Reyan Tuvi / Radikal İki

“Çocuğumun katilini verin bana. O savaşın içindeydi; Medeni senin umurunda mıydı?... Ben kimseyi tanımıyorum, sadece hakkımı istiyorum. Erdoğan nerededir, onu getirin bana. Ona bir çift lafım var. Vicdanın sadece Esma için mi sızlıyor? Rüyalarına sadece Esma mı giriyor? Medeni’yi unuttun mu? Benim oğluma Gezi Parkı’nda kahraman diyorlar... 5 ay oldu; savcılar, polis nerede? Barzani’yle mi barış gelecek? Umudum yok. Oğlumun katili ortada yokken, zulüm sürüyorken sen onu alıp buralara getiriyorsun... Önce benim oğlumun katilini ortaya çıkar.”

16 Kasım günü, Başbakan Erdoğan ’ın, AKP mitingi için, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ve Kürt sanatçı Şivan Perwer ile Diyarbakır’da bir araya geldiği saatlerde, Fahriye Yıldırım, sırtında oğlu Medeni’nin fotoğrafının olduğu bir pankartla, Diyarbakır sokaklarında, tek başına eylem yapıyordu. O gün, tüm çabalarına rağmen, Başbakan’la yüz yüze gelemedi.

28 Haziran günü, Lice’nin Kayacık köyünde yeni kalekol binası yapılmasını protesto eden halka Kayacık Karakolu’na bağlı askerler tarafından açılan ateş sonucu, kalbinden vurularak yaşamını yitiren 19 yaşındaki Medeni Yıldırım’ın annesi Fahriye Yıldırım’ın hak haykırışıydı bu. Fahriye Yıldırım, evlat acısıyla barış vaatleri ikileminde bir anne: “Haberlerde izledim, ‘tarihi buluşma’ diyordu. Oğlumun ölümünü Erdoğan’a sormak istedim, belediyeye gittim. Korumaları beni engellediler, medyanın görmesini istemediler. ‘Görsünler diye yapıyorum’ dedim. Karakolda dört saat tuttular beni, hakaret ettiler, reklam peşinde olduğumu söylediler. Ben reklam peşinde değil, oğlumun adaletinin peşindeyim. Herkes Medeni’yi bu fotoğrafla tanıdı, dünya tanısın istedim, sonra o güzel fotoğrafını eve asacaktım. Resmi benden aldılar, beni ikinci kez yıktılar.” Medeni’nin cenazesinde taşınan o pankartı, kendi isteğiyle polise teslim ettiği yazıyordu dilekçede. “Bir yıldır kimse ölmüyor, analar ağlamıyor, diyorlar. Ben ana değil miyim? Bu ağlayanlar ana değil mi? Hepsi oyundur. Medeni barışın geleceğine inanmıyordu ve ilk kurbanı o oldu. O gitti, hepimiz gittik.”

İÇİMDE BİR KORKU VAR

Fahriye Yıldırım’ın eyleminden bir hafta sonra da beş oğlundan biri, Medeni’nin ağabeyi Mehmet, vicdani ret kararını açıkladı: “Kararımda kardeşimin katledilmesi etkilidir ancak tek sebebi bu değildir. Yıllardır bu karakollardan insanlarımızın cenazelerini aldık, askere gidersem bana silah verilecek ve ben o silahı elime almayacağım, kendi halkıma silah doğrultmayacağım. Kardeşimin, kuzenlerimin, amcamın öldürüldüğü bir kurumun parçası olmamı istiyorlar... Bedeli ne olursa olsun o üniformayı giymeyeceğim.”

Yıldırım ailesinin isyanı, beş aydır süren çözümsüzlükten kaynaklanıyor. Mehmet, davada gizlilik kararı olduğunu, her defasında bilgi alma girişimlerinin savcılık tarafından reddedildiğini söylüyor: “Bir de yetkililerin ‘uyuşturucu’ ve ‘birbirlerini vurmuşlar’ açıklamaları var. Tavır net, olayı unutturmaya, soğutmaya çalışıyorlar. Aynen Roboski’de, Ceylan Önkol’da ne olduysa, Medeni’de de o... Şöyle bir korku da var içimde; acaba bize de Utku Kalı gibi bir günah keçisi mi verecekler? Yani bunu tek bir askere mi yığacaklar? Havaya ateş edildiği iddia ediliyor; bu nasıl bir askermiş ki, farklı açılardan, farklı silahlarla ve hatta farklı mesafelerden, aynı anda 21 kişiyi vuruyor?”

KARDEŞİNİ KAYBETTİK

Medeni’nin ölümü, Yıldırım ailesinin ilk yıkımı değil. 1994’ün 4 Haziran günü, henüz Medeni üç günlükken, amcalarının oğlu, 37 yaşındaki Kürt işadamı Adnan Yıldırım, arkadaşları Savaş Buldan ve Hacı Karay’la birlikte faili meçhul bir cinayete kurban gidiyor. Medeni’nin ismini de önce Adnan koyuyorlar, ancak aile içinde acı ve öfke o kadar büyük ki, kimse onu Adnan diye çağıramıyor, ismi değiştiriliyor.

Medeni, Diyarbakır Ortaç köyünde dünyaya geliyor. İlkokulu Diyarbakır’da, ortaokulu Kayacık köyünde okuyor. Yabancı dil pratiği yapmanın hiç de kolay olmadığı bir bölgede İngilizcesi iyi, geleceği parlak bir öğrenci. Hayali, kamu yönetimi okumak, insanının derdini gerçekten sahiplenebilecek, çözüm üretebilecek, dürüst bir devlet memuru olmak. 25 Haziran günü Medeni, üniversite sınavlarına hazırlanırken, LYS sınavı sonrası bir haftalığına doğduğu köye tatile geliyor. Yol üzerinde, komşu köydeki yeni karakol inşaatından geçiyor ve “kimi kandırıyorlar, barış sürecinde bu ne inşaatı?” diye tepkisini gösteriyor. Köyde biraz tarlada çalışıyor, yakında askerlik tecilini yaptıracak. Ateş açıldığında Mehmet, Medeni’yi bulmakta zorlanıyor: “Medeni’nin vurulduğunu görmedim. Çok yaralı vardı, yardım etmeye çalışıyordum, bir kadın bebeği kucağındayken sırtından vurulmuştu. Medeni hastaneye götürüldü, durumu iyi, dediler. O kadar yaralı varken neden hemen götürülmüş olabilir diye içim içimi yedi. Yaralı taşıyan bir araca atladım. Lice Hastanesi’nde çalışan kuzenimin kızı beni görür görmez, ağlamaya başladı. Ardından biri gelip kulağıma eğilerek ‘Kardeşim başın sağolsun, kardeşini kaybettik’ dedi. Duvarları yumruklamaya başladım, kapıyı kırdım...”

DİREN LİCE

Medeni, LYS’den 318 puan aldı ama kimse başarısına sevinemedi. Şimdi onun çalışkanlığı ve duyarlılığı, “Kalekol değil kütüphane” kampanyasıyla Medeni Yıldırım Kütüphanesi’nde yaşatılıyor. Kitap sayısı 10 bine ulaştı bile. Ve “Her şeye rağmen barış” diyor Mehmet. “Demezsem, bencillik olur. 30 yıl sonra barış sürecinin başlatılmış olması iyi de, bir barış projesi böyle mi olur? Eğer gerçek özgürlük gelecek olsaydı, sen şu kadar özgürsün, sen bu kadar özgürsün denmezdi.”

Fahriye Yıldırım, Medeni ile Gezi’nin simgelerinden Ethem Sarısülük’ün ölümü hakkında aralarında geçen konuşmayı hatırlıyor. “Ana, biz alışığız ama onlar alışık değil” diyor Medeni, “30 yılda bizim ne çektiğimizi şimdi Gezi ile yeni yeni anlıyorlar”. Yıldırım ailesi acısından, önceleri Medeni’nin ölümünün Gezi’deki yansımalarını pek fark edemiyor. Türkler belki de ilk kez bir Kürt için sokaklara dökülüyor. Taksim yürüyüşlerinde “Diren Lice” sloganları atılıyor, parktaki sembolik mezartaşlarının yanına bir tane de Medeni için ekleniyor. Mehmet şaşırdığını itiraf ediyor: “Ben bu derece sahiplenme beklemiyordum. Gezi, batı ile doğu arasında büyük bir empati kurdu. Özür dileyenler oldu, bu o kadar başka bir duygu ki, bende tarifi yok. Medeni, Gezi için ölmedi ama Gezi ruhu, Medeni’nin özgürlük ve demokrasi arayışını sahiplenecek kadar asildi.”