KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, 2019 seçimlerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

AKP tabanında ciddi erime olduğunu söyleyen Ağırdır, “AK Parti’nin çekirdek oyunda ve tabanında ciddi bir erime var ve ciddi eleştirel bir pozisyon var. İki, buna rağmen AK Parti’den çözülen insanlar ne İyi Parti, ne CHP, ne MHP. Yeni bir partiye de meyletmiş değiller” değerlendirmesinde bulundu.

Ağırdır AKP'nin gelecek dönemde Atatürk’e vurgu yapacağı yönündeki haberleri de değerlendirdi.

Bekir Ağırdır, “Atatürk’e sahip çıkmak, Atatürkçü olmak gibi bir meselelerinin olduğunu da sanmıyorum. Burada hedef zaten ‘Atatürkçüyüm’ diyen insanlara da ‘bizden korkmayın, biz de Atatürkçüyüz’ demek de değil” diyor.

“Geleceğe olan umudumuz ve inancımız sarsılıyor” diyen Bekir Ağırdır, “Ülkenin yarıdan fazlası, yüzde 60’a yakını neredeyse hemen önümüzdeki 3 ayda çok ciddi ekonomik kriz ya da siyasi kriz bekliyor. Ya da ülkede her yüz adamın 70’inden fazlası eğitim sisteminden ümidini kesmiş, ‘İmkanım olsa çocuğumu başka yere gönderirim okutmaya’ diyor” yorumunda bulundu.

‘ORTAK YAŞAM İRADESİ ZAYIFLIYOR’

Toplumsal hayattaki gerileme dikkat çeken Ağırdır, “Türkiye insanının ortak yaşama iradesi zayıflıyor ve giderek siyaset marifetiyle bunu çözebileceğimize olan umut ve inanç zayıflıyor. Ortak yaşam iradesini zayıflatan şey de bu umudun ve inancın azalıyor olması” diyor.

Bekir Ağırdır, “lümpenleşmenin çoğaldığını” söyleyerek “Şabanlar Recep İvedikleşiyor” benzetmesi yapıyor.

Bekir Ağırdır, T24’ten İnan Ketenciler’in sorularını yanıtladı.

- Erdoğan her zaman kazanmak için oynayan bir siyasetçi. Melih Gökçek ve Kadir Topbaş gibi çok uzun yıllar birlikte çalıştığı belediye başkanlarını hangi motivasyonla görevden almış olabilir?

Olası riskleri yok etmek diyorum ben. İlla böyledir demiyorum. Dışarıdan gördüğüm bu. Kimisi için FETÖ’cülük, kimisi için yolsuzluk, kimisi için metal yorgunluğu denen şey. Hangi belediye başkanı için hangi dürtü ağırlıklıdır bilmiyorum. Ama hepsine birden bütün olarak baktığınız zaman, ya da en azından Ankara, İstanbul, Bursa ve Balıkesir’e baktığımda ben ülke seçmeninin neredeyse üçte biri. Sadece bizim KONDA araştırmaları üzerinden söyleyeyim, AK Parti’nin potansiyel oyundan eksi olmuş 16 Nisan’da 3-4 puan mertebesinde.

Sadece bu olamaz diyorum. Ama hangisi için yolsuzluk tartışmasıydı, hangisi için FETÖ’yle ilişkisiydi, hangisi için yorgunluk meselesiydi onu bilmiyorum ama şunu düşünüyorum. Eğer diyelim seçimler yaklaştıkça Gökçek’le ilgili çok fazla yolsuzluk dosyaları ortaya çıkacaksa bu hem yerel seçim, hem cumhurbaşkanlığı seçiminde AK Parti için olası bir risk alanıdır. Bu anlamda bir mıntıka temizliği yapmak da olabilir.

- Atatürk meselesiyle ilgili sorunlu alanı sahiplenme dediniz ama Kürt meselesiyle ilgili tam tersi yapıldı.

Aynen öyle. Çünkü özü itibariyle AK Parti şunu görmemiz lazım. 2002’deki AK Parti başka, 2007’deki AK Parti başka, 2011’deki AK Parti başka, 2017’deki AK Parti başka. 2017’deki AK Parti’nin bugün bütün savunduklarına, söylediklerine baktığınız zaman, son derece merkeziyetçi, son derece devletçi, hayatın bütün detaylarını, stadyumun isminden, TEOG sınavının ne gün yapılacağına kadar Ankara’dan ve mümkün olan en dar kadroların karar verebildiği, her türlü soruna tek tipten yaklaşan ve bir yerde de keyfiyetçi, hukuku bile yeri geldiğinde OHAL kararnameleri sayesinde kendince kullanabilen bir hükümran parti ve hükümet etme tarzı.

Dolayısıyla bu tanımın içinden baktığınız  zaman, başka konjonktürel meseleler olsa da, Kürt meselesine de böyle bir yerden bakıyor. “Kürt meselesi yoktur ama Kürt vatandaşlarımın bazı dertleri vardır.” Bunu da yeni söylemiyorlar nitekim, 5 senedir söylüyorlar. Dolayısıyla yargıda da “Evet, yargıda bazı kripto FETÖ’cüler nedeniyle işini doğru yapmayan yargıçlar vardır ama yargının meselesi yoktur” demeye geliyor bu.

Halbuki tam tersi. Ben de diyorum ki ülkenin baştan aşağı yargıyı yeniden yapılandırması, devleti yeniden inşa etmesi, hukuku yeniden tanımlaması, eğitim sistemini, sağlık sistemini yeniden kurması diye bir meselemiz var. Bütün bunlar yokmuş gibi davranarak seçime gidiliyor ve o zaman sadece AK Parti’yi değil, buradan baktığım için muhalif dahil herkesi eleştiriyorum. Siyaset bu değil, başka şeyleri tartışmamız lazım. Ama AK Parti hem böyle Atatürk gibi yeni alanları sahiplenmeye çalışırken CHP’yi sürekli olarak savunmada bırakacak kadar saldırgan ve de gerçeklikle ilgisi olmayan ve çoğu zaman da CHP’nin de düştüğü tartışma alanları açıyor. Son tartışmaları duyduğum, “İnönü Atatürk’ü zehirledi mi?” biri demiş AK Partili biri. Ya da işte Adalet Yürüyüşü’nden sonraki tartışmalar falan gibi. Dolayısıyla tartışmayı hep burada tutmak siyaset değil. Ama ne yazık ki 2019’a kadar da böyle gideceği anlaşılıyor.

- Belediye başkanlarıyla ilgili “Milli irade diyorsunuz ama milletin iradesine saygı göstermiyorsunuz” eleştirileri var. Bu eleştiri AK Parti seçmeninde de var mı?

Şöyle bakalım meseleye. Siyasi tutum, davranış ve tercihler üzerinden baktığın zaman ülke üç parçaya bölünmüş halde. Farklı üç parça, farklı katmanlarda. Bir tanesi ülkenin geleceğine dair tahayyüllerde üçe bölünmüşlük var. 16 Nisan referandumunda “hayır” oylarının ağırlıklı olarak çıktığı seküler hayat tarzının olduğu, metropolleşmiş hayatın geçerli olduğu coğrafyadaki biz tahayyülü ve ülkenin yarınına dair tahayyül ile Kürtlerde de hayır olmasına rağmen oradaki hayır ve yeni bir Türkiye tahayyülü aynı şey değil.

Hayır derken ikisinin dürtüsü de farklı. Bir de ortada olan AK Parti çekirdeği bile denebilecek bir coğrafyadaki ya da muhafazakâr, mütedeyyin kesimdeki yarına dair tahayyül de başka. Bir böyle üçlülük var. Bir başka üçlülük, siyasi tercihler meselesinde var. Bir taraf, ülkede üçte bir gibi AK Parti tabanı gibi bir küme var. Bir üçte bir gibi diğer partilerin içinde olduğu bir küme var. Ve bir de hala bu siyasi kutuplaşmanın dışında durmaya çalışan, illa kendini yandaş ya da karşıt diye bir pozisyonda tanımlamamaya çalışan da bir üçte bir var.

Üçte iki dediğimiz iki kümenin yandaş veya karşıt pozisyonlar belli. Üçte bir AK Partiliye giderseniz OHAL’de yapılanlar da, akademisyenlerin atılması da, Kuleli’nin kapatılması da, belediye başkanlarının görevden atılması da doğrudur. Karşıt muhalif partilerin çekirdeklerine giderseniz de bütün uygulamalar yanlıştır. Bu aklıselim üçte birin ne diyor olacağı bütün hikayeyi belirliyor. Benim gözlediğim şey şudur; bir, Türkiye insanının ortak yaşama iradesi zayıflıyor ve giderek siyaset marifetiyle bunu çözebileceğimize olan umut ve inanç zayıflıyor. Ortak yaşam iradesini zayıflatan şey de bu umudun ve inancın azalıyor olması. Evet, insanlara sorduğunuz zaman bir parti tercihi söylüyor elbette ama bir yarısı da ya bu var olan partilerle bu iş çözülmez diyor, ya da bu sorunlar çözülemez diye kadere teslimiyet var. Bu oran 2007 – 2011 arasına baktığımızda neredeyse dörtte birlere dönmüştü. Yeni parti lazım diyenler veya umutsuz olanlar. Onların da çoğunluğu muhalif kesimdendi, CHP’yi ya da MHP’yi yetersiz görenler.

Şimdi toplam seçmenin yarısı bu noktada, hatta yarıyı geçen biçimde. Hatta ülkenin yarıyı geçen insanı için gelecek korkusu şu an baş gailesi, derdi. Ya da ülkenin yarıdan fazlası, yüzde 60’a yakını neredeyse hemen önümüzdeki 3 ayda çok ciddi ekonomik kriz ya da siyasi kriz bekliyor. Ya da ülkede her yüz adamın 70’inden fazlası eğitim sisteminden ümidini kesmiş, “İmkanım olsa çocuğumu başka yere gönderirim okutmaya” diyor. Hangi veriye bakarsan bak, geleceğe olan umudumuz ve inancımız sarsılıyor ve hukukun üstünlüğüne olan inancın düşüklüğü, demokrasiye olan inancın düşüklüğü birbirine eklenince giderek umutsuz, umutsuz olduğu için de sadece kendini kurtarmaya çabalayan, bireysel hayatındaki sorunlara odaklanan ve o sorunları çözmek için de legal-illegal, formel-informel sorunları çözme çabası gayreti öne çıkan bir başka toplumsal ruh hali  oluşuyor önümüzde.

Bunun en önemli sonuçlarından bir tanesi, evet ortak yaşama iradesinin zayıflamasıdır. Ama ikinci bir şey daha var, bu psikolojik iklim, bu toplumun ruh hali lümpenleşmeyi çoğaltıyor. Lümpenleşmeden benim kastettiğim şey Şaban’ın Recep İvedikleşmesi. Yani emniyet şeridine girenler trafikte çoğalıyor, kırmızı ışığı dinlemeden geçenler çoğalıyor. Otobüslerde, minibüslerde yaşlıya, engelliye yer vermeyi bırak, aksine bir de itip kakanlar çoğalıyor. Tanımadığı kadına sokakta tokat atmaya kalkan, sözlü sarkıntılığı, tacizi bırak, fiziki şiddete vardıranlar çoğalıyor. Hukuku hiç iplemeden, “vergi vermeden her türlü işi yapabilirim” diyenler çoğalıyor. Sokaklarda otopark mafyasına bakın. 10 sene öncesiyle aynı şeyi konuşmadığımız açık. Herhangi bir pazara gidin, fiyatlara, tartılara bakın, anlarsınız ne olduğunu. 

Asıl bu aşınma hali çoğalıyor ve bu lümpenleşmeyi eğer siyasette korkuyla besliyorsan, “öcüler geliyor, ülkemizi elimizden alacak, inancımızı elimizden alacak, yaşam tarzımızı elimizden alacak, özgürlüklerimizi elimizden alacak” diyerek siyaset bu lümpenleşmeyi korkuyla besliyorsanız birbirimize sarmamıza az kaldı demektir. Asıl tehlikeli olan ruh hali de budur. Ve beni ilgilendiren ve İyi Parti’yi de doğru mu yapıyor, yanlış mı yapıyor diye ölçüt tuttuğum şey bu sorunlara bakışımdır. Eğer İyi Parti’nin bu sorunlara bir cevabı yoksa, hangi kadroyu oraya listeye koyduğunun önemi yok, ya da yeni belediye başkanının Balıkesir’de kim olduğunun bu sorunlara cevabı yoksa o ismin kim olduğunun da önemi yok, ne için değiştirildiğinin de önemi yok. Asıl meselemiz bu.

- CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun referandumdan sonra bir söylemi vardı. Yüzde 48,6’lık blokunu koruyabilmeliyiz” diye. Koruyabildi mi CHP?

Bir şekliyle geçerliliği var. Yüzde 50 – 50 diyorum ben, 49-51’in bir önemi yok. Karpuz gibi ikiye bölünmüş bir toplumsal yapı, siyasi tercih. Bugün bu yapı sürüyor mu, az önce söylediğim gibi üçte birer kısımlar olduğu yerde duruyor, ortadaki insanlar ızdırap çekiyor. Şimdi buradan baktığın zaman ve siyasi tercihler üzerinden baktığın zaman Saadet Partisi hâlâ muhalif pozisyonunu sürdürdüğüne göre ya da İyi Parti muhalif pozisyonunu sürdürdüğüne göre demek ki o 51-49’luk evet hayır blokları oyun o tartışma üzerinden yürüyecekse hâlâ bir yerde duruyorlar. Ama bu oyunun çıkışı yok. 49-51’in yer değiştirdiğini düşünelim. Cumhurbaşkanlığı seçimini bu 49’luk blok öyle bir aday buldu ki 51 oldu. Eğer bu sözünü ettiğimiz sorunlara bir çözüm anahtarı, bir vaadi, bir ütopyası yoksa, bu gerilim sürecek demektir. Onun için mesele isimler üzerinden tartışma değil ama evet kağıt üzerinde bu bloklar duruyor. Ama mesele zaten bu bloklaşmayı bozmak.

- Referandumda üç büyük ilde de hayır çıkmıştı. Bu illerde seçmen eğiliminde değişiklik var mı?

Sadece Ankara, İstanbul, İzmir de değil. Metropolleşmenin daha yoğun yaşandığı, Hatay’la Trakya’yla İstanbul arasında bir bantta, metropolleşmenin daha yoğun yaşandığı, gündelik hayat pratiklerinin daha geleneksellikten çıktığı, yeni hayatın ritmine uydurmanın daha yoğun olduğu, muhafazakarlığın da bir biçimde kendine yeni ifade biçimleri ürettiği ve aynı zamanda kendi ekonomik aktörleri ve kendi ekonomik dinamizmi devlet olmadan da hayatını sürdürebilecek kadar yetişmiş, büyümüş coğrafya içinde evet, muhalif kanat diyelim AK Parti’den daha fazla. Ama bu sadece isim, aday değişiklikleriyle değiştirilebilir mi, veya muhalefet hiçbir şey yapmadan yine diyelim 2014 seçiminde yaptığı hataları, aday tespitlerinde veya söylemlerinde yaptığı hataları sürdürürek hâlâ aynı biçimde durur mu, orası belli değil. Yani onun için isimlerle tartışmak yeterli değil. Böyle anlatıyor olmamın sebebi şu. O tercihleri üreten şey sadece adaylar ve partiler değildi. O tercihleri üreten şey bu hayat tarzları, yeni hayata adapte olmak, olmamak, metropolleşmek, ekonomik dinamizmi yeterince güçlü olmak olmamak. Yani Kırşehir’deki bir insan için bütün çevreci gailelerden önce devletin orada bir yatırım yapması ve o yatırımın getirilerinin o insanın evine sokağına değmesi. Ama istihdam diye ama gelir diye. İstanbul’da, ya da Bursa’da, ya da İzmir’de devletin yatırımı olmadan da dinamizmi var bu aktörlerin. Ama Kırşehir’deki insanın devlete bakışı ve bekleyişi kalkınmayı tanımlaması ve oradan ürettiği ihtiyaç ve taleple İstanbul’daki bir insanın ürettiği ihtiyaç ve talep aynı şey değil. Dolayısıyla sadece AK Partili aday diye İstanbul’daki adayla Kırşehir’deki adayın aynı profilde olması aynı şey ifade etmiyor insanlar için. O yüzden daha toplumsal, kültürel, ekonomik bir yerden bakmamız lazım. Siyasi tercihler sadece siyasetten üremiyor çünkü.

Söyleşinin tamamı burada.

(Kaynak: T24)