HAKKI ÖZDAL / Radikal

Diyarbakır… Dört gün önce, kentin kalbinde, Saraykapı ya da İçkale olarak anılan ve 90’lı yıllarda JİTEM merkezi olarak kullanılan bölgede yapılan kazıda insan kemikleri ve kafatasları bulunmuş… KCK operasyonlarında gözaltına alınıp tutuklanan insanların tam sayısını bilen yok… Abdullah Öcalan kardeşiyle görüşmeye çıkmamış ve bu, bölgede ‘Ciddi bir sorun var’ mesajı olarak algılanmış… Perşembe günü yağan kar, aşırı soğukların etkisiyle buzlaşarak duruyor. Tuhaf bir suskunluk, tedirgin bir durgunluk var kentte. İnsanlar konuşmaya istekli değil. ‘Batı’dan gelen bir gazeteciye bir şeyler söylemenin, ‘artık’ bir anlamı olmadığını düşünenler çoğunlukta.
İçkale kazıları için geldiğim kentte İHD yetkilileri ile görüşmek ve bilgi almak istiyorum. Her cumartesi yapılan ‘Kayıplar Bulunsun Failler Yargılansın’ eylemi için Koşuyolu Parkı’ndalar. İHD Şube Başkanı Raci Bilici de orada. Çoğunluğunu kayıp evlatlarının izini süren ve artık yaşları bir hayli ilerlemiş ‘ana’ların oluşturduğu 50 kişilik bir topluluk, ellerinde yakınlarının 90’lardan kalma solgun fotoğraflarından yapılmış afişlerle bir yarım ay oluşturuyor. Çoğu nüfus cüzdanlarından ya da başka resmi kimliklerden büyütülmüş vesikalık fotoğraflar bunlar. Hatıra fotoğrafları olmayan, geride o donuk vesikalıkları ve 20 yıla yakın zamandır varlıklarının izini süren analarını bırakmış insanların dünyaya bir kez daha öykülerini söyleme fırsatı buldukları bir 10 dakika… Sonra bizzat onların da ‘Neredeyiz biz’ diye sorar gibi baktıkları birer afiş olarak derneğin deposuna gidiyorlar yine.

Raci Bilici, “Kayıplarımızın akıbetini çok iyi biliyoruz, devlet de biliyor” diyerek başlıyor söze: “1994’te Lice’nin Esenkaya mezrasında gözaltına alınan 8 kişinin, 1993’te Kulp’ta gözaltına alınan 11 köylüden 9’unun kemikleri bulundu ve teşhis edildi. O dönemin askeri yetkilileri, bu insanları gözaltına alan zincirin sorumlularının bir kısmı bugün Silivri’de tutuklular. Onlara neden bunlar sorulmuyor? Yetkililer neden burada yaşananların üstüne gitmiyor?”
Üç yıldır yapılıyor bu eylem. Her hafta bir kaybın öyküsü anlatılıyor. Bu hafta, ayrıntılarını bu sayfada okuyacağınız ilginç bir kayıp öyküsü vardı. Orada eylemciler de gazeteciler de birbirini tanımış artık. Galiba yabancı pek kimse gelmiyor ki beni polis zanneden kayıp yakınları ve İHD’lilerin sert bakışlarına maruz kalıyor, basın bülteni istediğimde “Sizinkilere verdik ya” diye paylanıyorum. Onlarla birlikte dernek binasına gitmek üzere yola çıkınca fark ediliyor ‘yanlışlık’; gönlümü almaya çalışıyorlar, gerek olmadığı halde…

İş makinesi delil yok ediyor
Başkan Raci Bilici’yle uzun uzun, İçkale kazılarını, kendilerine gelen ihbarları ve genel olarak bölgedeki faili meçhullerin akıbetini konuşuyoruz. Tek güne sığdıramayacağım çarpıcı olaylar ve anekdotlar anlatıyor. Üzerinde ısrarla durduğu şey ‘faillerin’ de aranması ve bulunması. Define ararken, restorasyon yaparken tesadüfen bulunan kemiklerin sayısını değil, failleri istiyorlar daha çok. Bu kazılar kayıpların akıbetinin bulunması için elbette önemli; bir tek mezar için 20 yıldır kederle boşluğa haykıran anneler var çünkü… “Bir mezarı olsa oğlunu yeniden doğurmuş gibi sevinecek insanlar var” diyor Raci Bilici. Bu trajik talep, kazıları çok önemli hale getiriyor. Ama kamuoyunda yanlış algılanan bir noktaya dikkat çekmekte yarar var: İHD yetkilileri ve kayıp yakınları ‘kazılar hızlansın’ diye iş makinelerinin kullanılmasına karşı. Çünkü kepçeyle yapılan kazılar, evet hızlı, ama pek çok delili de yok ediyor. O yüzden Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun iş makinesine izin vermeyen kararını sevinçle karşılıyorlar, yine dramatik bir teselliyle: “Neyse ki insana verilmeyen önem tarihi yapılara veriliyor da kaba kazıya izin çıkmadı. Daha çok işçi çalışsın, gerekirse daha yavaş kazılsın; ama faillere ulaşabilmek için, delilleri yok etmeyen daha özenli kazılar yapılsın.”

Bu kez cumartesi eylemi kayıp ‘Hizbullah sempatizanı’ içindi
Diyarbakır’daki kayıp yakınları dün, daha önce de Hizbullah üyesi olduğu iddiasıyla birkaç kez gözaltına alınıp bırakılan ama 1999’da ‘son kez’ gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Hasan Çiçek için oturdu… Diyarbakır Kulp nüfusuna kayıtlı, 1976 doğumlu Hasan, 1999’da Dicle Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nü kazandı. Kayıt yaptırması gerekiyordu. 19 Eylül akşamı maç yapacağını söyleyerek çıktığı evine bir daha dönmedi. Arkadaşları ailesine maça gelmediğini söylediler. Babası Diyarbakır Savcılığı ve Terörle Mücadele Şubesi’ne yazılı başvuru yaptı. Polisten aldığı, ‘oğlunun gözaltında olduğuna dair’ bilgiyi dilekçesinin altına paraf ettirerek imzalattı ve kayıt için üniversiteye gitti. Kaydın son günüydü ve okul ‘resmi bir yazı’ istiyordu. Tekrar TEM’e gitti baba. Gözaltı kayıt defterini inceleyen görevli, defterdeki Hasan Çiçek’in ‘başka biri’ olduğunu söyledi. Artık üniversiteye ‘kayıt’ sorunu tali bir sorundu, Hasan’ın yaşam kaydı aranmalıydı.
Babanın bir kez daha başvurması üzerine Cumhuriyet Savcısı ana-baba adı ve doğum tarihiyle sorgulama yaptı ve geçici bir ‘müjde’ verdi:

“Oğlun yaşıyor, Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde.” Bu ‘müjde’yle cezaevine koşan baba görüş kabinine bile alındı. Ama o korkunç belirsizlik az sonra yeniden çıktı karşısına, “Senin oğlun burada değil.” Acılı babanın tepkisini cezaevinde görevli başçavuş bir tehditle bastırdı: “Seni de gözaltına alırım bak!” Seni ‘de’… Ayrı yazılan ‘de’… Bir itiraf ‘de’si neredeyse…

Baba hâlâ korku içinde
Bir daha Hasan Çiçek’le ilgili hiçbir haber alamadı baba. Bugün bile korku içinde. Ne oğluyla ilgili eyleme geldi ne de benimle görüşmeyi kabul etti. Hizbullah sempatizanı bir genç, kış ayazında, bir dönem kanlı bıçaklı olduğu PKK’ya yakın olduğu iddiasıyla ‘kaybedilen’ gençlerin anaları tarafından sessiz bir oturuşla hatırlatıldı gökkubbeye.