OHAL Komisyonu başvuruları 7-8 yılda tamamlanacağını savunan Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, "OHAL komisyonu AKP ve külliye hükümetinin bir tür gaz odasına dönüşmüş durumda. Seni oraya kapatıyor" dedi. 

7 Şubat 2017'de KHK ile üniversiteden uzaklaştırılan anayasa hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Cumhuriyet'ten Hilal Köse'nin sorularını yanıtladı.

Kaboğlu'nın Cumhuriyet'te yer alan röportajının bir bölümü şöyle: 

İzlenimlerinizden söz eder misiniz biraz?

Hangi siyasal aidiyette, etnik kökende olurlarsa olsunlar, insanlar 2019’daki ortak tehlikeyi görmeye başlıyorlar. Sorulan sorulardan bunu çıkarıyorum. Ama kaygı da halen var. Nedir o kaygı? Sandığa giren oy ile çıkacak oy aynı olacak mı kaygısı. Bu soruyu Batman’da da, Samsun’da da sordular.

OHAL devam edecek mi? Kaybetse de iktidarı verecek mi? Bu tür söylemler bizi tembelliğe, umutsuzluğa, boşvermişliğe yönlendiriyor diyorum. Onlar iktidarı bırakmamak için canhıraş çalışıyorlar, hileyi de hurdayı da kullanarak ve her türlü yolu mübah sayarak. Biz ise azınlık statümüzü kaybetmemek için rehavetimizi bozmuş değiliz. Konuşmalarımda üç liderin dürüst tavırlarını da öne çıkarıyorum.

Nedir o tavırlar?

Devlet Bahçeli: 16 Ekim günü, Anayasal suç işlendiğini söyledi.

Cumhurbaşkın Erdoğan: Anayasa değişikliğinin kişisel projesi olduğunu söyledi.

Başbakan Yıldırım: 6 Haziran’da, desteği 70 günde yüzde 30’dan 51.4’e çıkardığını söyledi. OHAL sayesinde yaptı bunu. Şimdi önümüzde 70 günden çok daha uzun bir zaman var. Bu çelişkileri anlatmalıyız.

Bahçeli ve Erdoğan niçin oy istedi bizden? Devletin beka sorunu var dediler. Şimdi devlet ne halde? Peki niçin Anayasa’yı yürürlüğe sokmak için üç yıl bekliyolar? Neden Erdoğan’ın partisine üye olması ve HSYK’nin lağvedilmesi yürürlüğe girdi de Anayasa yürürlüğe girmedi? Devletin beka sorunu mu vardı? Yoksa bir kişinin ve onun partisinin beka sorunu mu vardı?

OHAL ne zaman kaldırılır sizce?

OHAL’i dört döneme ayırıyorum. OHAL, 2015 yılında sokağa çıkma yasaklarıyla başladı. İç Güvenlik Yasası ile bütün Türkiye’de fiilen ilan edildi. Bana göre 16 Nisan’da OHAL nedeni ortadan kalktı. Bütün amaç Anayasa’yı değiştirmekti. Darbecilere karşı bir buçuk yılda mücadele verilmediyse zaten bu saatten sonra inandırıcılığı yok. Kaldı ki OHAL’de Anayasa değişikliği yapılamaz. 

Hele hele rejimi ve sistemi değiştiriyorsanız hiç mümkün değil. Tanık olduklarımıza baktığımız zaman Marmara Üniversitesi’nde barış akademisyenlerine karşı kurulan komisyonda soruşturma yürüten ve tamamen hukuka aykırı biçimde YÖK’e rapor sunanlardan biri AİHM yargıçlığına önerilmiş hükümet tarafından.

Düşünün, hukuka aykırı bir katliam işlemine imza atan kişi Türkiye’yi temsil edecek Avrupa’da. OHAL, FETÖ’cüleri ortaya çıkarmaktan çok hükümet içinde, devlette yer alan, makam sahibi, hükümet yanlısı FETÖ’cüleri korumak için kullanılıyor diye düşünüyorum. FETÖ’cü olması muhtemel çok kişi var bildiğim ama şu anda kraldan çok kralcılık yapıyorlar.

Nedeni ortadan kalktıysa neden sürdürülüyor?

2019 seçimlerini kazanmak için. Ben buna OHAL’in üçüncü aşaması diyorum. Dördüncü dönemi olacak mı? 16 Nisan’da oynanan metnin yürürlüğe girmesinin adı, tek kişinin daimi OHAL’i. Şu an göstermelik de olsa sağda solda gezen bakanlar var. Tek kişilik kalıcı OHAL dördüncü dönem olacak. Dördüncü döneme müsaade edip etmeme konusunda hala şansımız var.

Neden ‘ihraç’ ya da ‘görevden alındı’ dedirtmiyorsunuz?

Sonuçları hem zaman hem de mekan olarak dünya çapında kuşaklar boyu travma yaratabilecek bir olay. (Önceki gün bir gazeteden kestiği haberi gösteriyor) Başlığa bakın: “18. ayda FETÖ bilançosu. Kamudan net ihraç 107 bin 174 kişi”. Ben de burda FETÖ blançosu içerisindeyim.

Hitler de öğretim üyelerini çalıştırmadı ama Türkiye’ye gelebildiler, benim hocalarımın hocasıydı onlar. Bizim de gencecik, pırıl pırıl, dünyanın bir başka ülkesinde insanlığın gelişmesine katkıda bulunabilecek gençlerimiz var. Ama yurtdışına çıkamıyorlar. Bu sadece hukuk kıyımı, düşünce katliamı değil, bilim katliamıdır. Geniş anlamda düşünürsek insanlık suçudur. ‘Kaboğlu emekliliğine bir kaç ay kala görevinden alındı’ diyebileceğimiz kadar basit değil.

Ve hak arama yolları da hala tıkalı...

Başvur, başvur, başvur. İdare mahkemesine, emniyete, valiliğe, Anayasa Mahkemesi’ne başvuruyorsun. Hepsi topu atıyor. OHAL komisyonuna başvurdum. Bir şey beklediğim için değil, kendi kendime tutarlı olmak için. Hep soruyorlar. “Hocam yeni Türkiye Hitler mi Musolini mi Kenan Evren mi?” diye. 

Hiçbiri değil diyorum. Onların yeni Türkiye dedikleri gerçekten bugüne kadar yaşanmamış yönetim tarzıdır... Bugün Türkiye’de KHK’nin yok hükmünde olduğunu saptamaya cesaret edebilen mahkeme olmasa da AİHM bunu saptayacak. Komisyon altı ay sonra başvuru aldı. Karar bekleniyorken, başkanı Adalet Bakanlığı müsteşarlığına atandı. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nde atanacak başka kimse yok mu? 

Çadır devleti miyiz? Muz Cumhuriyet mi? Bence devlet miyiz değil miyiz? Bunu tartışalım. Başkanı görevden alıyorsunuz, yerine başkan bulmak için iki ay bekliyorsunuz. Üstelik ikinci başkanı da Cumhurbaşkanlığı birimi olan Devlet Denetleme Kurumu’ndan. Peki komisyonun kararları neden gizli? Kimi iade etti? Perde arkasında dönen kulislerle mi iade etti? Benim gibi sadece hukuku uygularsa iade edebileceği kişileri hiç iade etti mi?

Sonuç olarak size dair bir karar henüz yok değil mi?

Bilmiyorum, bana bir şey gelmedi. Başvuru üzerine sekiz ay geçti. Bir yıldır bekliyoruz. O arada Cumhurbaşkanı aç kalmamamız için ağaç kabuğu öngördü. Ben birkaç yerde söyledim. 

‘Hayır ağaç kabuğu yemiyorum, iki nedenle. Bir senin katlettiğin ağacın kabuğunu yemem. İki, ben ağaç kesmem.’ Ama daha önemlisi hiçbir şeyi yemeyip ölmeyi tercih ederim böyle bir işleme maruz kalmaktansa. Benim için önemli olan adımın o listede olması.

Yememekten çok daha vahimdir. Kenan Evren demişti ya ‘Asmayalım da besleyelim mi?’ Daha dürüsttü. Komisyona baktığınızda başvuruları sonuçlandırması yedi sekiz yılı bulacak. Ondan sonra mahkemeye gitme fırsatı bulacaksın. Ölen ölecek, kalan kalacak. Çoluk çocuk perişan olacak. Sivil ölümden de vahim bir durum. Düşman hukukunun da kuralları var. Ona da benzemiyor. OHAL komisyonu AKP ve külliye hükümetinin bir tür gaz odasına dönüşmüş durumda. Seni oraya kapatıyor.

Son olarak barış demek hiç bu kadar baskı görmüş müydü?

Anayasa’nın değişmez dediğimiz maddesinin ifade edilmesi bile suç oluyor. 2003 yılında tezkere Meclis’ten geçmemişti. Geçmesini isteyenler, ‘10- 15 yıl sonra Mehmetçiği bölgeye sevk etmemek için topraklarımızı açalım’ diyordu. Şimdi Mehmetçik orada. Şimdi bize eleştirmeyin diyorlar. Demek ki eleştirmek lazım. 

Eleştiriden korkmamak lazım. Esas tehlike Anayasa’nın bir maddesini, tırnak içerisinde bile sosyal medyada paylaşımın tehlikeli olduğu hissini insanlara vermektir. Bu durum, “Toplumu korkuttum dize getirdim” diye bir rahatlık verebilir yöneticilere, bence esas korkan onlardır. Koltuk korkusudur. 

Toplumu, ülkeyi kuran kişinin ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ sözünü paylaşmaktan korkmaya kadar vardırmışsa bu yönetimin gücü sadece fiili bir güçtür. Hukukla ilgisi yoktur. Tarihte çok gördük. En güçlü yönetimler hukuki yönetimlerdir. Fiili yönetimler çok güçlü görünebilir fakat her zaman geçici olmuştur. Şu anda güç fiilidir, hukuki değildir.

Bu bize umut vermeli. Türkiye demokratlarına hiçbir biçimde ayrım yapmadan, her vesileyle yurttaşlık diyorum. Eşitlik, laiklik diyorum. Bu bizi birleştiricidir. Şimdi unutalım diğerlerini, yurttaşlık kavramıyla, birleştirici, evrensel kavramlarla ilerleyelim biz kazanacağız diyorum. Ben umutluyum. Umutlu olalım.