Mesut Onatlı / Demokrat Haber

 

Bir tarafta “muhafazakar” yaşam tarzı öbür tarafta “laisist” yaşam tarzı. ABD’deki “cumhuriyetçiler” ve “demokratlar”, Türk toplumundaki “muhafazakarlar” ve “laisistler” ayrımları gibi Kürt toplumunda da aşağı yukarı bu minvalde değerlendirilebilecek iki farklı yaşam tarzı öne çıkmakta. Tabi her toplumun “laisistleri” ve “muhafazakarları” da kendine özgüdür. Peşinen belirtmekte yarar var, bu yazıda yapacağım, sosyo-politik bir gözlemdir ve haliyle genellemedir. İstisnaları fazlasıyla vardır. Ve yine belirtelim, bu gözlem “benim kimlik problemim var” diyen Kürtler üzerinedir. “Kimlik problemi olmayan” Antep, Malatya, Elazığ, Maraş vb. sınır hattındaki büyük oranda asimile edilmiş Kürtler bu gözlemin dışındadır.

 

Kısaca tanımlarsak “muhafazakar” Kürtler; genelde dindar, kapalı bir aile yaşantısına sahip, içkiye-açık giyinmeye karşı, gelenek-göreneklere bağlı, kadını ikinci sınıf gören erkekçi bir yaşam tarzına sahipler. “Laisist” Kürtler ise dine mesafeli, kadın özgürlüğünü önemseyen, içkiyi-giyimi/kuşamı sorun haline getirmeyen, modernist, değişim yanlısı bir yaşam tarzına sahipler. Siyasi olarak muhafazakarlar bayrağı-devleti öne çıkarırken, laisistler özgür birey-özgür toplumu öne çıkarır. Her ikisi için de bu özellikler uzatılabilir.

 

Gelenekçilerin siyasi arenada karşılığı Barzani çizgisi iken laisistlerin siyasi arenadaki yansıması Öcalan çizgisidir. Bu bütün muhafazakarların Barzanici, bütün laisistlerin de Öcalancı olduğu anlamına gelmez. Fakat ikili siyasi kutuplaşmanın kişileri iki kutuptan birinde yer almaya zorlaması sonucu “muhafazakar” bir hayat tarzına sahip birinin yolu genelde Barzani çizgisiyle, “seküler” bir hayat tarzına sahip birinin yolu da genelde Öcalan çizgisiyle kesişir denilebilir. Tabi, yine koşullara bağlı olarak Öcalan hareketinin içinde Barzaniciler olduğu gibi Barzani hareketinin içinde de Öcalancılar vardır. Burada Talabani için de bir parantez açmak gerekebilir. Talabani hareketi de “laisist” bir harekettir fakat Öcalan hareketinin de “laisist” karakterinden dolayı Talabani Hareketi Türkiye Kürtlerine sirayet etmedi/etmiyor.

 

Hayat tarzına bakıldığında Kürt toplumunun genel anlamda muhafazakar tutucu bir toplum olduğu gerçeği Barzani çizgisinin daha güçlü olmasını gerektiriyor. Fakat siyasi arenada direkt Barzani ismiyle bir hareketin yokluğu, PKK hareketinin 35 yıllık mücadelesi ve arkasında bıraktığı 30 bin militanın ve yine binlerce sivilin ölümü, cezaevleri, boşaltılan-yakılan köyler vs. olgularının toplumun önemli bir kesimini birebir etkilemiş olması şu anda da Barzani çizgisinde bir hareketin gelişmesine engeldir. Öbür taraftan PKK’nin bahsi geçen mirası ve çabası Kürt siyasetinin PKK etrafında toparlanmasını beraberinde getiriyor. Bir de tabi Öcalan çizgisinin birey özgürlükçü siyasetinin özellikle gençler ve kadınlar arasında temsilci buluyor olması da göz ardı edilemez. Pekiyi, bu Barzani çizgisinin Kürt toplumunda güçsüz, Öcalan çizgisinin güçlü olduğu anlamına mı geliyor? Bu bir yönüyle evet bir yönüyle hayırdır. Evet, çünkü Türkiye’de Kürt Sorununu gündemleştiren, tartıştıran çizgi Öcalan çizgisi ve mücadelesidir. Hayır, çünkü Barzani çizgisi Türkiye’de AKP içinde temsil ediliyor. Daha açık bir ifadeyle genel anlamda gelenekçi, dindar, tutucu bir hayat tarzına sahip siyasi olarak Barzanici denilen Kürtler oylarını genelde AKP’ye veriyor. Aynı dine inanmak, aynı yaşam tarzına sahip olmak onları Türk muhafazakarlarına ve AKP’ye yakınlaştırıyor. Öyle ki Roboski bile tercihlerinde bir kırılmaya neden olmuyor (bkz. KONDA araştırması). AKP’ye her şart altında güveniyor olmalarının temelinde laisist yaşam tarzına olan uzaklık yatıyor. O yüzden Mehmet Metiner’den Galip Ensarioğlu’na, Dengir Mir Mehmet Fırat’tan Abdurrahman Kurt’a, Orhan Miroğlu’dan Muhsin Kızılkaya’ya, Şivan Perver’e Barzani çizgisindeki Kürtler Erdoğan’a güvenmeye devam ediyor. Bir anlamda Alevilerin CHP ile olan ilişkisine benziyor. Leyla Zana’nın durumu ise, kendisi Barzani çizgisine yakınken Öcalan hareketinde statü sahibi olmuş olması ve yine Öcalancı kitle için sembol haline gelmiş olmasıdır. O nedenle ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabiliyor. Kendisi de ne İsa’da ne Musa’da karar kılabiliyor. Muhammed olacak gücü de yok. Ama Barzanici Kürtlerin AKP’ye olan güvenine o da sahip ya da görünürde öyle diyor.

 

Pekiyi, bu güvenlerinde haklı çıkarlar mı? Yani Erdoğan gerçekten Kürt Sorunu’nu Kürtlerin doğal haklarını tanıyarak çözebilir mi? Barzanici Kürtler ile temsilini AKP’de bulan Türk toplumundaki muhafazakarlar birbirlerine bu kadar yakın mı? Yaşam tarzı olarak var olan yakınlık Kürt Sorunu’nu çözmeye yeter mi? Gelişmelere bakılırsa iki taraf da bir yere kadar beraber hareket etmeye razı. AKP, Barzani çizgisinin bağımsız Kürdistan’dan yana olduğunu bilmesine rağmen şimdilik Öcalan çizgisini geriletmek için onunla ortaklık etmekte beis görmüyor. Tersi yönden Barzanici çizgi AKP’nin nihai anlamda bağımsız bir Kürdistan’a asla evet demeyeceğini bilmesine rağmen Öcalan çizgisini geriletmek için şimdilik AKP’nin Öcalan çizgisindeki Kürtlere yaptıklarına göz yummaya, dahası yapılana ortak olmaya razı (Zana, bu ortaklıkta yer almayacağını göstermiş oldu). Bir de bu ortaklığa kendi cephesinden ABD de katılıyor. ABD, kendisi için stratejik bir öneme sahip Ortadoğu’nun göbeğinde kapitalist sisteme karşı yeni bir toplum modeli paradigmasıyla çıkan Öcalancı çizgiye nazaran kendisi için hiç sorun çıkarmayacak, aksine önemli bir üs sağlayabilecek Barzanici çizgiyi haliyle destekliyor. Bu durumda ABD-AKP-Barzani görüşmeleri, birkaç yıldır süren KCK operasyonları, Öcalan’ın tamamen tecrit edilmesi, “Zerdüştlük ayinleri yapıyorlar, sünnetsizler, eşcinseller, domuz eti yiyiyorlar vb.” söylemler, en son AKP-CHP görüşmesi, Leyla Zana çıkışını devletin “fırsat” olarak görmesi, Davutoğlu’nun “Zana gibi düşünenlerle aynı taraftayız… BDP'nin hangi tarafta yer alacağını ortaya koyacağı bir dönemden geçiyoruz...Mesut Barzani de net olmalı…” açıklaması, Erdoğan’ın “BDP’de bazılarının üstü çiziliyor” açıklaması hep aynı projenin temel taşları. Olan en açık ifadeyle laisist Öcalan-PKK-BDP çizgisini bölerek tasfiye etme, onun yerine muhafazakar Barzanici çizgiyi (Burkay üzerinden aynı plan geliştirilmeye çalışılmışsa da Kürtler nezdinde karşılığını bulmamış olmasıyla rafa kaldırıldı) muhatap kılma ve Kürt Sorunu’nu bu minvalde “çözme(me)” ortaklığıdır. Son Dağlıca baskını da görünen o ki Öcalan çizgisinin buna cevabıdır.

 

Bundan sonraki gelişmelerin nasıl olacağını kestirmek güç. PKK kendi modelini halka iyi anlatabilirse (Suriye Kürtleri içinde de iki çizginin mücadelesi var), muhafazakar Kürtlerin korkusunu azaltabilirse Ortadoğu topraklarında kendine özgü, bahsettiği özgürlükçü bir toplum örgütlülüğü yaratabilir. Peki nedir PKK’nin modeli? Kısaca değinmekte fayda var. Hem muhafazakar Türklerin hem de muhafazakar Kürtlerin dillendirdiği gibi PKK çizgisi ile CHP çizgisi birbirine gerçekten benziyor mu? Kürt muhafazakarlarını bu derece korkutan Kemalizm benzerliği var mı Öcalan çizgisinde? Yaşam tarzı olarak laisist Türkler ve laisist Kürtler birbirine benziyor olsalar da ötekini tanımlama ve ona tanınan özgürlük açısından birbirlerine benzedikleri söylenemez. Siyasi anlamda Öcalan çizgisi Kemalizm’e veya Taha Akyolların her gün dillendirdiği katı Stalinist çizgiye benzemez. PKK, bu çizgiden sapalı yıllar oldu. Söylendiğinin aksine üstten değil alttan örgütlülüğü esas alan bir çizgiye sahip. Halkın köy köy, mahalle mahalle kendi meclislerini kurarak genel mecliste temsili örmeye çalışan doğrudan demokrasiyi esas alan, daha az devlet-daha çok özgürlük çizgisindeki bir hareketin hala Kemalist-Stalinist olarak lanse ediliyor olması ya PKK ideolojisi konusundaki cehaletten kaynaklı ya da kasıtlı söylemler. Kısmen Chiapas yerlilerinin örgütlülüğüne benzese de yaratılmaya çalışılan “ekolojik-demokratik toplum” modeli kendine özgü bir model. Temelini Murray Bookchin’nin felsefesinden alır. Bu toplum modeli ne bahsi edildiği gibi tepeden inme oluşturulan bir model ne de özgürlükler karşıtı. Özgürlükçü özyönetimleri oluşturmayı hedefler. Neyi, ne derece yapabilir ayrı bir tartışma konusu ama en azından iddiası ve yapmaya çalıştığı bu. KCK örgütlülüğü denilen şey de, devletin, “KCK, paralel devlet oluşumudur” diyerek tüm gücüyle engellemeye çalıştığı şey de budur. Dolayısıyla muhafazakar Kürtlerin bu çizgiyi Kemalizm’e benzeterek yaşadığı/yaşattığı korku yersiz. AKP ve Miroğlu gibi Barzanici/AKPli Kürtlerin CHP-BDP, Kemalizm-PKK, Ergenekon-PKK benzerliği, “Kürt Kemalizmi” söylemleri kendi siyasetleri açısından anlaşılır ama bilinçli bir çarpıtma.

 

PKK kendi modelini iyi anlatamazsa kendi modeline yönelik bu çoklu saldırılar karşısında geriler. Böyle bir durumda Barzani çizgisi Kürtler arasında ivme kazanır. Devlet, PKK çizgisi gerilediği oranda buna destek olacaktır. Ama nihai kertede bağımsız Kürdistan’ın gündeme geldiği an bu çizgiye de sert şekilde müdahale etmekten geri kalmayacaktır. Öcalan çizgisindeki Kürtleri daha fazla durduramayacağını anlayan Türkiye, son hamle olarak “tamam Kürtleri muhatap kabul ediyorum” diyerek ABD’nin de tercihiyle muhatap olarak Barzanici çizgiyi öne çıkarmaya, Öcalancı çizginin gerileyişi ile Barzanici çizginin ilerleyişi sürecinde bir 10-20 yıl daha zaman kazanmaya çalışmakta. Türkiye Kürtlerinin direngen ayağı ise Öcalan çizgisinde kalarak devleti bu şekilde zorlamaya devam ediyor. 14 Temmuz’da Diyarbakır’da bu anlamda bir gövde gösterisiyle mesaj verileceğe benziyor. Ne olacağını bekleyip göreceğiz. Ortadoğu’da Kürt Baharı ama öyle ama böyle yaşanacak gibi (Suriye’de de Kürtler adına önemli gelişmeler var). Soru bu baharın, Öcalan’ın “özgürlükçü özyönetim” çizgisiyle mi yoksa Barzani’nin gelenekçi “devletçi” çizgisiyle mi yaşanacağıdır. Ya da ikisinin senteziyle mi? “Kürtlerin üç önderi var: Celal Amca, Mesut Kardeş ve Başkan Öcalan” diyen Zana’nın yapmaya çalıştığı bu sentez mi yoksa?