Gazeteci Celal Başlangıç, "Diyarbakır'da bir yuvarlak masanın etrafında Kolombiya devletiyle FARC gerillalarının imzalamak üzere olduğu barış anlaşmasını tartışıyoruz. Dışarıdan savaş uçaklarının sesleri, bölgeden operasyon, çatışma, gözaltı, tutuklama haberleri geliyor." dedi.

Başlangıç’ın Gazete Duvar’da yayınlanan, "Kürtlere barış; Kolombiya kadar yakın, Türkiye kadar uzak" başlıklı yazısı şöyle:

Sürekli çatışmalardan, askeri operasyonlardan, baskılardan dolayı yurtlarından göç etmek zorunda kalmıştı Dersim’in Mirik mezrası köylüleri; sadece Işık ve Serin aileleri kalmıştı. 23-24 Eylül 1994 tarihinde yeniden başladı operasyonlar.

Mirik’e girişler çıkışlar yasaklandı. Bolu Dağ Komando Tugayı’na bağlı askerler baskın düzenledi Mirik’e. Evler, bağ ve bahçeler yakıldı, bombalandı. Son kalan iki aileden Hıdır Işık (63), Hatun Işık (31), Yeter Işık (22), Elif Işık (29), Düzali Serin (37), Gülizar Serin (34) ve Dilek Serin (3) gözaltına alındı.

Bir daha haber alınamadı askerler tarafından götürülen yedi kişiden. Işık ailesinin büyük oğlu Ali o sırada askerdeydi. Birkaç gün sonra döndü Dersim’e. Bütün uyarılara karşın Mirik’e, yakınlarını aramaya gitti. Ondan da bir daha haber alınamadı.

İHD Diyarbakır Şubesi’nin salonunda gerçekleştiriliyordu 398. haftasını dolduran Kayıp Yakınları Oturma Eylemi. Bu hafta, kaybolmalarının üzerinden tam 22 yıl geçen Işık ve Serin ailelerinden sekiz kişinin akibeti soruluyordu.

Daha önce Diyarbakır’da açık havada gerçekleştirilen “Kayıplar Bulunsun Failler Yargılansın” eylemi 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen Olağanüstü Hal nedeniyle artık kapalı bir alanda yapılıyordu. Çünkü OHAL ilanının ardından Diyarbakır’da açık alanda yapılan tüm gösteriler yasaklanmıştı.

İHD Diyarbakır Şubesinde bu etkinlik gerçekleştirilirken savaş uçaklarının sesi gökyüzünü deliyordu yine. Gerek kent merkezinden, gerekse bölgeden çatışma, gözaltı, tutuklama haberleri geliyordu.

Gözaltındaki İdil Belediye Eşbaşkanı Mehmet Muhdi Aslan tutuklanmıştı. Zaten kayyum atanmıştı belediyeye ve geçen ay da diğer eşbaşkan tutuklanmıştı. Lice’nin kırsalında yasaklar, operasyonlar sürüyordu.

Gözaltına alınanlar arasında 73 yaşında bir kadının da olduğu bilgisi ulaşıyordu kent merkezine. Çoğu bölgede görev yapan 11 binden fazla öğretmen meslekten uzaklaştırılmıştı.

Bunun sırf dört bini Diyarbakır kentindeydi. Hafta içinde bu kez öğretmenlere dönük gözaltı operasyonu başlamıştı. 24 eğitim emekçisi gözaltındaydı. Mahkemeye çıkarılmaya başlanmışlardı hafta sonu. Sonradan yedisinin tutuklandığını öğrenecektik.

Gözaltı ve tutuklanma nedenleri sendikaları Eğitim-Sen’in çağrısıyla eylemlere, etkinliklere katılmaktı. Suç delilleri arasında Gazeteci Fehim Taştekin’in son kitabı Rojava/Kürtlerin Zamanı da vardı. Aynı saatlerde Cumartesi Anneleri/İnsanları İstanbul’da 600. kez bir araya geliyordu Galatasaray’da. Diyarbakır’la İstanbul arasında canlı bağlantılar kuruluyordu.

Cumartesi Anneleri/İnsanları eyleme başladığında dedeler, nineler, anneler, babalar kayıp çocuklarını, torunlarını; çocuklar babalarını, annelerini arıyordu. Şimdi ise artık üçüncü kuşak devreye girmişti, anneler babalar çocuklarını ararken üçüncü kuşak yetişmişti. Şimdi torunlar da dedelerini, ninelerini aramaya başlamıştı. Ancak İstanbul’da açık havada yapılan bu eylemin aynısı Diyarbakır’da bir salonda yapılıyordu.

Oysa bütün Türkiye’de OHAL vardı. Ama belli ki Türkiye’nin batısında hakları, özgürlükleri ortadan kaldıracak kadar ağır biçimde uygulanan OHAL Diyarbakır’da daha da ağır uygulanıyordu.

VİETNAM, KOLOMBİYA, TÜRKİYE…

İHD Diyarbakır Şubesi’nde 398. haftasını dolduran eylem biterken, Sümerpark’ta yetişmemiz gereken bir toplantı vardı. Heinrich Böll Stiftung Derneği ile Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Derneği “Sekteye Uğrayan Barış Süreçlerini Canlandırmak” konulu bir yuvarlak masa toplantısı gerçekleştirecekti.

Yani böylesine çatışmalı, gergin, gözaltılı, tutuklamalı bir Diyarbakır’da Kolombiya barışını konuşacaktık. Kolombiya devleti ile FARC arasında yapılan barış anlaşmasına sivil toplum kurumları sekretaryasında temsilci olarak görev yapan Vicente Vallies sürecin arka planını aktaracaktı. Sümerpark’taki Resepsiyon Salonu’ndaki bir masanın çevresinde 40’a yakın davetli vardı.

Kolombiya’daki barış sürecini anlatacak olan Vallies 20 yıldır Kolombiya üzerine çalışıyordu ve 11 yıl boyunca insan haklarının korunması ve barışın inşası için bu ülkede yaşamıştı. Sorunun kaynağı farklı olsa da Kolombiya ile Türkiye arasında hem çatışmalı süreç, hem de barışın inşası konusunda şaşırtıcı benzerlikler vardı Her ne kadar 52 yıllık dense de Kolombiya’da çatışmalı sürecin 70 yıla kadar uzandığını anlatıyordu Vallies. Sorunun kaynağında siyasal ve sosyal katılım konusundaki güvence eksiklikleri, siyasi katılım açısından reform talepleri vardı.

Başkanlar, liderler, insan hakları savunucaları öldürülmüştü. Sendikalar baskı altındaydı, sınıflar arasında uçurum vardı, adalet iflas etmişti, çatışmalı süreç boyunca 220 bin insan yaşamını yitirmişti. Bunlardan yüzde 80’i sivildi.. Aslında çoklu bir çatışma alanı olmuştu Kolombiya. Bir yandan silahlı çatışma yaşanıyordu ama diğer yandan siyasi, ekonomik ve sosyal çatışma da bütün şiddetiyle sürüyordu.

Çatışma başta ordu ve FARC arasındaydı.. Ancak farklı gerilla grupları, paramiliter güçler de yaşanan savaşın önemli aktörleri arasındaydı. Geçmişleri neredeyse 70 yıl öncesine uzanan paramiliter güçler liberaller tarafından gerillalara karşı kurulmuştu. Ancak bu oluşumda uyuşturucu baronlarının büyük organizasyonu ve parasal desteği vardı.

Orduyla da ilişki içindeydi paramiliter güçler. Ülkede işlenen cinayetlerin yüzde 60’ı bu güçler tarafından gerçekleştirilmişti. Yedi milyona yakın insan yerinden edilmişti. Vallies’i dinlerken “her coğrafyada aynı” demekten kendini alamıyor insan. Çünkü Türkiye’de olduğu gibi ABD’nin Vietnam savaşında uyguladığı “Gerilla akvaryumda yüzen balıktır, yakalanması için akvaryumun suyunun boşaltılması gerekir” teorisi bölgede olduğu gibi Kolombiya’da da uygulanmıştı:

“ABD’nin Vietnam’da uyguladığı taktiği uyguluyorlardı. Köylüler gerillalara yardım ediyor. Köylüleri ortadan kaldırırsak gerilla da ortadan kalkar. Yani balıkların yüzdüğü suyu kuruturuz. Sadece paramiliter gruplar değil, ordu da benzer cinayetler işliyordu. Yoksul kentlerde gençlere gerilla kıyafeti giydirip öldürüyorlardı. 3 bin 500 genç böyle öldürülmüştü. Ülkede her 30 dakikada bir kadın cinsel saldırıya uğruyordu. Halk ikiye bölünmüştü. Ya benimlesin ya karşımdasın anlayışı hakimdi.”

KOLOMBİYA BAŞARDI, TÜRKİYE NEDEN BAŞARAMASIN!

Ancak uygulanan ulusal baskı, sivil toplum örgütlerinin çabaları hem hükümeti masaya oturmaya zorlamış, hem de gerillayı ikna etmişti. Hatta böylesi süreçlerde çok güç olan bir eşik aşılmış, iki tarafın mağdurları bile yan yana gelmişti. Bu son anlaşmadan önce de barış girişimleri olmuştu. Ama her seferinde iki taraf da sinirlenip çeşitli gerekçelerle masadan kalkmıştı.

Ordunun şahin kanadı da zaten barış istemiyordu. Ama masanın her terk edilişinde basın tarafından suçlanan FARC oluyordu. Gerillaların saldırıları durdurmak ve güç kazanmak için barış sürecini kullandığı iddia ediliyordu. Vallies’in anlattığı Kolombiya ile Türkiye’nin benzerlikleri çoktu: FARC’la müzakereye oturan bir başkan ise ‘silahları bırakın Fransa’ya gidin’ demişti.

Bunun üzerine yeniden devrildi masa. Çünkü bu müzakere değil, teslim olma çağrısıydı. 2010’da seçilen Santos ise aslında daha önceki başkan Alvaro Uribe’nin savunma bakanıydı. FARC ile mücadelede sert yöntemler kullanmıştı. Ordunun şahin kanadının yanındaydı. Buna rağmen 2010 yılında FARC’a bir mektup gönderdi ve müzakerelere başlamak istediğini söyledi.

Hem de ‘Kamuoyu önünde konuşmalarımıza bakmayın. Halka ve basına söylediğimiz başka bir şey. Buna rağmen müzakere etmek istiyoruz. Brezilya ya da İsveç’e gidip konuşabiliriz’ diyordu. Birkaç hafta sonra da FARC lideri bir bombardımanda öldürüldü. Buna rağmen FARC müzakereye başlamak istedi. Ama Santos’a güvenmediği için Venezüela veya Küba’ya gitmek istedi. 2011 yılında Venezüela sınırında başlamış görüşmeler yeniden. Santos, aynı zamanda siyasi bir kişilik de olan kardeşini gönderince müzakereye FARC’ın güvenini kazanmış.

Bu sırada da çatışmalar sürüyormuş. Özellikle sağcı politikacıların, ordunun bir kesiminin karşı çıkmasına karşın 300 sayfalık barış anlaşması oluşturulmuş. Bugünlerde imzalanacak ve Kolombiya halkının oyuna sunacak. Anlaşmaya göre FARC, 20 yıl boyunca seçimlerde daha az milletvekiili çıkarsa bile parlamentoda en az 10 koltuğa sahip olacak. Bir hakikat komisyonu kurulacak. Bu komisyonda sadece ordu ve gerilla değil, silahsız aktörler de hesap verecek. Hükümet, paramiliter gruplarla mücadele edecek.

Konuşmasının bu bölümünde “Ulusal basınç çok önemli” diyor Vallies “Mağdurlar ve sivil toplumun baskısı, uluslararası destek çok önemli. Yorgunlukla sabır arasında bir denge oyunu bu. Umudu yitirmemek lazım. Müzakere son aşamasına gelene kadar engellemeye çalışanlar çıkacaktır. 2015’te insan hakları ve hukuk devleti için mücadele eden 683 insan hakları savunucusu saldırıya uğradı. Bunlardan 68’i hayatını kaybetti. Barış isteyen sivil toplum örgütleri her zaman tehdit edildi.

FARC’ın kolu olmakla suçlandı.” Yuvarlak masa toplantısı bittiğinde belki de akıllarda en çok kalan Vallies’in “Barış için umudu yitirmemek lazım” sözüydü. Yaşanan bütün olumsuzluklara karşın çok kişide aynı kanı uyanmıştı; “Kolombiya başardı, Türkiye neden başarmasın!”

APE MUSA’NIN KATİLLERİ 26 YILDIR BULUNAMADI

Aynı günün akşamı Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Gazetecilik Ödülleri’nin töreni vardı Cigerxwun Kültür Merkezi’nde. Salona girenleri bugüne kadar yaşamını yitirmiş Özgür Basın Şehitleri’nin yana yana konulduğu onlarca fotoğraf karşılıyordu. Cezaevinde gazetecilerin sayısı 100’ü aşmış, 120’lere doğru gidiyordu. Ape Musa adına konulan ödüllerin 24. töreniydi bu.

Musa Anter cinayetinin üzerinden tam 26 yıl geçmişti. Katilleri hala bulunamamıştı. Cinayetle ilgili zaman aşımı dolmak üzereyken açılmıştı dava. Dün de Ankara’da Musa Anter Cinayeti davasına devam ediliyordu hala. Ertesi gün Amedspor ile İstanbulspor’un maçı vardı. Hem Musa Anter Ödül Töreni, hem de Heinrich Böll Siftun Derneği’nin Kolombiya ile ilgili yuvarlak masa toplantısı için İstanbul’dan çok sayıda gazeteci ve televizyoncu gelmişti.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın daveti üzerine hep birlikte maça gidiyoruz. Amedspor’un başına gelenler malûm. Her gittiği deplasmanda “teröristler” diye saldırıya uğruyorlar. Federasyondan akla sığmayan cezalar alıyorlar. Tribünler tıklım tıklım dolu. Amigolar taraftarı coşturuyor.

Maç başlamak üzere. İstanbulspor “Önce Vatan” yazılı bir pankartla çıkıyor sahaya. Birden bire tribünlerde gerilim yükseliyor, protestolar artıyor. Hemen arkasından başlayan İstiklal Marşı da nasibini alıyor ilk başta bu protestolardan. Ancak büyük çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu taraftarı kentin akil insanları, hatta tribün amigoları bu kez susturmak için büyük bir çaba harcıyorlar ve başarıyorlar.

Elbette bu protestoları anlamak için en kanlı, en çatışmalı, köylerin en çok boşaltıldığı süreçte bölgenin dağlarına, taşlarına, kentlerinin girişlerine “Ne Mutlu Türküm Diyene”, “Türk, Öğün, Çalış, Güven”, “Komando” sloganlarıyla birlikte “Önce Vatan” yazıldığını; İstiklal Marşı’nın Diyarbakır zindanlarında nasıl bir işkence aracı olarak kullanıldığını bilmek gerekiyor.

Diyarbakır’daki bir hafta sonu katıldığımız etkinlikler, eylemler, yuvarlak masa toplantısı, hatta izlediğimiz bir futbol maçı bile gösteriyor ki; Kürtlere barış; Kolombiya kadar yakın, Türkiye kadar uzak!