Kapatılan Özgür Gündem gazetesinin yayın danışma kurulunda yer aldığı gerekçesiyle 121 gün tutuklu kalan dilbilimci Necmiye Alpay, hapishaneyi ve yaşadıklarını değerlendirdi.

Alpay, “Barış” ise, devletten pek işitmediğimiz bir sözcük. Belki yalnızca uluslararası alanda, başka diyarlar için, mecbur kalınca kullanıyorlar… Kürt sorunu ve Özgür Gündem düzleminde de bu sansür devam etti. Barış fikrine biraz yaklaşılan dönemde de bir yığın başka terim kullanıldı, sonuçta “çözüm” dendi, “Çözüm Süreci” vb. Devletin de otosansürleri var!”

Necmiye Alpay Gazete Duvar’dan Anıl Mert Özsoy’un sorularını yanıtladı.

Öncelikle geçmiş olsun. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? 80’li yıllarda cezaevi deneyimi yaşamış bir insan olarak 2016’da OHAL sürecinde içeride neler yaşadınız?

İyiyim, teşekkürler. 2016 OHAL ilanı ‘o da tutuklanmış, bu da tutuklanmış, şu khk, bu khk’ fırtınalarıyla geldi, biliyorsunuz. Bakırköy Kadın Cezaevi’ne de bir dizi kısıtlamayla yansımıştı, ben tutuklandığımda durum buydu. Bakırköy Cezaevi’ni 80’li yılların Mamak’ıyla karşılaştırmak mümkün değilse de, irkiltici ayak sesleri de hiç yok değildi.

Birçok sivil toplum kuruluşuna öncülük etmiş, barış mücadelesi vermiş bir insan olarak, devlet tarafından haksız bir ithamla suçlanıyorsunuz. Özgür Gündem düzleminde, barışa ve barış çağrısına uygulanan sansür hakkında ne söylemek istersiniz?

“Birçok sivil toplum kuruluşuna öncülük etmiş” sözü benim için fazla abartılı olur. Az çok katkım olmuştur demek daha doğru. “Haksız itham”, elhak, hem de nasıl haksız. “Barış” ise, devletten pek işitmediğimiz bir sözcük. Belki yalnızca uluslararası alanda, başka diyarlar için, mecbur kalınca kullanıyorlar… Kürt sorunu ve Özgür Gündem düzleminde de bu sansür devam etti. Barış fikrine biraz yaklaşılan dönemde de bir yığın başka terim kullanıldı, sonuçta “çözüm” dendi, “Çözüm Süreci” vb. Devletin de otosansürleri var!

Siz ve Aslı Erdoğan için dışarıda edebiyatçıların ve aktivistlerin başlattığı bir kampanya vardı. Bunun toplumsal olarak ses getirdiğini düşünüyor musunuz? Kişisel olarak bu kampanyalar içeride sizi nasıl etkiledi?

Çeşitli kampanyalar olduğundan haberdardık. Toplumsal olarak ne kadar ses getirdi, pek bilemiyorum. Galiba daha çok demokrat çevrelerde yankı uyandırdı, barış ve temel haklar konuları gitgide artan ölçülerde ilgi uyandırdı. Hatta bizim dava biraz simgeleşti denebilir. “Terörist” damgasının ne kadar yerli yersiz ve insafsızca yapıştırılabildiği aşikâr oldu. Ve Özgür Gündem’in arkasından Cumhuriyet operasyonu gelince meselenin çok daha köklü olduğu ortaya seriliverdi… Kampanyalar ve nöbetler umut üreten birer destek oldu elbette. Nöbetler kişi olarak bizlerin durumunu aşan birer demokratik mücadele kanalına dönüştü, bizden önce başlamıştı zaten, Silivri’de ve Bakırköy’deki nöbetler. Bizler de tutuklanmadan önce katılmıştık!

Dilbilimci kimliğinizle birçok yazar ve editör için kıymetli bir yeriniz var. Yazılı ve sözlü savunmanızda da bu özelliğiniz ön plandaydı. Sizin için dilin önemi nedir? Hayalini kurduğunuz barış dili nasıl oluşacak?

Teşekkür ederim. Ben kendime “dilbilimci”den çok, ‘dilci’ derim ama, bu pek alışılmış bir kullanım olmadığından, “dilbilimci” sıfatı öne çıktı… “Dil” sözcüğünün birkaç anlamı var, bunlardan biri de ‘söylem’dir. “Barış dili” derken daha çok ‘barışçıl söylem’ demiş oluyoruz. Bunun hayalini yalnızca ben değil, bütün barış yanlıları kurdu, yıllardır yinelendi bu kavram. Sanıyorum kastedilen, ‘barışçıl verimler üretmek isteyen, hınç biriktirmeyen söylem’dir, en azından benim açımdan öyle. Özellikle, ayrımcılık mağdurlarının konumlarını gözeten bir söylemdir. Bu konuyu bir miktar yazmıştım, Barış Eşittir adlı bloguma bakılabilir.

Cezaevi çıkışında kadınlar için nöbete geleceğinizi söylediniz. İçeride tutuklu bulunan kadın ve çocukların koşulları nasıl? Sizin için zor olan durumlar nelerdi?

Kadınlar için nöbet düzenlenebilecek mi, bilmiyorum. Umarım düzenlenebilir ve ben de katılırım. Biz adli tutuklularla değil, siyasi tutuklularla kaldığımız için, çocukları ve diğer kadınları ancak uzaktan görebildik, maltada ya da ring aracında rastladıkça. Bazen duvarları aşan seslerini duyabildik. Ortalama 250 çocuk oluyormuş Bakırköy Cezaevi’nde. Çocuklar için kreş ve anaokulu var ama sonuçta cezaevindeler. Bu hapsetme işi insanlık dışı. Günümüzde “mağara adamı”nın yaşamı denince bizde nasıl bir duygu uyanıyorsa, geleceğin insanları da “mahpus, hapishane” denince aynı duyguyu yaşayacak…

Bakırköy Cezaevi’nde, bizim siyasi tarihimizde ilk kez olmak üzere, yirmi, yirmi iki, yirmi üç yıldır cezaevinde olan siyasi hükümlü kadınlar var. Yirmili yaşlarında, bazen daha da gençken hapsedilmişler. Yürürlüğe konulacak yeni bir çözüm/barış süreci bu çok köklü sorunları bir bütün olarak ele almak zorunda. Büyük bedensel sorunlar yaşayanlar var. Sibel Çapraz, Jiyan…

‘YAZININ ÖZGÜRLÜĞÜ’

80’li yıllarda yayımlanan bir yazınızda uyguladığınız otosansürden dolayı pişman olduğunuzu dile getiriyorsunuz. Bugünkü süreçte yazının özgürlüğünü nerede görüyorsunuz? OHAL kapsamında kapatılan birçok yayın organı var. Bu gibi felaket dönemlerinde yazara düşen görev nedir, nasıl bir dil kullanılmalıdır?

Andığınız cümleyi hangi bağlamda söylediğimi hatırlayamadım ama, “yazının özgürlüğü” sözü bugün hayli ironik kaçıyor. Sosyal medya dahil her tür medyanın bunca mağdur yazarı varken! Nasıl bir dil kullanılacağı konusunda genel bir reçete verilebileceğini sanmıyorum. Bol soru işareti taşıyan yazılar her açıdan iyidir diyebilirim yalnızca!

‘BELLEĞİMİZİ DAHA SIKI TUTMALIYIZ’

Dava sürecinde isminiz daha çok anılır oldu, bu durum sizi endişelendiriyor mu? Sırtınıza toplumsal bir yük almış gibi hissediyor musunuz?

Endişeden çok, bir olağanüstü hal duygusu yaratıyor. OHAL’deyiz zaten!

Bundan sonraki süreçte toplumsal ve kişisel planlarınız, hayalleriniz nelerdir?

Genel çizgilerde bir değişiklik olmadı. Usul açısından, bilgisayarsız ve internetsiz geçen aylar belleğimizi daha sıkı tutmamız gerektiğini gösterdi, onu söyleyebilirim. Öte yandan, nasıl değerlendireceğimi benim de merak ettiğim bazı esaslı tecrübeler gelip bağrıma yerleşti.