Gezi Parkı protestoları 10'dan fazla kişinin ölümüne, binlerce kişinin de yaralanmasına neden olmuştu.

5 cinayetin zanlıları yargılanıyor olsa da, yargılamaların adil yapılmadı.

Gezi Direnişi bir kısım ağacın sökülüp, alış-veriş merkezi yapılması girişimine karşı direniş, 27 Mayıs günü başladı.

50 kişilik bir grup, parka çadırlar kurarak, ağaçların sökülmesini engellemeye çalıştı.

Polisin çadırları yakmasının ardından, 31 Mayıs günü on binlerce kişinin Taksim'e yürümesiyle birlikte, gösteriler bir anda Türkiye’nin dört bir yanına yayıldı.

Gezi Direnişi’nde polis şiddetine uğrayanlar yaşadıklarını Deutsche Welle Türkçe'den Kürşat Akyol’a anlattı.

“3 Haziran 2013 akşamı, saat 22.00 gibi evime doğru yürüyordum. İstanbul ve Türkiye’nin hemen her yerinde olduğu gibi, bizim semtte de Gezi Parkı gösterileri vardı. Polis göstericilere müdahale ediyordu. Önce sağ böğrümden gaz fişeğiyle vuruldum, yere düştüm. Bu sırada, bir polis grubu üzerime koştu. O sırada bayıldım. Baygın haldeyken, kafama sert bir cisimle vurulduğunu hissediyordum. Sert bir cisim gözüme saplandı. Ardından, yerde sürükleyerek yanan ateşin içine attılar beni.”

Bundan 3 yıl önce, İstanbul’un en işlek meydanı Taksim’deki Gezi Parkı’nda başlayıp, milyonlarca kişinin katılımıyla Türkiye’nin dört bir yanına yayılan protesto gösterileri sırasında ağır yaralanan Hakan Yaman, böyle anlatıyor başına gelenleri.

40 yaşındaki 2 çocuk babası Yaman’ın anlattıklarının video görüntüleri kısmen var. İnternetteki arama motorlarından herhangi birine, yalnızca ismini yazarak kolaylıkla ulaşmak mümkün.

3 YILDA 9 AMELİYAT

Yaman, kendi ifadesine göre, o gece protestocular arasında değildi, yalnızca evine ulaşmaya çalışıyordu. Bugün ise, direnci ve tıbbın olanaklarıyla ayakta.

Protestoların odak noktası Gezi Parkı’ndan onlarca kilometre uzaklıkta, İstanbul’un Anadolu yakasındaki en uzak semtlerinden Sarıgazi’de, ölümden döndüğü yerin birkaç yüz metre ötesindeki bir kafede yaptığımız söyleşide, o geceden kalan hasarları şöyle özetliyor:

“Sol gözüm tamamen kayıptı, burnum kopmuştu, buradan beynim görünüyordu. Elmacık kemiğim yok, çenem kırıktı. Yüzümün sol tarafında kırılmadık kemik kalmamıştı. Beynimde sıvı akıntısı vardı, kuruması durumunda felç olacaktım. 3 yılda, toplam 9 ameliyat sonucunda, vücudumun 5 ayrı yerinden kemik alıp, yüzümü onarmaya çalıştılar.”

Yaman’ı en az iki ameliyat daha bekliyor. Üzerine bırakıldığı ateş nedeniyle vücudunda oluşan ikinci derece yanık izlerini, sorunca hasardan sayıyor.

‘GÖZÜMÜ KAYBETTİM’

Aynı gün, tamamıyla polis ablukası altında olan meydana ulaşmaya çalışan on binlerce kişi arasında, 37 yaşındaki kırtasiyeci Volkan Kesanbilici Tarlabaşı Bulvarı’nda başına gelenleri şöyle anlatıyor:

“Bulvar üzerinde, Taksim Meydanı’na ulaşımın önünü kesen bir barikat vardı. Göstericiler artık o barikatı aşmak üzereyken, son bir hamle olarak ‘Akrep' dediğimiz bir polis aracı barikatın üstüne doğru geldi. O araçtan sıkılan bir plastik mermi sonucunda, gözümü kaybettim.”

Kesanbilici, bugün 40 yaşında. Peki, ne düşündü, hissetti o sırada?

“2,5 yaşındaki oğlum aklıma geldi. Çünkü, ilk anda plastik mermiyle vurulduğum aklıma gelmedi. Gaz fişeğiyle vurulduğumu sandım. Dolayısıyla, suratımın parçalandığını, çok kötü bir hale geldiğini düşündüm. ‘Bu surata, bu çocuk nasıl bakacak’ diye düşündüm.”

Volkan Kesanbilici, bunları düşünürken o hastaneden o hastaneye sevk ediliyor. Ambulanssız. “Gezi direnişi sırasında yaralanan arkadaşlarla bir araya geldiğimizde, aramızda hala espri konusu oluyor” diyor, “hiçbirimiz ambulansla gidememişiz hastaneye.”

5 operasyon sonrasında, kafasında halen çıkarılmayı bekleyen metal parçaları olduğunu söylüyor. Beyne çok yakında oldukları için çıkarılamamış.

“Gözümü kaybetmeme neden olan plastik mermi, içinde demir bilyelerin olduğu bir plastik mermi. Özellikle şunun için söylüyorum: Gösterici işaretlemeye ya da tespit etmeye yönelik bir mermi değil. Sadece o gün, Tarlabaşı Bulvarı üzerinde 50 metre çapın içinde gözünü kaybeden 3 kişiyiz.”

Dönemin başbakanı, bugünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Gezi Parkı protestolarına katılanları, “Çapulcular” diye nitelemişti.

Düzeni bozan, başkalarının malını talan eden, yağmalayan anlamına gelen bu kelime, protestocuların bu kelimeyi benimsemesi sonrasında başka dillere de geçti. Örneğin İngilizce’de “We are chapulling (Çapulculuk yapıyoruz)” diye kullanıldı.

İçişleri Bakanlığı verilerine göre, “Çapulcular”ın eylemleri, Türkiye'nin 81 ilinden, Bingöl ve Bayburt hariç tamamına yayıldı. Resmi rakamlara göre, Türkiye genelinde 2 buçuk milyon kişi sokaklara döküldü. Protestoculara göre ise, bu rakam kat be kat yüksekti.

Katılımın yüksekliği ve yaygınlığı, 2010 yılının son ayında Kuzey Afrika ülkesi Tunus’ta başlayıp Orta Doğu’ya yayılan ve “Arap Baharı” diye anılan protestoların, iki buçuk yıl sonra Avrupa ve Asya’yı birleştiren İstanbul’un Gezi Parkı üzerinden Türkiye’ye ulaştığı yorumlarına yol açtı.

1 Haziran günü, ilk direnişin başlamasından 4 gün sonra, İstanbul’un Asya yakasından yürüyerek yola çıkan binlerce kişi, Boğaziçi Köprüsü’nü geçerek Avrupa yakasına vardı. Polisin geri çekilmesi sonrası, on binler, yüz binlerce kişi, yaklaşık iki hafta boyunca Taksim Meydanı ve alış-veriş merkezi yapılmak istenen Gezi Parkı’nı işgal etti.

‘POLİS HEPİMİZİ GAZA BOĞDU’

23 yaşındaki üniversite öğrencisi Okan Göçer, aynı gün aynı amaçla İstanbul'un Anadolu yakasındaki komşusu Kocaeli kentinin Gebze ilçesinden birkaç arkadaşıyla birlikte bir arabayla yola çıktı. Aradaki mesafe, 65 kilometreydi. Köprüyü sorunsuz geçtiler. Gezi'ye kilometreler kala, polisin yolları kapatmış olması nedeniyle, Okmeydanı yakınlarında araçlarını bıraktılar. Yaya kaldıklarındaki durumlarını şöyle anlatıyor:

“En önlerdeyiz. Arkamızda, binler, on binlerce kişi var. Yürüyoruz, ilerlemeye çalışıyoruz. Ancak, polis hepimizi gaza boğdu. Bir metre ötemizi göremiyorduk. O sırada arkadaşları uyardım: Dikkat edin, gaz kapsülleriyle bizlere nişan alıyorlar. Polisle aramda, 12-13 metre vardı. Ateş edildiğinde kaçma fırsatım yoktu.”