Mimarlar Odası'ndan Mücella Yapıcı, Gezi direnişinin birinci yılında toplumda ve kendisinde nelerin değiştiğini, nelerin değişmesi gerektiğini ve Gezi'yi nasıl hatırladığını anlattı. Yapıcı, “Gezi’nin ne kadar doğru algılandığını ve ne kadar haklı olduğumuzu hepimizden çok hükümet biliyor” dedi.

Radikal gazetesinden Elif İnce’ye konuşan Yapıcı şunları söyledi:

Mimarlar Odası’nda yıllardır kent suçlarıyla mücadele eden mimar Mücella Yapıcı, ilk çadırların kurulduğu 27 Mayıs akşamından itibaren Gezi Parkı’ndan ayrılmadı. Taksim Dayanışması’nın sekretaryasını üstlendi, direniş sırasında kızıyla birlikte gözaltına alındı, çıplak arandı, taciz edildi. 12 Haziran’da suç örgütü liderliğinden yargılanacak Yapıcı, Gezi’nin ilk yılını değerlendirdi.

Gezi’den sonra nelerin değiştiğini gözlemliyorsunuz?

Hissettiğim en büyük değişiklik kentsel mücadelenin toplum tarafından benimsenmiş olması. Meslek odaları olarak yıllardır kent talanına karşı mücadele içindeydik ama bunu toplumun, kentlinin sahiplenmesinde problem yaşıyorduk. Şimdi tam tersine bir durum oluştu, mahallelerde kent suçlarını sahiplenmek konusunda meslek odalarının önüne bile geçen bir duyarlılık söz konusu. Kentte büyük bir kesimin üçüncü gözü çıktı diyebilirim! Normalde AVM’lerde vakit geçiren gençler şimdi yeşil alanları kullanır oldular.

Gezi’yi örnek veremeyeceğim maalesef, orada üç kişi bile oturunca parkı kapatıyorlar ama küçücük yeşil alanlarda kitap okuyan, toplantı yapan, müzik çalan ciddi bir genç nüfus fark ediyorum. Kentli nüfusun kırı, mesire alanlarını, parkları kullanma huyu çok yoktur. Genelde yeşil alanları en güzel kullananlar Anadolu’dan göç eden nüfustur, çok çocuklu, yeşile hasret kalmış varoşlardan emekçi aileler... Artık eski AVM gençliğinde de bu farkındalık oluştu diyebilirim. Beni çok heyecanlandıran bir diğer değişikliği de Taksim Dayanışması toplantılarında ve park forumlarında görüyorum.

Şimdiye kadar bir araya gelemeyen siyasi gruplar, sendikalar, odalar, mahalle dernekleri birbirinin sözünü dinleyebilir, ortak karar alabilir oldu, bu bir arada durma arzusu bana çok umut veriyor. Bunun dışında özellikle Soma’dan sonra fark edildi ama esasında Haziran’dan beri beyaz yakalıların plazalara farklı baktıklarını, oradaki yaşamlarını sorguladıklarını görüyorum. Özellikle kadınlar ve gençler kendilerini daha rahat ifade ediyorlar bence, o çekingenlik ve korkaklığı üstümüzden attık. Sadece eylemde değil manavda domates alırken de hakkını arayan bir tavır var artık, neden pahalıya satıyorsun diyebiliyor mesela… Bakkalda çürük domates için hakkını arayan yarın güvencesiz iş için, yolda uğradığı taciz için de hakkını arayacaktır, bu da iktidar için istenmeyen bir şey. Dolayısıyla devlet tarafından giderek artan bir şiddete maruz kalıyoruz.

Basında bir şeyler değişti mi? Kent, çevre haberlerine ilgi arttı mı?


Bir farklılık gözlemliyorum, en sağdaki ve en soldakini atıp ortadakilere baktığın zaman ciddi bir duyarlılık oluştu. Bu değişiklik toplumun duyarlılığının yükselmesinden, bu tür haberin okunmasından mıdır yoksa o gazetelerde çalışan basın emekçilerinin mesleki isyanından mıdır bilemiyorum. Sonuç olarak medyanın düzelmesi ancak toplumun talebiyle mümkün olur. Yeni anayasa yapılacaksa özellikle de haber alma özgürlüğümüzün en temel insan haklarından biri olarak yasayla güvence altına alınması lazım. Yıllardır maden, enerji, inşaat işleriyle uğraşan medya patronlarının farklı sektörlerde iş yapması, özellikle de kamu ihalesi almaları yasaklanmalı.

İktidarın Gezi’yi karayalan söylemine sürekli maruz kalan, ‘yüzde 50’ tabir edilen kesime Gezi doğru anlatılabildi mi?


Bir il dışında her yerde bu direnişe şahit oldu insanlar, pencerelerinden de olsa... Sosyal medyayı kullanan kesim de her şeyi duydu ve anladı bence. Ancak bir mesele topluma medya ve iletişim kanallarıyla anlatılır. Türkiye’deyse medya patronları hükümet karışmasa bile yoğun bir otosansür yaptı ve yapıyor. Başbakan ve hükümet medya üzerinden müthiş bir algı yönetimini elinde tutuyor. Bunu çok net söyleyemiyorum çünkü çok bileşenli bir sistem ama bu güç sayesinde oluşan toplumsal farkındalık ve algıyı tersine çevirmeyi başarabiliyor şu anda bence.

Bu saldırı zaten toplumun genel kabülünü kırmak içindir, Gezi’nin ne kadar doğru algılandığını ve ne kadar haklı olduğumuzu hepimizden çok hükümet biliyor. Ben Gezi’yi değerlendirmek için hâlâ erken olduğunu düşünenlerdenim. Bir sene geçti, bu kadar acıya rağmen hâlâ birbirimizle beraber olmaya, parklarda ve forumlarda hayatı dayanışarak yaşamaya devam ediyoruz. Haziranı çok abartmak, ondan bir devrim beklemek de önemini azaltır bence. Haydi dayanamadım söyleyeceğim, devrimimsi bir şeydi! Ama o kadar umut bağlandı ki bu hale, seçim sonuçları sanki haziranın yenilgisi gibi kabul edildi. Oysa haziran sahiden sandıkla ilgili bir şey değildi, kökleşirse tabii ki sandıkta da sonucu görülecek ama başka türlü bir toplumsal farkındalığın başlangıcıydı. Bunu çok abartır, yerli yerinde değerlendirmezseniz o doğan umudu henüz çiçeği tomurcukken soldurursunuz. Bütün analizler çok dikkatli yapılmalı, daha çok yazılıp çizileceğini düşünüyorum dünya literatüründe de.

Gezi sırasında size en çok umut veren anlar nelerdi?

Çok acı yaşadık, canlarımızı kaybettik ama dediğin gibi umut veren birçok an yaşadım. Şiddetli bir gaz saldırısına maruz kaldığımda türbanlı bir genç kızın hiç çekinmeden türbanını başından çıkarıp ikimizin ağzına kapadığı ve o gaz geçene kadar benim de onun türbanını düzeltmesine yardım ettiğim an unutulmazlar arasındadır. Bir diğeri de ben kürsüde “Korkmuyoruz” falan diye nutuk atarken oldu. Çarşı Grubu Beşiktaş’tan “İbne çevik kuvvet” sloganlarıyla medyana geldi. Bu sırada bir LGBTİ birey “Velev ki ibneyiz, alışın her yerdeyiz” diye slogan attı. Önce kadınlar katıldı, sonra da bütün park “Velev ki ibneyiz, alışın her yerdeyiz” diye bağırmaya başladı. Çarşı önce bir durdu, sonra onlar da aynı slogana başladı… Bunun gibi birçok an var unutamadığım.

Sizin için ne değişti Gezi’den sonra?


Mesleğimde etik olarak suç bulduğum olumsuzluklarla mücadele ederek geçti ömrüm, 40 yıllık meslek hayatımda doğru bulmadığım hiçbir şeyi çoluğum çocuğumun çıkarı için bile yapmadım. Bu yaşımda da tutup da dünyanın yüz akı bir toplumsal dayanışmanın sekretaryasını yürütürken suç örgütü yöneticisi olarak yargılanıyor olmak, bu kadar emek verdiğim kamu idaresine karşı içimi burktu açıkçası. Ama iktidarlarda kamu yararı gibi kavramların hiç olmadığını, sadece çıkarların söz konusu olduğunu düşündüğümde de iltifat gibi geliyor açıkçası. Bu yüzden hayatım değişti, tanınır oldum. Bir ‘Mücella Abla’dır gidiyor. Güzel yanları bunlar ama tabii omzuma ciddi bir yük bindiğini hissediyorum, şiddet, can kayıpları, çocuklarımız ve anneleri… Zaman zaman uykularım kaçıyor.

Geri dönüp baktığınızda farklı yapsaydık dediğiniz bir şeyler var mı?

Biz hiçbir şeyi planlamadık ki farklı yapalım, 2012’den beri bir meydanı ve parkı kurtarmaya çalışıyoruz, ne eylediysek o anın gerekliliğiydi ve birlikte eyledik. “Bir parka girsek otursak da homofobiyle mücadele etsek” denir mi? Ama birçok inanılmaz şey kendiliğinden oluverdi işte. Ben hayatımın en mübarek kandilini de orada yaşadım, binlerce kişi ağzına içki sürmedi, bir ateist arkadaş “N’oldu ya biz dümene mi geldik” diyordu. 80 çiftin tango yaptığını hatırlıyorum, ben de bu yaşta üzerimde TOMA suyuyla bir Fransız gazeteciyle dans ediyordum. Böyle bir şey nasıl organize edilir? Keşke şunu yapmasaydık diyecek tek kişi Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bence her gece yattığında “Keşke 31 Mayıs’ta o kadar ileri gitmeseydik” diyordur Başbakan.