polisin ada çapında operasyon yaptığı bir gecede adeta bir orduyu anımsatan modern silahlı 15 kişi nasıl elini kolunu sallayarak müzeye girip çıktı?

2- Baskını gerçekleştirenlerin kullandığı beyaz Renault Toros'un Sivil Savunma Teşkilatı'na ait olduğu doğru mu?

3- Paha biçilmez ikonlara dokunmayan baskıncılar, mezara 1974'te gömülen mücevherleri mi arıyordu?

4- Akıllara durgunluk veren baskınla ilgili hiçbir açıklama yapmayan polis, olayla ilgili soruşturma başlatmadığı doğru mu?"

St. Barnabas'ın mezarının bulunduğu yeraltındaki 12 basamakla inilen mağara duvarlarının kazıldığı, çıkarılan taş ve toprağın arkasındaki çukurda, 1974 savaşında gömülmüş mücevher veya benzeri bir şeylerin arandığı, muhtemelen aranan şeyin alınıp götürüldüğü ve operasyonun dört saat içerisinde tamamlandığı anlaşılmaktadır.

Dünyaya rezil olmak

Halkın Sesi Gazetesi baskını ve kazıyı yapan silahlı 15 kişinin eylemini "St. Barnabas'ın Başını Aldılar mı?" yorumuyla okuyucularına duyurur. (17 Mart 1996)

Ortam Gazetesi, 18 Mart 1996 Pazartesi günü şu manşetle çıkar: "St. Barnabas baskını dünyayı harekete geçirdi. Rezil olduk. Salamis-Mutluyaka yolu üzerindeki dünya çapında ünlü Saint Barnabas Manastırı'nın silahlı soyguncular tarafından soyulmak istenmesi bütün dünyayı harekete geçirdi... Rum Yönetimi Birleşmiş Milletler ve UNESCO başta olmak üzere uluslar arası kuruluşlardan yardım ve destek istedi."

Hasan Kahvecioğlu ise köşe yazısında organize bir baskından söz ederek şöyle yazmaktadır:

"Manastırı baskınlardan -asker- ve -sivil- giyimli olması, işin içine -sivil savunma- araçlarının katılması olayı karmakarışık yapmaktadır. Bu bir -tatbikat- mıydı? Bir yetkilinin bireysel bir tasarrufu muydu? Mezarda ganimet mi aranıyordu? Altın mı aranıyordu? Terörist mi aranıyordu? Bu işi bir -makam- mı organize etti? Devlet yetkililerinin dışında ve üstünde -makam- mı vardır?"

Mafya mezar soydu

Emniyet Genel Müdürlüğü'nden, polis ve Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı'ndan konuyla ilgili bir açıklama yapılmaz. Silahlı baskın olayı Türk ve Rum gazetelerinde güncelliğini korur. Türkiye'de Hürriyet gazetesi "Mafya, KKTC'de -Aziz mezarı soydu" diye manşet atar. 0lay başsavcılığa duyurulur, ama beş gün hiçbir açıklama yapılmaz.

Polis susunca, Güvenlik Kuvvetleri konuşmayınca, hükümet ağzını kapatınca ya1nız gazeteler ve halk konuşur. Halkın ağzı torba değil ki büzelim. Herkes kendine göre bir şey söylemeye başlar.

Derler ki 20 Temmuz, 1974 Harekatı'nda bir binbaşı Rumların evinden, kilisesinden, bankasından, kuyumcusundan ganimet olarak toplanan altın, gümüş, elmas, pırlanta gibi mücevherleri St. Barnabas'ın mezarının olduğu mağaraya gömdürmüş. Savaş bitince gelip almayı amaçlamış. Bu arada generalliğe yükselip emekli olmuş. Aradan 2l yıl geçtikten sonra Kıbrıs'ta bulunan güvendiği kişilere durumu anlatmış ve bu silahlı baskın operasyonunu gerçekleştirmişler... Mücevherleri alıp aynı gece uçakla Türkiye'ye kaçmışlar.

Devlet 5 gün sonra açıkladı

Resmi makamlar, resmi açıklama yapmazlarsa, işte böyle olur. Halkın ağzı torba değil ki büzelim. Şimdi, iş işten geçtikten sonra Başbakan Hakkı Atun açıklama yapıyor.

Güvenlik güçlerinin aldığı ciddi bir ihbar üzerine St. Barnabas operasyonunun, alınan ihbarın doğruluğunun saptanması için gerçekleştiğini söylüyor. Bu açıklamaya, kocakarı bilmem ne yaptıktan sonra pakının pekilenmesi derler.

Yenidüzen'in yanıtsız soruları

Nitekim olayı değerlendiren Yenidüzen gazetesi Başbakanın bu açıklamasını "şüpheli açıklama!" görüyor ve şu sorulan yöneltiyor:

"Neden 5 gün sonra? Perşembe gecesi yaşanan ve kamuoyunda merakla beklenen Barnabas baskınıyla ilgili açıklamanın "askeri operasyon" olduğu neden ilk günden değil de 5 gün sonra açıklandı?

Ne ihbarı? Başbakanlıktan yapılan açıklamada, baskına gerekçe olarak gösterilen, 2 silahlı bekçiyi odaya hapsedecek ve manastırı 15 silahlı insanla basacak kadar "ciddi ihbar"ın ne olduğu da merak konusu oldu..." (20 Mart 1996 -Yenidüzen).

Şimdi soruyorum, Hakkı Atun Başbakan olarak kendisini mi aklamaya çalışıyor, hükümeti mi, yoksa KKTC'yi mi? Bu operasyonu Güvenlik Güçleri'nin gerçekleştirdiğini söylediğine göre, kendisi Başbakan olarak "ciddi ihbar"dan ve operasyon planından haberdar mıydı?

Polis ve Güvenlik Yasasının 51/84-3 maddesine göre, Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı Başbakana karşı sorumludur. Eğer Hakkı Atun durumdan haberdar ise bu görevi niçin polis ve çevik kuvvet üstlenmedi de, maskeli silahlı güçler gecenin karanlığında, görevli sivil bekçileri 4 saat kilit altında tutarak yaptılar?

Ya bekçilere ateş edilseydi? Ya bekçiler onlara ateş etseydi? Ya ölen, yaralanan olsaydı? Birine silah çevrilmesi yasalarımıza göre darp sayılır. Tehdit ve kilitleme özgürlüğü kısıtlama, göreve engel olma sayılır.

Askerler dış güvenlikten sorumludur. İç güvenlikten polis sorumludur. Eğer devletin bütünlüğü tehlikeye girerse, kamu düzeni bozulursa, halk genel olarak bir tehlike ile karşı karşıya kalırsa, beklenmedik çok büyük doğal bir afet olursa ve benzeri durumlarda askere ve genel güvenlik güçlerine başvurularak yardım istenebilir. O da polis gerçekten yetersiz, olaylarla başa çıkamaz durumlarda hükümet askerden yardım isteyebilir.

Bu olay karşısında Başbakan olarak Hakkı Atun'a düşen görev şu olmalıydı: Devleti, hükümeti, yasaları hiçe sayarak girişilen bu operasyonu protesto etmek için ertesi gün uçağa atlamalı, Ankara'ya giderek TC Başbakanı, Genelkurmay Başkanını, gerekirse Cumhurbaşkanı'nı görmeliydi.

Rezillik örtbas edilemez

Onlara böyle devletçilik, böyle hükümetçilik olmaz demeliydi. Siyasal parti liderlerine bu operasyonun KKTC'ye verdiği maddi ve manevi, uluslar arası zararlar anlatılmalıydı.

KKTC eğer bir devletse ve onunla gurur duyuluyorsa, sen de Hakkı Atun olarak hükümetin başı isen, ülkende olup bitenleri, yasaları, makamları, yetkilileri, çiğneyenleri, kendilerini yasaların üstünde görenleri, bu ülkede her şeyi sorumsuzca yapabileceklerini sananları şikayet ve protesto etme hakkına sahipsin demektir.

Bu senin başbakan olarak görevindir. KKTC'yi rezil etmeye kimsenin hakkı yoktur. Devleti küçük düşürenler şikayet edilmeli, cezalandırılmaları istenmelidir. Böyle açıklamalarla rezillik örtbas edilemez! (Kaynak: Bianet)