Birikim dergisi yazarı Kıvanç Koçak, polislerin evine düzenlediği baskında katledilen Dilek Doğan'ın ardından yazdığı yazıda "Oysa yargısız infazlarla dolu bir tarihi görmezden gelmek, bunu neredeyse hiç dert etmemek, hukukdışılığı alkışlamak ta derinliklerimizde duymamız gereken bir utançtır aslında" demişti.

İşte Koçak'ın geçtiğimiz Ekim ayında yayımlanan "Dilek Doğan cinayeti" başlıklı yazısı: 

Ekim ayının ortalarında, farklı adreslerle birlikte Dilek Doğan’ın ailesiyle yaşadığı eve de baskın yapan polis yakın mesafeden Doğan’ı göğsünden vurdu. 

“Evimize 4 polis ayakkabılarıyla girdi. Kızımı vuran polise ‘galoş giyin’ dedik. Onlar da ‘giymeyiz’ dediler. Sonra silahı bize doğrulttu. Bir anda kızımı vurdular. Kızımı öldü zannettim. Polisler panikleyip dışarı kaçmaya başladılar. Evde kesinlikle bir çatışma olmadı. Kızımız vurulduktan sonra polislerle itiş kakış yaşadık. Benim beş tane çocuğum var. Dilek benim tek kızım. Umarım sağlığına kavuşur.”

Babası yaşananları böyle anlatıyordu. Doğan, sağlığına kavuşamadı, hayatını kaybetti. Bu esnada Doğan’ın evinde, ailesinin gözü önünde katledilmesine laf söyleyenlerin karşısına kendisinin “canlı bomba”, “terörist”, “DHKP-C’li” olduğu iddiaları konuldu. Ki bu, aslında ilk defa yaşadığımız bir durum değil: Berkin Elvan ekmek almaya gitmiyordu, Ali İsmail Korkmaz masum değildi, sokağa çıkma yasağı nedeniyle gömülmesine izin verilmeyen derin dondurucuda bekletilen Cemile Çağırga Cizre’de evinin önünde oyun oynamıyordu… Uzatın uzatabildiğiniz kadar. 

Türkiye’de öteden beri “güvenlik güçleri”nin yapıp ettiklerine karşı pek de sorgulayıcı olmama hali olduğu malum. Bunun ötesinde, bırakın askeri, polisi üstüne basit bir “güvenlik” üniforması geçiren, eline cop tutuşturulan herkesin -site güvenliğinden tramvay güvenliğine, şirket güvenliğinden otopark güvenliğine- kendini ali kıran baş kesen gördüğü; muhataplarına her türlü fiili saldırıda bulunabilmeyi kendine hak saydığı, hukukun konuşulmadığı bir ortamda yaşıyoruz bir zamandır. 

Hukuk konuşulamıyor zira güvenlik güçlerinin ne olursa olsun, hangi şart altında bulunulursa bulunulsun hukukla bağlı olduklarına, hukukun sınırları içinde hareket etmek zorunda olduklarına dair kavrayış neredeyse tamamen yok oldu ülkede. Misal Dilek Doğan olayında “Aydın Doğan ve paralel medyanın masum göstermeye çalıştığı kız DHKP-C 'li bir terörist” ya da “teröristi masum göstermeye çalışan satılmış, vatan hainleri” denilince bir insanın yargısız infazı hukuka uygun hale gelmiyor! Zira bir hukuk devletinde güvenlik güçlerinin velev ki gösteriye katılan, velev ki kendisini tokatlayan, velev ki kendisine taş atan birilerini öldürme hakkı ve yetkisinin hiçbir şekilde olmadığına, olamayacağına dair bir tahayyül, bir anlayış yok artık bu topraklarda (belki de hiçbir zaman olmamıştı!).


Silah kullanma yetkisinin ve sınırlarının kanunlarda açıkça tanımlandığına; ki oralarda da her zaman “ölçülülük”, “orantı”, “mutlak zorunlu olanı aşmayacak güç kullanımı” ilkelerinin temel bir kural olarak bulunduğuna dair iki satır laf edemiyoruz. Çünkü -son zamanlarda artan biçimde- böyle davrananlara göz yumuluyor; hukukdışılık normalleştiriliyor; cezasızlık, sorumsuzluk ilke haline getiriliyor. Çünkü ölenler terörist! Çünkü hukukdışı uygulamalara maruz kalanlar hiçbir zaman bizden değil! 

Böylesi yargısız infazlardan sonra “Teröristti, iyi oldu” diyen de, “Kıza üzülüyoruz, güzelmiş diyoruz, terörist çıkıyor” minvalli saçma laflar eden de (illa ölüm olmasına da gerek yok, hukukdışı her türlü uygulamayı alkışlayanlar da) mesela Dilek Doğan'ın annesinin, "Çocuğuma terörist, bombacı demesinler, gözümün önünde vurdular" demesiyle; ailenin tetiği çeken polisi tanıdıklarını, işkenceci olduğunu ileri sürmeleriyle ilgilenmiyorlar. Çünkü şu anda evlerinde güven içinde olduklarını sanıyorlar! Oysa yargısız infazlarla dolu bir tarihi görmezden gelmek, bunu neredeyse hiç dert etmemek, hukukdışılığı alkışlamak ta derinliklerimizde duymamız gereken bir utançtır aslında. Tabii utanma duygumuz hâlâ kaldıysa…