Levent Gültekin, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren ortaya çıkışını ve iktidarını irdeledi.

Gültekin, “Laik cumhuriyetin ‘dindar insanı’ veyahut kendini dindar olarak tanımlayanları, ticari ve siyasi ilişkilerin dışın iten anti-demokratik uygulamalarına tepki olarak da büyüdü. İslamcıların hayalleri vardı. Bunun için okullar açtılar, vakıflar kurdular, gazete, TV kurdular, siyasete atıldılar” ifadelerini kullandı.

AKP’nin iktidarının ilk yıllar için “AK Parti iktidar oldu.İlk yıllarda her şey istedikleri gibi gidiyordu. Demokrasi rüzgarı estiriyorlardı,  kutuplaşmayı azaltıyorlardı. Seküler kesimlerin bile “Bu insanlardan boşuna korkmuşuz” dedikleri işler yapıyorlardı” dedi.

Levent Gültekin’in Diken’de yayınlanan, “İslamcılığın, İslamcıların dramı” başlıklı yazısı şöyle:

İslamcılık 19. Yüzyıl sonlarına doğru  Osmanlı’daki yenileşme çabalarına bir tepki olarak doğmuştu.

Laik cumhuriyetin ‘dindar insanı’ veyahut kendini dindar olarak tanımlayanları, ticari ve siyasi ilişkilerin dışın iten anti-demokratik uygulamalarına tepki olarak da büyüdü.

İslamcıların hayalleri vardı.

İktidara gelecekler, dindarlara uygulanan eşitsizliği ortadan kaldıracaklar, ülkede barış sağlayacaklar, özgürlükçü ve eşitlikçi olacaklardı.

Bunun için okullar açtılar, vakıflar kurdular, gazete, TV kurdular, siyasete atıldılar.

Bu çabaları ‘laik Türkiye’ye tehdit görenler engelledikçe, İslamcılar daha da büyüdüler.

Yoksuldular ama umutları, heyecanları, ‘iyi niyetleri’ vardı. İmkansızlıklara rağmen bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı.

İşte tüm bu çabaların sonunda AK Parti iktidar oldu.

İlk yıllarda her şey istedikleri gibi gidiyordu. Demokrasi rüzgarı estiriyorlardı.

Eşitsizliği giderip, kutuplaşmayı azaltıyorlardı. Seküler kesimlerin bile “Bu insanlardan boşuna korkmuşuz” dedikleri işler yapıyorlardı.

İyi işler yaptıkça Batı dünyasından da övgü üstüne övgü alıyorlardı.

‘Galiba oluyor’ diyorlardı. Büyük bir özgüven oluşmuştu.

Birden hava dönmeye başladı.

Çünkü ele geçirdikleri gücün etkisiyle demokratlığı unutmuşlardı. Zaten, ne yazık ki demokrasiyi daha da geliştirecek demokratik kültürleri yoktu. Bu nedenle içeride ve dışarıda tıkanıklık yaşanmaya başlanmıştı.

Bu tıkanıklığı lider karizması ile aşacaklarını düşünüyorlardı.

Lider de İslamcıların kendisine atfettiği bu olağanüstü önemi benimsemişti.

İslamcılar “Sevgili liderimiz sen çok büyüksün, her şeye kadirsin, sen olmazsan durumumuz felaket olur” dedikçe o da “Evet ben her şeye kadirim”, “Ben ol dersem olmalı, itiraz istemiyorum” anlayışına evrildi.

Artık kendinden başka hiç kimseye değer vermiyor, üslup farklılıklarına bile tahammül edemiyordu. Kendisine yöneltilen itirazlardan rahatsız oluyordu.

Önce yol arkadaşı ‘kardeşim’ dediği Abdullah Gül’ü harcadı.

Fakat harcananlar ‘Dava zarar görmesin’ mantığıyla bu duruma ses çıkarmıyordu.

Lider durmadı. “Gözün üstünde kaşın var” diyen herkesi ama özellikle de İslamcılık ideolojisinden gelen yol arkadaşlarını birer birer harcadı.

Medyada, bürokraside, partide İslamcılıktan gelen, tabanda etkisi olanların önemli bir kısmını tasfiye etti.

İslamcılar, tasfiye edilmelerine rağmen bir türlü partiden kopamıyorlardı.

‘Dava zarar görmesin’ diyerek umutla lidere desteğe devam ediyorlardı.

Son bir umutla Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun etrafında kümelenmiş, bir dal gibi ona tutunmuşlardı.

Lider bu kümelenmeden fena halde rahatsızdı. O dalı da kesti.

İslamcıların son umudunu da söndürmüştü. Ve o dalla birlikte bütün İslamcıları iktidar çevresinden uzaklaştırmış oldu.

Medyada, bürokraside, partide İslamcı ideolojiden gelenlerin büyük çoğunluğunu tasfiye etmişti.

Lider, bütün o yüzyıllık çabayı, emeği kendi hanesine yazmış, kendi varlığına endekslemişti.

“O olmazsa Türkiye olmazdı”, “O olmazsa İslamcılık hatta İslam ayakta kalamazdı”, “O olmazsa bütün İslam dünyası yok olurdu.” Böyle diyorlardı.

Artık ‘dava’ yoktu. O ‘dava’nın bir fikri, bir ahlakı, bir dünya görüşü, ilkeleri yoktu. Yüz yıllık emek, birikim, yazarlar, aydınlar, kanaat önderleri… Hiç kimsenin, hiçbir şeyin kıymeti yoktu.

Çünkü Tayyip Erdoğan vardı. Onun hırsları, tutkuları, öncelikleri, onun ahlak anlayışı, fikri, üslubu vardı. Esas olan oydu. Onun uğruna her şey, herkes harcanabilirdi.

Öyle de olmuştu.

Kurulan hayalin, verilen emeklerin ‘iyi niyet’ olmaktan öteye gidemediği, yaşanabilir bir ülke kurmaya yetmediği de ortaya çıkmıştı. Tam da değişen dünyada, yeni değerler üretenlerin vaaz ettiği gibi “Din, siyasetle bir araya geldiğinde otoriterlik kaçınılmaz oluyor” tezi bir kez daha gerçekleşmişti.

İslamcılar iktidarda 100 yıl önceye geri dönmüştü. Osmanlı’nın yaşadığına benzer bir tıkanıklık yaşıyorlardı. “İnsan değişirken, toplumlar değişirken bu dünyada nasıl ayakta kalacağız?” sorusuna 100 yıl sonra bile cevap veremiyordu.

***

Şimdi duyuyorum, İslamcılıktan gelen yazarlar, gazeteciler, aydınlar, siyasetçiler büyük bir şok yaşıyorlar.

Çünkü kurulmasına katkı sundukları Türkiye’de onlara da yer kalmadı.

Sağda solda “Artık bu ülkede bize ekmek yok” dediklerini duyuyorum.

Evet haklılar. Büyüttükleri, kutsadıkları, “En iyisini siz bilirsiniz”, “Siz ne derseniz o olur” diyerek kontrolden çıkardıkları liderin Türkiye’sinde onlara da yer yok. Çünkü artık İslamcılık yapan, ‘dava’ ya onlardan daha sadık, itirazsız destek olan, kutsayan Yiğit Bulut var. Cemil Ertem, Markar Esayan, Barlaslar var. Liderin, parayla, makamla, istediği her şeyi itirazsız yaptırdığı devşirme bir grup var.

Üstelik bu devşirme grup, onlara İslamcılık, yani ‘dava” dersi veriyor.

Liderden aldıkları cesaretle hatta öğütle İslamcıları ‘dava’ya yani lidere ihanetle suçluyorlar.

Yıllarca çalıştılar, uğraştılar, hayal kurdular… Sonunda da iktidar oldular. Ve bu iktidarın icraatları nedeniyle hırsız damgası yediler. Tacizci, kaba, nobran, nezaketsiz damgası yediler. Oluşmasına katkı sundukları ‘yeni Türkiye’de şimdi ‘hain’ muamelesi görüyorlar.

Sadece onlar harcanmadı. İslamcılık da büyük yara aldı.

Çünkü İslamcılık denilince insanların aklına seviyesizlik, iftira, hakaret, kabalık, nobranlık, despotluk, adam kayırma, cehalet geliyor.

Hal böyleyken hâlâ açıktan bir tutum, tavır belirleyemiyorlar.

Çünkü yıllarca iktidara tutunma çabası kötülüğü, despotluğu, adam kayırmayı kanıksamalarına neden oldu.  Kişiliklerini, ahlak anlayışlarını törpülendi.

Kendi haysiyetlerini kurtarmaktan başka yapabilecekleri bir şey yok. Onu bile beceremiyorlar. Geç kaldılar.

Yıllar önce bu gidişatı eleştirenlere İslamcılar ‘Erdoğan düşmanı’ diyordu. Şimdi liderin adamları onlara ‘Erdoğan düşmanı’ diyor.

Lideri kutsamayı, esas olanın o liderin olduğunu tabana onlar benimsettiler.

Şimdi taban “Esas olan lider, gerisi teferruat” diyerek İslamcılara dudak büküyor.

Yüz yılın sonunda Tayyip Erdoğan şahsında vücut bulmuş İslamcılık; İslamcıları, İslam’ı hatta Türkiye’yi yiyip bitiren bir canavara dönüştü.

İslamcılık için, İslamcılar için bundan daha büyük dram ne olabilir ki?