Hasan Cemal'in 1. yazısı burada >>>

Hasan Cemal'in 2. yazısı burada >>>

Hasan Cemal'in 3. yazısı burada >>>

Hasan Cemal'in 4. yazısı burada >>>


KANDİL DİZİSİNİN ÖZETİ:


Kandil’de PKK’lı kadınları ellerinde silahla koyu bir sohbete dalmışken böyle görüntüledik.

 

Kandil’in eteklerinde, makineli tüfeklerle önümde duran genç insanların yüzlerini seyrederken yine düşündüm: Silah devri kapandı, barış vakti geldi; barışın gereğini yapmak için de siyasi irade şart!

ERBİL

Cumartesi, 25 Haziran 2011. Kandil‘in etekleri...  Yerler sapsarı, ağaçlar yemyeşil. Güneş tam tepemizde ama dağdan esintiler sıcağı hissettirmiyor. PKK’lı gerillalar...  Kız erkek, ellerinde kalaşnikoflarla... Güneş yanığı yüzler... Yorgun halleri var. Çoğu sırım gibi, zayıf... Kimi gözümün içine bakıyor, kimi bakmıyor.

Hepsi genç...

Hem de çok genç...

Acıların içine doğmuş bir nesil bu... Her şeyi göze alıp gelmişler dağlara...

Onlara barıştan, çekilen acılardan, akıtılan kan ve gözyaşlarından söz ediyorum. Ama artık yettiğini, dağdan inme vaktinin, barış zamanının geldiğini söylüyorum onlara...

Ne hissettiklerini bilmiyorum.

Onların yüzlerini okumaya çalışırken, elde silah bu yaşta dağa çıkanların duygu dünyalarına dokunmak isterken, içimin derinliklerinde bir sızının, acı hüzün karışımı bir duygunun uyandığını hissediyorum.

İki yıl önce de böyle olmuştu.

O sefer de Murat Karayılan‘la Kandil’de konuştuktan sonra aynı hissiyata kapılmıştım.

Demiştim ki:

Silah ve şiddet devri kapandı, barış zamanı geldi; bu gerçeği Kandil de, İmralı da, Ankara da biliyor; ama barışın gereğini yapmak için siyasi irade, siyasi cesaret şart!

 

‘KAN GÖLÜ’NDEN ÇÖZÜM ÇIKMADI, ÇIKMAZ DA...

Bu sefer de, ellerinde makineli tüfeklerle önümde duran genç insanların yüzlerini seyrederken yine aynı şeyi düşündüm.

Ve iki yıl önce olduğu gibi, bu Kürt gençlerini dağlarda yok ederek barış olacağını sananların aklına bu kez de şaştım.

“Kan gölü”nden bunca yıldır çözüm çıkmadı, bundan sonra da çıkmaz.

Bu kan gölü, bu dipsiz cehennem kuyusu, bunca yıl kalkınmaya, insanlarımızın refahına, demokrasi ve hukuka harcanabilecek enerjimizi, kaynaklarımızı yuttu.

Daha ne kadar yutacak, Allah aşkına söyler misiniz?..

Kandil’in eteklerinde bir mezarlık:

“Mehmet Karasungur Şehitliği.”

225 PKK’lı yatıyor.

Bazı mezar taşlarına bakıyorum. Kangal doğumlu, 1962-1983... Eruh doğumlu, 1982-2000... Şırnak doğumlu, 1974-2000...

Yazıktır.

Evet, Türkiye’deki askeri şehitliklerimizde de gencecik askerlerin isimleri mezar taşlarına kazılı...

Elbette onlara da yazıktır.

Cami avlularında, evlerde feryatlarla, ağıtlarla taziyelerle geçen acı dolu yıllar hepimize barışın değerini öğretmiş olmalı diye düşünüyorum.

Acılar olgunlaştırır.

İki taraf da artık görmeli, birbirini silahla, şiddetle tüketmenin imkânı olmadığını, olamayacağını...

 

AKLI BAŞINDA HERKES GERÇEĞİ GÖRÜYOR

Bugüne kadar savaş için seferber edilen enerjiler artık barışın hizmetine sunulmalıdır. Ve bütün bu yaşanan acılardan sonra şehit olacak askere de yazıktır, gerillaya da yazık.

Silahın miadı doldu.

Barış vakti gelip çattı.

İlgili taraflar, liderler bu gerçeği görüyor.

Kandil’in eteklerinde, bir ceviz ağacının altında, “Türkiye’nin barış için önemli bir kavşakta olduğunu düşünüyoruz” diyen Karayılan da görüyor, Öcalan da görüyor, aklı başındaki siyasetçiyle asker de görüyor.

İçim de dolu, not defterim de.

O kadar çok yazabilirim ki.

Ama tekrar da olabilir. Bunun da farkındayım. O kadar çok şey yazıldı, çizildi, konuşuldu ki.

Kandil’e iki yıllık aradan sonra gelirken yanıma Cengiz Çandar’ın Kürt raporunu da aldım, bir daha dikkatle okudum.

İlk yazımda da belirttiğim gibi yol haritası diye soranlar için bir el kitabı niteliğinde...

PKK nasıl silah bırakır?

“PKK realitesi” nedir?

Kürt sorunuyla PKK arasına “duvar” çekilebilir mi?

Bir zamanlar “Kürt realitesi”ni kabullenmekte zorlananlar, bugün aynı takıntıyı “PKK realitesi”nde sergilemeye devam ederlerse, sorunun silahla bağı koparılabilir mi, yani böyle PKK silah bırakır mı?

Bir başka deyişle:

Ankara’da hâlâ “Kürt sorunu başka, PKK başka!” diyen bir bakış açısıyla barış kapısı açılabilir mi?

Cengiz Çandar’a, “Devlet 1999’dan beri görüşüyor Öcalan’la; onda bir sorun yok, sorun bizde, çünkü biz hâlâ tek devlet haline gelemedik” diyen “Devletin yüksek bir şahsiyeti”nin yakındığı Ankara’daki o çok başlılık sona erebilecek mi? Bu sona ermeden barış süreci açılabilir mi?

 

ZAGROS’UN SORULARI VE YOLCULUK TALİMATLARI

Kandil dizisinin sonuna yine sorularla geliyorum. Sıkıcı bir durum.

Bu arada Zagros yine soruyor, sesinde ince bir alayla:

“Çözüme mi çalışıyorsun, gazeteye mi Hasan abi?..”

“İkisine de Zagros, ikisine de!”

“Barış umudun var mı Hasan abi?”

“Var tabii. Olmasa buralara yine gelmezdim. Her iki tarafın da sorumlulukları var, yapması gerekenler var. Önce parmaklar tetikten çekilecek, dağlarda silahlar susacak. Sonra kolayından zor§a doğru adımlar atılacak, tabii yeni anayasa ile birlikte...”

Ekliyorum:

“Şimdi top Ankara’da!”

Zagros karanlığa kalmak istemiyor.

Talimat yığdırıyor:

“Hasan abi, sen yine Dersimli Zaza’sın. 15 yıl önce daga çıkan oglini görmeye geldin sabah vakti. Ama göremedin. Telefon numaranı alıp seni ararız dediler. Şimdi iniyorsun dagdan...”

“Dogridir Zagros.”

“Dogriyse, çıkar bakalım şu gazeteci yeleğini... Sakla not defterini... Cep telefonunu kapat... KDP’nin kontrol noktalarında da asker selamını unutma!”

“Dogridir Zagros! Hadi sen de koy bakalım Ahmet Kaya’yı, onun hüzün dolu acılı sesi iyi geliyor yolculukta...”

 

 Ben yandım

 Siz yanmayın

 Allah aşkına!

 

Kandil’den Erbil’e beş saatlik iniş yolculuğumuz başlıyor.

————————————————

Kandil’den beş yazı burada bitiyor.