2. KCK davasından tutuklu yargılanan ve geçtiğimiz hafta tahliye olan eski milletvekili Mahmut Alınak, Taraf yazarı Emre Uslu'ya açık mektup yazdı...

 

EMRE USLU’YA AÇIK MEKTUP

Beni konu alan “Az Bile Yazmışım” başlıklı yazınızı irkilerek ve size acıyarak okudum. ‘Yazık bu adama, çocuklarına kötü bir miras bırakıyor,” dedim kendi kendime. Üzüldüm çocuklarınız için.

 

İnsanlık, tarih boyunca muhbirleri ve müfterileri hiç bağışlamamış, onları hep mahkûm etmiştir.

 

Siz de çok iyi bilirsiniz ki hapishaneye girinceye kadar dilim gibi kalemim de çok sivriydi. Hak edilmiş ise karşımdakilere çok ağır sözcükler sarf etmekten çekinmezdim. Sizin de sorumlulukta pay sahibi olduğunuz son F tipi mahpusluğum olmasaydı emin olabilirsiniz ki, iftiralar yüklenmiş bu yazınıza karşı zehir zemberek sözcükler kullanmaktan zevk alırdım. Gel gelelim Kandıra F tipi cezaevindeki voltalarımda hayatın anlamı üzerine düşünürken, hayatımızın başkalarını kırmaya değmeyecek kadar çok kısa olduğunu acı acı düşündüm. Evet, çoğumuzu pençesinde kıvrandıran bunca hırsa, bunca kırıp dökmeye değmiyor şu kısacık hayat! Acımasızca hırpalayıp yaraladığımız insanlarla güzeldir hayat. Şunu hiç aklınızdan çıkarmayan: İnsan, insanın en büyük, en değerli varlığı ve hazinesidir. Dünyanın göz kamaştıran tüm zenginlikleri insanın paha biçilmez değerinin yanında beş para bile etmez. Bir insanın kendisine vereceği en büyük ceza pişmanlık duyacağı işler yapmasıdır. Öç almak ve cezalandırmak alçalma, hoşgörü ve bağışlama ise yücelik getirir. Yakın bir pişmanlığımla ilgili kendimden bir örnek vereyim: Kapatıldığım hapishane hücresinde beni teröristlikle suçlayan dava dosyasının içinde ne zaman yazdığımı bile unuttuğum bir dilekçemi gördüm, suratıma tokat yemiş gibi sarsıldım. İlker Başbuğ ve Dursun Çiçek hakkında görevde oldukları yıllar önce şikâyetçi olduğum bir dilekçeydi bu. Onlar da benim gibi şimdi kilit arkasındaydı, aynı yazgıyı paylaşıyorduk. Öyle bir dilekçe verdiğim için çok üzüldüm ve kendimi ağır bir şekilde suçladım. Bir kez daha anladım ki, bu dünyada düşmanım bile olsa bir insan acı çekiyorsa ben mutlu olamam.

 

Sözü fazla uzatmadan hakkımda yazdığınız iftira küpü yazıya gelelim. Geçen yıl PKK tarafından tehdit edildiğinizi ileri sürdüğünüz günlerde, 8 Mayıs’ ta Habertürk TV’de sizinle bir tartışma programına katılmıştık. Siz, Gençler Ölmesin Ocaklar Sönmesin Girişimi (GEOS) adına İmralı’ya gideceğimi duyunca, program arasında Abdullah Öcalan’a selam gönderip muhatabın o olduğunu kendisine aktarmamı istediniz benden. Ben de görüşmede bu mesajınızı aynen Öcalan’a aktardım. Öcalan sözlerinizden memnunluk duyup sizinle herhangi bir sorunlarının olmadığını söyledi. İmralı’dan döndüğümün ertesi günü, 27 yıldır cezaevinde olan Muzaffer Öztürk’ü ziyaret etmek için Tekirdağ 1 nolu F tipi cezaevine gitmiştim. Tekirdağ’dan İstanbul’a dönerken beni arayıp mesajınızı Öcalan’a aktarıp aktarmadığımı sordunuz. Ben de sözlerinizi Öcalan’a bildirdiğimi, Öcalan’ın, “Bizim Emre Uslu ile herhangi bir sorunumuz yoktur,” dediğini söyledim size. Siz bundan büyük bir hoşnutluk duyarak neşe içinde telefonu kapattınız. Telefonum şimdiki gibi o zaman da dinleniyordu. Aramızda geçen o konuşmayı inkâr edemezsiniz, çünkü devletin arşivinde saklıdır.

 

O konuşmanın üzerinden aylar geçmişti ki, hakkımda akla hayale sığmaz bir yazı yazdınız. Yazıyı okuyunca, Öcalan’a mesaj göndererek beni kullandığınızı anlamakta zorluk çekmedim. Dudak uçuklatan yazınızda, TELEVİZYONDAKİ DEMOKRATİK SİVİL SİYASETE DÖNÜK SÖZLERİMİ SAPTIRARAK, PKK’NİN ALTI AY İÇİNDE HÜKÜMETİ DÜŞÜRMEK İÇİN EYLEMLER BAŞLATACAĞINI SÖYLEDİĞİMİ İLERİ SÜRMÜŞTÜNÜZ. Oysa konuşmamın o bölümünde PKK’nin adı bile geçmemişti. Ben sivil siyasetin yapacağı çalışmalardan söz etmiştim. Ne var ki o demokratik çalışmalar -bazı çevrelerin ilgisizliği nedeniyle- zaten hiç başlatılmadı.

 

O zaman yazınız beni şaşırtmış olsa da cevap vermeye değer bulmamıştım. Çünkü çok saçma bir yazıydı. Tutuklanınca sözlerimi ters yüz eden yazınız karşıma çıktığında şaşkınlığım daha da artmıştı.

 

KONUŞMAMIN BÜTÜNLÜĞÜNÜ BOZARAK BENİ PKK İLE İLİŞKİLENDİRMEYE ÇALIŞMANIZIN KİMSEYE BİR YARARI YOK. Boşuna zaman harcamış olursunuz. Benim hapishanede ya da dışarıda olmamın bir önemi de yok. Sizi mutlu edecekse hatırınız için yine hapishaneye girerim, hiç dert değil. Benim derdim Başka: Gençler ölüyor! Körpecik narin bedenler toprağın karanlığında yok olup gidiyor. Çocukları ile birlikte anneler, babalar ve kardeşler de diri diri mezara gömülüyor. Bu felaketin önüne geçmek, bu kan cehennemini söndürmek hepimizin, herkesin görevidir. 12 Haziran seçiminden sonra korkunç şeylerin olacağını görmek için kâhin olmak gerekmiyordu. Bir tek sağırlar duyamazdı gelmekte olan tehlikenin kanlı ayak seslerini. Ben de herkes gibi kaygılarımı dile getirmiştim. Ne yazık ki korktuğum gibi oldu, ölüm kusan silahlar can almaya devam etti, hâlâ da ediyor.

 

Gençlere, anne ve babalara lütfen bir iyilik yapın: Bilgisayarınızı gençlerin ölmemesi için, insanlık için, kardeşlik ve mutlu bir dünya için kullanın. Şayet bunu yapamıyorsanız lütfen, lütfen artık susun! Bunu hiç değilse çocuklarınız için yapın ve onlara lekesiz bir isim bırakın. Yoksa ileride çok üzülecek ve çok pişmanlık duyacaksınız. Ne var ki gecikmiş pişmanlığınız çarmıha gerdiğiniz yaralı ruhunuzu asla huzura kavuşturamayacaktır. Esenlik dileklerimle.