Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Geçici AKP Hükümeti'nin Başbakanı Ahmet Davutoğlu koordinasyonunda başlatılan operasyonlara ilişkin KCK'den açıklama yapıldı.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı "Şu anda yapılması gereken tek yol vardır. Bu da demokrasi güçlerinin bir araya gelerek ittifaklarını genişletip Erdoğan’ın faşist ve çete güruhuna karşı demokrasi ve Özgürlük Mücadelesi’ni yükseltmek olmalıdır" dedi.

“GEÇEMEYECEKLER”

KCK'nin açıklamasında şöyle denildi:

“II. Dünya Savaşında faşizme karşı “Geçemeyecekler” sloganıyla demokrasi güçlerinin ayağa kalkarak direnişe geçmesi gibi demokratikleşme ve köklü barış sloganıyla demokrasi güçlerinin mücadelesi yükseltilmelidir.

Kuşkusuz soyut ve politik hedefi olmayan barış söylemi yerine, demokratikleşme, Kürt sorununun çözümü ve kalıcı barış sloganının esas alınması mücadeleyi demokratikleşme ve tüm sorunların çözümünü sağlatan düzeye kavuşturacaktır.

Bu temelde Türkiye’nin demokratikleşmesi ve tüm sorunların çözümünü sağlatmak hedef alınmalıdır. Tüm demokrasi güçlerinin Kürt Özgürlük Hareketi’yle birlikte ve birbirini tamamlayan mücadele içine girmesi, Tayyip Erdoğan ve ekibine karşı başarının anahtarı ve güvencesi olacaktır.

II. Dünya Savaşında bir papazın “Sıra bize geldiğinde beni savunacak kimse kalmadı” demesi durumuyla karşılaşmamak için yapılması gereken budur. Bu temelde halklarımızı ve demokrasi güçlerini hiç gecikmeden derhal mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz.”

KCK açıklamasının tamamı şöyle:

“2012’nin sonunda fiili, 2013 Newroz’unda resmi olarak Önder Apo tarafından sağlanan ateşkes ve çatışmasızlığı Türk devleti Önder Apo’yu ağır tecrit altında tutarak ve psikolojik baskı uygulayarak fiili olarak bitirmişti. Son hava saldırılarıyla ateşkesi resmen bitirdiğini tüm dünyaya duyurmuştur. Zaten Türk devleti karakol, askeri amaçlı baraj ve yol yapımlarıyla daha ilk aylarda çatışmasızlığı bitirmiş, bu üç yıl içinde birçok sivil insanı katlederek ve yaygın tutuklamalar yaparak çatışmasızlığı sadece bizim tarafımızdan uygulanan tek taraflı bir durum haline getirmişti. Son aylardaki ve haftalardaki söylem ve tutumlarıyla bizim büyük bir sabırla tek taraflı yürüttüğümüz çatışmasızlığı da anlamsız hale getirmişti. Bu açıdan son hava saldırıları ve yapılan yaygın tutuklamalarla uzun süredir sürdürdüğü saldırı politikaları yeni bir aşamaya vardırılmış ve topyekun bir savaşa dönüştürülmüştür

Savaş, politikanın silahlı unsurlarla devam ettirilmesidir. Tayip Erdoğan ve AKP hükümeti de şimdiye kadar Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı sürdürdüğü saldırgan politikayı ve bu yönlü uygulamayı topyekun savaş haline dönüştürmüştür. Birçok sivil yerleşim yerlerini de hedef alan hava saldırısı ve yoğun tutuklamalar başka bir anlama gelmemektedir.”

“PLANLAMA YAPILMIŞ VE ADIM ADIM YÜRÜRLÜĞE KONULMUŞTUR”

“Bu saldırılar ABD ile kurulan ilişkiler ve Suruç katliamına yönelik tepkilerin olduğu dönemde gelişse de, esas olarak seçim öncesi Tayip Erdoğan ve AKP hükümetinin kararlaştırdığı ve tam uygulayamadığı politikaların bugün tümüyle pratiğe sokulmasıdır“ denilen açıklama şöyle devam etti:

“AKP hükümeti seçim öncesi iç ve dış tehditlerin varlığını gerekçe göstererek iç güvenlik paketi hazırlamış ve buna uygun bir gerilim politikası izlemiştir. İç ve dış tehdit algısı yaratma çabaları ve seçim öncesi yarattığı gerilim ile bu sorunlar ancak güçlü başkanlık sistemi ile çözülür propagandası yapıp 7 Haziran seçimlerini kazanmak istemiştir. Ancak Önder Apo da Dolmabahçe mutabakatını sağlatarak başkanlık sistemi ve hegeominik otoriter bir rejime karşı demokratikleşmiş Türkiye temelinde sorunları çözme projesini Türkiye halklarının önüne koymuştur.

Seçimde esas olarak bu iki politika mücadele etmiştir. Tayyip Erdoğan ve ekibinin seçim öncesi gerilim ve çatışma yaratarak kendisine seçim kazandıracak ortam yaratma çabaları da başarılı olamamıştır. Hatta bu yönlü her girişimi ters tepmiştir. Türkiye halkları Tayyip Erdoğan’ın daha fazla otoriterleşme politikasına onay vermemiş, Önder Apo'nun demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü politikasına onay vererek demokratik ve özgür yeni bir Türkiye'nin önünü açmıştır. 7 Haziran seçimlerinin sonucu, kesinlikle Kürt sorunu başta olmak üzere temel sorunlarının çözümü temelinde Türkiye'nin demokratikleşmesi yönünde olmuştur. Bu seçim sonuçları Tayyip Erdoğan’ın otoriter ve hegemonyacı tüm politikalarını ve amaçlarını boşa çıkardığı gibi, 13 yıllık AKP iktidarına da son vermiştir. AKP'nin bir daha tek başına iktidar olma yollarını kapamıştır.

Seçimlerin mesajı, Türkiye'nin köklü demokratik reformlardan geçerek tüm sorunlarının çözümü yönünde olurken; seçim sonrası demokrasi güçleri demokrasi bloğunu daha da genişletip demokratikleşme ve Kürt sorunu başta olmak üzere tüm sorunları çözme politikasını Türkiye'nin gündemine koymaları gerekirken, bu yapılamamıştır. Bu yapılmayınca seçim sonuçlarıyla şok olan ve üç gün konuşamayan Tayyip Erdoğan ve ekibi yeniden gerilim politikası izleme, iç ve dış tehdit algısı yaratarak bu temelde güçlü başkanlık ve otoriter sistem için bir iklim oluşturup Tayyip Erdoğan’ın tekrar seçim dediği yeni bir seçime gitme hedeflenmiştir. Bu hedef temelinde planlama yapılmış ve bu planlama adım adım yürürlüğe konulmuştur.

Eğer AKP seçimi kazansaydı derhal çok yoğun tutuklamalar yapılacak; hava saldırıları başta olmak üzere çok yönlü saldırılar arttırılarak Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı bir tasfiye harekatı başlatılacaktı. Ancak seçimde demokratikleşme sonucu çıkınca bu planlarını ertelemek zorunda kalmışlardır. Ancak Tayyip Erdoğan ve ekibi seçim sonuçlarını hiçbir biçimde kabul etmemiş, seçim sonuçlarını tersine çevirmek ve kendi politikalarını uygulama zemini yaratmak için harekete geçmiştir. Suruç katliamını planlayıp ya da istihbarat örgütleriyle bu katliama yol verilerek bu plan uygulamaya konulmuştur. Daha Suruç katliamından önce Bülent Arınç’ın “terör örgütünü zor günler bekliyor; büyük darbeler vuracağız” demesi, bu politikanın açıkça dillendirilmesiydi. Bülent Arınç, Türkiye'de neler yaşanacağını önceden haber vermiştir. Hava saldırıları ve yoğun tutuklamalar açıkça bir savaş ilanıdır. Kürt Özgürlük Hareketi'nin bu hava saldırılarına ve yoğun tutuklamalara sessiz kalmayacağı bilindiğinden bu saldırılarla savaş başlatılmış bulunmaktadır.

Tayyip Erdoğan’ın “Ya silah bırakacaklar ya da sonucuna katlanacaklar” sözleri her şeyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. Kürt sorunu gibi kırk yıldır savaşın sürdüğü anlaşmazlık ve çatışma alanlarında sorunların çözümünde silahların durumunun ne olacağı en son gündeme gelecek konudur. En son gündeme gelecek konunun ilk önce gündeme getirilmesi ve dayatılması sorunun çözümsüzlüğünde ve kırk yıl süren çatışmaların bir kırk yıl daha sürmesini getirecek politikalarda ısrar etmektir. Amiyane deyimle arabayı atın önüne koymaktır.

Şu anda Tayyip Erdoğan ve ekibinin izlediği politika 1990’lı yılların Çiller, Doğan Güreş ve Mehmet Ağar’ın izlediği politikaların ve söylemlerin bugün tekrar edilmesidir. Tarihte görüldüğü gibi birincisi trajik olan olayların ikincisinin komedi olması gibi Tayyip Erdoğan tarihi tekerrür etme aymazlığına düşmüş bulunmaktadır.

“TAYYİP ERDOĞAN VE EKİBİ HALKLARIMIZA KARŞI KOMPLO İÇİNDEDİR”

Tayyip Erdoğan ve ekibi halklarımıza karşı bir komplo içindedir. Tayyip Erdoğan ve ekibinin iç ve dış politikası çökmüş ve bunun faturasını seçimi kaybederek ödemiştir. Ancak seçimi kaybetmeyi sindirememiş ve yeni oyunlar peşine düşmüştür. Suruç katliamı şimdiye kadar ABD ve Batı ile yaşanan gerilimi gidermenin ve ABD ile uzlaşmanın bir aracı olarak gündeme gelmiştir. MİT Müsteşarının Suriye’den birkaç top atışı yaptırırım ve Suriye’ye giriş ortamını hazırlarım sözünün pratiğe geçirilmesi gerçekleşmiştir. Suruç katliamına bunun için yol verilmiş ve bu katliam üzerinden ABD ile belli uzlaşmalar yoluna gidilmiştir. Düne kadar IŞİD’le kol kola olan ve hala da politik olarak hedefleri aynı olan Türkiye, kendisini de IŞİD mağduru hale getirip bölge politikalarında ve Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı ABD'yi yanına alma çabası içine girmiştir. Kilis sınırındaki olaylar da tamamen ABD ile ilişki geliştirme ve Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yapılan saldırılara meşruiyet kazandırma ya da sessiz kalınmasını sağlamak için planlanmış ve gerçekleştirilmiştir.

IŞİD’le ilgili algı yaratmak için planlanan olaylar IŞİD’le ilişkisinin çok fazla deşifre olması, dışarıda ve içeride Türkiye'yi zora düşürmesi nedeniyle şimdi bu ilişkisini kopardığı ve IŞİD’i karşısına aldığı algısını yaratma ihtiyacı duymuştur. Kilis sınırında IŞİD’e yönelik hedeflere saldırıldığının söylenmesi ve bunun yoğun propagandasının yapılması kesinlikle bu yönlüdür. Böylece içeride ve dışarıda AKP hükümetine karşı oluşan olumsuz havayı dağıtmak ve bunun üzerinden Kürt Özgürlük Hareketi ve Rojava Devrimine karşı saldırı politikasına zemin yaratmak amaçlanmıştır. IŞİD ile iç içe geçen bir ilişki içinde olan Türk devleti, şimdi bu algı operasyonuyla IŞİD ile PKK ve PYD’yi aynı gösterme çabası da bu politikanın sonucudur.

IŞİD’e yönelik yaratılmak istenen algı operasyonunun hemen arkasından yoğun tutuklamalar yapılması ve hava saldırılarının gerçekleştirilmesi tesadüfi değildir. Seçim öncesi planlanan savaş konseptinin Suruç saldırısı sonrası yapılan algı operasyonuyla pratikleştirilmesi gerçeğiyle karşı karşıya bulunmaktayız.

“ERDOĞAN VE AKP HALKLARI KURBAN ETME POLİTİKASI İZLEMEKTEDİR”

Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti seçime hazırlanmaktadır. Seçimi kazanmak için gerilim ve çatışma yaratma ve bu amacı için halkları kurban etme politikası izlemektedir. Tayyip Erdoğan güçlü başkan olma ve otoriter sistem kurmak için iç ve dış tehdit yaratma politikasını uzun süredir sürdürmektedir. Şu anda tam da yaptığı budur. İç ve dış tehdit algısını yaratma ortamında seçime girip mutlaka kazanmak istemektedir. Şu andaki saldırı politikası ve Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı savaş açması ve izlediği çok yönlü maceracı politika bu gerçeğin dışa vurumu olmaktadır.

Kuşkusuz Tayyip Erdoğan ve ekibinin böyle bir politikası vardır. Halklarımıza ve demokrasi güçlerine karşı savaş açmıştır. Halklarımız bu kapsamlı savaş karşısında teslim olacak değildir. Zayıf ve güçsüz duruma düşen AKP hükümeti halklarımızın mücadelesi karşısında kesinlikle başarısızlığa uğrayacaktır. Halklarımıza karşı savaş açma politikasında kaybeden mutlaka Erdoğan ve ekibi olacak, Türkiye halkları kazanacaktır. Bu kazanım, sadece Türkiye'nin değil, tüm Ortadoğu'nun kazanması olacaktır.

“HALKLARIMIZI CEZALANDIRMAK İSTEMEKTE”

Erdoğan ve ekibi 7 Haziran seçimini, sonuçlarını tersine çevirmek ve 7 Haziran seçimlerinde AKP'ye kaybettiren halklarımızı cezalandırmak istemektedir. Kürt Özgürlük Hareketi ile dayanışma ve mücadele ortaklığı içinde olan güçlere, AKP ve Tayyip Erdoğan’a kaybettirmenin sembol coğrafyası olan Serhat alanında halkımıza saldırması gerçeği de Erdoğan ve ekibinin 7 Haziran seçimlerinden intikam almasının uygulamaları olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.

‘’Teröre sırtını dayayanlar ve destek olanlar da bedelini ödeyecektir’’ diyerek HDP'yi hedef yapmışlardır. Daha şimdiden HDP’lilere yönelik tutuklamaların yoğunlaştırılması, saldırının başta HDP olmak üzere topyekun demokrasi güçlerine olduğunu açıkça göstermektedir. Bu durum karşısında AKP'den sağduyu beklemek ya da bundan vazgeçmesini istemek safdillikten öte başka bir anlam taşımayacaktır.

“YAPILMASI GEREKEN ÖZGÜRLÜK MÜCARELESİNİ YÜKSELTMEKTİR”

Şu anda yapılması gereken tek yol vardır. Bu da demokrasi güçlerinin bir araya gelerek ittifaklarını genişletip Erdoğan’ın faşist ve çete güruhuna karşı demokrasi ve Özgürlük Mücadelesi'ni yükseltmek olmalıdır. II. Dünya Savaşında faşizme karşı “Geçemeyecekler” sloganıyla demokrasi güçlerinin ayağa kalkarak direnişe geçmesi gibi demokratikleşme ve köklü barış sloganıyla demokrasi güçlerinin mücadelesi yükseltilmelidir. Kuşkusuz soyut ve politik hedefi olmayan barış söylemi yerine, demokratikleşme, Kürt sorununun çözümü ve kalıcı barış sloganının esas alınması mücadeleyi demokratikleşme ve tüm sorunların çözümünü sağlatan düzeye kavuşturacaktır. Bu temelde Türkiye'nin demokratikleşmesi ve tüm sorunların çözümünü sağlatmak hedef alınmalıdır. Tüm demokrasi güçlerinin Kürt Özgürlük Hareketi’yle birlikte ve birbirini tamamlayan mücadele içine girmesi, Tayyip Erdoğan ve ekibine karşı başarının anahtarı ve güvencesi olacaktır. II. Dünya Savaşında bir papazın “Sıra bize geldiğinde beni savunacak kimse kalmadı” demesi durumuyla karşılaşmamak için yapılması gereken budur. Bu temelde halklarımızı ve demokrasi güçlerini hiç gecikmeden derhal mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz.