Gazeteci İrfan Aktan, 7 Haziran seçimlerinin ardından başlayan savaş süreci ve 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ile birlikte yayınlanan KHK’leri değerlendirdi.

Aktan, “İkinci çetin kışa giriyoruz. Geçen kış ağır şehir ablukalarında binlerce insanın hayatını kaybedişine, on binlerce evin yerle bir edilişine, faili meçhul cinayetlere, canlı bomba katliamlarına, vahşet video ve fotoğraflarına tanık edilen, seyirci kılınan Türkiye, bu kış “arta kalanlara” yönelik gözdağı girişimlerinin sahası olacağa benziyor. Savaşın hukuku Kanun Hükmünde Kararnamelerle peyderpey yerleştiriliyor. Ezcümle bu kış faşizm geliyor” ifadelerini kullandı.

İrfan Aktan’ın Gazete Duvar’da yayımlanan, “İki karede Cumhuriyet tarihi” başlıklı yazısı şöyle:

Direnenlerin mirası selden sonra yeni bir hayatı kurmaya yetecek düzeyde cevheri barındıracak mı, şimdilik meçhul. Fakat geleceğe sadece direnenlerin kalacağına kuşku yok. Geleceğe dair umut, geçmişin yarattığı karamsarlık kadar uzun sürebilirse, bu ülke için hâlâ ufuk var demektir. İkinci çetin kışa giriyoruz.

Geçen kış ağır şehir ablukalarında binlerce insanın hayatını kaybedişine, on binlerce evin yerle bir edilişine, faili meçhul cinayetlere, canlı bomba katliamlarına, vahşet video ve fotoğraflarına tanık edilen, seyirci kılınan Türkiye, bu kış “arta kalanlara” yönelik gözdağı girişimlerinin sahası olacağa benziyor. Savaşın hukuku Kanun Hükmünde Kararnamelerle peyderpey yerleştiriliyor. Ezcümle bu kış faşizm geliyor.

Ne zaman gideceği ise demokrasi mücadelesinin bedelini göze alanların sayısına bağlı. İktidardakilerin bırakın demokrasiyi, demokrasi vaadinde bulunmak gibi bir mecburiyet hissi bile kalmayalı epey zaman oldu. Artık demokrasi vaadi değil, hazırlığı yapılan savaştan muzaffer çıkma sözleri motive ediyor toplumun kahir ekseriyetini. “Barış” diyenlere karşı keskin bir savaş ilanı çoktan, sözümona meşruiyet zeminine oturtuldu.

Cumartesi akşamı yayınlanan yeni KHK’nın dehşet verici içeriği tartışılırken Saray’daki Cumhuriyet’in 93. yıldönümü resepsiyonundan mutluluk selfie’leri de peşisıra timeline’a düştü. Cumhuriyetin yeni sahipleri şimdiye kadarki zaferlerini kutlarken, aynı esnada PKK’li iki kadın militanın askerler tarafından kurşuna dizilişini gösteren video da önümüze bırakılıverdi.

Öylesine yapılmış bir infaz da, öylesine çekilip servis edilmiş bir video da değildi bu. Darbeci unsurların palazlandığı, astın üstün üstünü arayıp GBT’sini kontrol edeceği kadar kendi içinde parçalanmış, birbirine girmiş yeni cumhuriyetin ordusunun Kürt sorununa karşı konumlanışının yeniden ilanıydı bu.

FOTORAFÇI AKENGİN’İN TANIKLIĞI

Fakat günaşırı gelen darbelerle toplum iyiden iyiye sindirilirken arada bir direnenlerin de fotoğrafları düşüyor önümüze. Epi topu bir avuç insan var sokaklarda. Cesaretlerini hangi bilgiden, ne zamanki deneyimden devşirdikleri malûm: En az cumhuriyet tarihi kadar eski olan direnişten. Diyarbakırlı gazeteci İlyas Akengin 15 yıllık gazeteci, fotoğrafçı. 7-8 yıldır AFP’ye haber ve fotoğraf geçiyor.

26 Ekim günü, Diyarbakır Büyükşehir Belediye eşbaşkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’nın gözaltına alınmasına tepki gösteren, Akengin’in gözlemine göre sayıları bini aşmayan gruba yönelik müdahale sırasında fotoğraf makinesinin deklanşörüne bastığında, bugünlerin belgeseli mahiyetindeki birkaç fotoğrafı çektiğinin farkındaydı.

Telefonda konuştuğumuz Akengin, “O gün sıradan bir gün değildi. Diyarbakır belediye başkanlarının gözaltına alınması, zaten alışkın olmadığımız kayyım uygulamasının zirvesi niteliğindeydi. Çekeceğim her fotoğrafın tarihe not olacağı kanısına varmıştım” diyor. 26 Ekim günü gerçekleşen polis müdahalesi, 1990’lı yıllarda lise öğrencisiyken Akengin’in Diyarbakır sokaklarında çok sık tanık olduğu uygulamalardan biriydi. Fakat çektiği üç fotoğraf karesi sadece 1990’larla değil, 93 yaşındaki cumhuriyetin tarihiyle mukayese etmemizi sağlayacak düzeyde etkili ifadeler barındırıyordu.

İHTİYAR CUMHURİYET İHTİYAR DİYARBAKIRLIYA KARŞI



İlk iki kare yaşlı ve yalnız bir Diyarbakırlının polis tarafından derdest edilişini gösteriyor. “Sıradan bir müdahaleyi” sıra dışı kılan şey, gözaltına alınan yaşlı adam ile onu zaptetmeye çalışan iri kıyım polislerin yüz ifadeleri. Önce fotoğrafı çeken İlyas Akengin’in deklanşöre basışından önceki ve sonraki tanıklığına bakalım: “75-80 yaşlarında bir adamdı. Belediyenin karşısındaki sokakta müdahale olunca onu da gözaltına aldılar. Ne bağırdı ne de çağırdı. Direnmedi de. Fotoğrafı çekerken ben bile çok etkilendim. Küçük bir otobüse bindirip götürdüler.”

Akengin, yaşlı adamın yüz ifadesindeki şaşkınlığa dikkat çekiyor ama fotoğraf karesinde ihtiyarın şaşkınlığından ziyade umursamazlığı çarpıyor göze. Ergen suratlı sivil bir memurun iştahla ihtiyarın sağ kolunu bükerkenki ifadesine belli ki yabancı değil. Önüne geçip ihtiyarı belinden kavramaya çalışan kara bereli iri kıyım polisin imdadına arkadan koşan iki polis memuru daha girmiş kareye. Hemen yanlarında da elinde kalaşnikofuyla duran resmi giyimli bir polis memuru daha görünüyor.

Fotoğrafları tuhaf kılan unsurlardan biri ihtiyarın, kendisini çevreleyen polisleri şıklığına halel getirtmeden yarıp geçtiğini hissettirmesi. Bu hissiyatı uyandıran yüz ve beden ifadesi, 93 yıllık cumhuriyetin malûm yüzüne direnenlerin hâlâ “zarif” ve güçlü kalabildiğini hatırlatıyor. Yaşına bakılırsa Dersim katliamına dair anlatılarla büyüyüp 12 Eylül Diyarbakır Cezaevi işkencelerinin sesine kulak kesilmiş, 1990’lar savaşının içinden sağ salim sıyrılmış, devletin Kürtlere yönelik tüm muamelelerin kıyısından geçmiş bu ihtiyarın ince bedeni göründüğünden çok daha direngen.

İhtiyarı tehdit belleyip iştahla kolunu büken, ince gövdesini kavrayıp ayağına çelme takarak bedenini zaptetmeye çalışan “güç,” yaşlıya hürmeti ancak onu deviremediğinde gösterebilir. Yaşlıya hürmete mecburiyeti ne rica, ne minnet ne de itaat sağlar. İhtiyar bunun farkında olduğu kadar, “kuşatmayı” yarabileceğinin de ayırdında.

VAKUR BİR KADIN: FELEKNAS UCA



Gelelim Akengin’in ikinci fotoğrafına. Bu fotoğrafta öncekinden farklı olarak gözaltına alınmaya çalışılanı savunan bir “güç” var. Gözaltına alınmak istenen bu sefer genç ve parmağındaki yüzüğe bakılırsa evli bir kadın. Evde bekleyen çocuğu var mı, bilmiyoruz. Gözleri kapalı çıktığı için yüz ifadesini okumak zorlaşıyor.

Fakat gözaltına alınırsa, belki de yılları alacak bir “dava” koridorundan yürümek zorunda kalacağının ayırdında. Bu gözaltı başka gözaltıların ve belki tutuklanmaların, hapisliklerin gerekçesi olarak kayıtlara geçecek. Fotoğraf karesine sağlı sollu girmiş olan iki kişi daha var. Biri yaşlı bir kadın. Sakin. Diğeri ise karenin sol üst köşesinden beliren orta yaşlı bir “seyirci” erkek.

Diyarbakırlı mı, polis mi, esnaf mı, belirsiz. Belki bu fotoğraf okumasını sırf onun üzerinden yapmak gerekiyor ama şimdi sırası değil. Hemcisini arkasına alıp vakur bir ifadeyle karşısındaki genç sivil polise karşı koruyan kişi 10 yıl Avrupa Parlamentosu’nda milletvekilliği yapmış, genç yaşına sayısız aktiviteyi sığdırmış dirençli bir Ezidi kadın. HDP milletvekili Feleknas Uca.

Telefondan ulaştığımız Uca, belediye eş başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’yla ilgili kararın sonucunu beklemek üzere binlerce kişiyle birlikte Diyarbakır adliyesi önünde olduğunu belirtip fotoğrafın çekildiği ana dair sorularımıza hızlıca yanıt veriyor: “Kadın, çocuk demeden, sokakta kimi gördülerse müdahale ettiler. Müdahalenin boyutunu hiç düşünmeden kadınları korumaya çalıştım.” Uca müdahale sırasında darp edildiğini de söylüyor ve ekliyor: “Belediye başkanlarının, milletvekillerinin dokunulmazlığı yok. Polisler tarafından darp ediliyoruz. Fotoğraflara da yansımıştır, ben de darp edildim.” Şimdi de Uca’nın bir kadını kollarkenki anını tarihe bırakan Akengin de şöyle ekliyor: “Uca o sırada gözaltına alınmak istenen bir kadının önüne attı kendini. Polis gözaltı yapamadan geri gitmek zorunda kaldı.”

2015 kışı ve ilkbaharı boyunca, yanıbaşlarındaki Sur’da yaşanan savaşı kalplerinde derin bir yarayla izleyen Diyarbakırlıların çoğunluğunun 26 Ekim günü neden ya evlerinden çıkmadığı veya neden “olağan” hayatlarına devam ettiğine dair tartışmalar da değerlendirmeler de muhtelif. Herkes kendi cephesinden bir okuma yapıyor. Fakat Diyarbakır’daki devlet artık İstanbul’da da Ankara’da da İzmir’de de aynı suretle kendini gösteriyor.

UMUT KARAMSARLIK KADAR UZUN SÜREBİLSE…

Kışın sertliğini haber veren yeni KHK’nın yayınlandığı, bindirilmiş kıtaların idam “talebine” müjdeyle karşılık verildiği 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı gününün sonuna doğru ABD’nin İstanbul konsolosluğu çalışanlarının ailelerini Türkiye’yi terketmeleri yönündeki emri düştü ajanslara. Yabancıların gemiyi bir bir terk edişi, çetin kışla baş başa kalanlarda tuhaf bir terkedilmişlik duygusu yaratıyor. Zira tufana hazırlıksız, sahipsiz, savunmasız yakalananlar, bu gidişatı değiştirecek bir çıkış yolu bulmaktan aciz.

İktidar açısından bu gidişatın uzun vadede sürdürülebilirliği yok, ama düşülen yolun şimdiye kadar gördüklerimizi ve bildiklerimizi çok daha aşan bir maliyeti olacağı açık. Sular çekilirken “sağ” kalan, “salpa” deyip çapanın dipten kurtulduğunu müjdeleyerek alargaya çıkabilenler, şu sıralar kaybettiğimizi bile farketmediğimiz sayısız gömüyle karşılaşacak. O “gömülerden” biri baskı ve şiddet karşısında önüne bakmayı sürdürüp koşusunu sürdüren ihtiyar Diyarbakırlı, bir diğeri Uca’nın vakur ifadesidir belki de.

Direnenlerin mirası selden sonra yeni bir hayatı kurmaya yetecek düzeyde cevheri barındıracak mı, şimdilik meçhul. Fakat geleceğe sadece direnenlerin kalacağına kuşku yok. Geleceğe dair umut, geçmişin yarattığı karamsarlık kadar uzun sürebilirse, bu ülke için hâlâ ufuk var demektir. Şu an umudu diri tutanlar epey yalnızlaşmış durumda. Parçalanmış muhalefeti, parçalanmış aileleri, dostlukları, sevgililikleri, umutları yeniden birleştirmeye çalışanların sesini duyurması şöyle dursun, nefes alabilecekleri deliklerin bile üstüne nefretin, hasedin, kinin tıkaçları bastırılıyor. O tıkaçları geri püskürtecek tek güç umuttur.