Sanatçı Ferhat Tunç, HDP milletvekillerinin tutuklanması ve Türkiye’deki son gelişmelere dair bir yazı kaleme aldı.

Tutuklu HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı “Umudun gülümseyen yüzü” olarak niteleyen Tunç, “HDP, Türkiye’de toplumsal barışın sağlanması için büyük fırsat yarattı. Bu fırsatın yaratılmasında kuşkusuz Selahattin Demirtaş’ın siyasete kazandırdığı açılımlar etkili oldu. Siyasetin yüz akı ve umut yaratan lider olarak takdir gördü. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın izlediği ve sevdiği bir lider oldu. İlkeli ve tavizsiz duruşuyla umudun gülümseyen yüzü oldu. Yüreğimizin en kıymetli, en sevgili parçası dört duvar arasında rehin tutuluyor şimdi. Hayat hiç birimiz için güzel değil artık. Sayın Demirtaş’ın şahsında hepimiz tutsak alınmış durumdayız” ifadelerini kullandı.

Ferhat Tunç’un Özgürlükçü Demokrasi’de, “Umudun gülümseyen yüzü; Demirtaş” başlıklı yazısı şöyle:

HDP eşgenel başkanları Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel ile birlikte birçok milletvekili ve belediye eşbaşkanı tutuklu.
 
Ülkenin önde gelen hukukçuları da dahil herkes, tutuklamaların siyasi olduğunda hemfikir. Siyasi anlamı ise Kürt halkının kimliğine, kazanımlarına yönelik saldırının parçası olarak tanımlanmalı. Devlet, yeni savaş konseptiyle Kürtlerle birlikte muhalif tüm kesimleri hedef alıyor.
 
Erdoğan, konumunu güçlendirmek için Başkanlık konusunda ısrarlı ve AKP de bu isteği gerçekleştirmek adına önünde engel gördüğü Kürt siyasal hareketini işlevsizleştirmeye çalışıyor. Zira hayal ettikleri “tek adam” rejimini kurumsallaşmasının ancak bu şekilde mümkün olabileceğine inanıyorlar. Dokunulmazlıkların kaldırılmasının tek nedeni buydu ve ne yazık ki bu sürecin başlatılmasına CHP de katkı sundu.
 
HDP, Türkiye’de toplumsal barışın sağlanması için büyük fırsat yarattı. Bu fırsatın yaratılmasında kuşkusuz Selahattin Demirtaş’ın siyasete kazandırdığı açılımlar etkili oldu. Siyasetin yüz akı ve umut yaratan lider olarak takdir gördü. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın izlediği ve sevdiği bir lider oldu. İlkeli ve tavizsiz duruşuyla umudun gülümseyen yüzü oldu. Yüreğimizin en kıymetli, en sevgili parçası dört duvar arasında rehin tutuluyor şimdi. Hayat hiç birimiz için güzel değil artık. Sayın Demirtaş’ın şahsında hepimiz tutsak alınmış durumdayız… Bu despot zihniyetin umudumuzu karartmasına asla izin vermeyelim. O hepimizin sevgili kardeşi, can yoldaşıdır. Suyun rengi, toprağın kokusu ve rüzgarın sesidir.
 
Aynı şekilde diğer Eşbaşkan Figen Yüksekdağ da özellikle kadın kimliğiyle resmi ideolojinin ve eril siyasetin kabul edemediği bir lider oldu. Her ikisini güçlü kılan, savundukları haklı davalarıydı. Demirtaş ve Yüksekdağ liderliğinde HDP,  halkların gelecek umudunun temsilcisi güçlü bir parti olarak, hızla güçlenen ve giderek Türkiye’de ana muhalefet rolünü üstlenmiş bir parti haline dönüştü. 7 Haziran’da ortaya çıkan sonuçlar, HDP’nin yükselişinin bu gücünü gösterdi. İşte ne olduysa bundan sonra oldu zaten!
 
Erdoğan, AKP’nin 7 Haziran genel seçiminde AKP’nin siyaseten yaşadığı yenilgiyi kabul edemezdi. Çözüm masasını devirmiş ve yeniden savaş seçeneğine sarılmış ‘farklı’ bir Erdoğan vardı artık. Çözümü 1 Kasım tekrar seçimine götürdü ama HDP’yi baraj altında bırakmayı bu kez de başaramadı. Bu güç onu, dünyanın da kendisi için büyük bir tehdit olarak gördüğü, tam anlamıyla “Diktatör Erdoğan”a dönüştürdü. Son bir yıldır tankı ve topuyla saldırdığı Kürt coğrafyasını küle çevirdi. Kentler yerle bir edilirken, binaların bodrum katlarında kurtarılmayı bekleyen yüzlerce genç insanın acımasızca katledilmesini sağladı. Ama yine teslim almayı beceremedi.
 
Sonrası, siyasi tutuklamalar ve belediyelere kayyum atamaları… Belediye eşbaşkanlarını tutuklayarak halkın iradesini hiçe saydı. Atanmış kayyumların ilk hedefinde Kürt kadını ve Kürt dili oldu. Kürtçe tabelalara bile tahammülsüz olduklarını göstermekte hiçbir tereddüt göstermediler. Belediyelerdeki kadın birimlerini kapattılar.
 
Baskı, yasak ve tutuklamalarla bölgeden akan bu haber trafiğini durdurmak istediler bu kez. Bu da yetmeyince televizyon ve radyolara yöneldiler. Öyle bir düşmanlık ki, Kürtçe olarak çocuklara yönelik yayın yapan Zarok TV’yi bile kapattılar. Ancak özgür basın hakikati duyurmaktan geri durmadı. Yine durduramadılar!
 
Kürt halkının canı ve kanı pahasına elde ettiği bütün kazanımlar bir bir yok edilmek isteniyor. Bu da yetmedi, kendisine muhalif gördüğü medya gruplarına yöneldi. Cumhuriyet gazetesinin basılması ve yazarlarının tutuklanması, bu yeni sürecin nasıl olacağını, kimsenin güvende olmadığını göstermeye yetiyor. AKP’nin Kürtler başta olmak üzere tüm demokrasi güçlerine yönelik başlattığı bu saldırıların, diktatörlük sistemini kurumsallaştırma niyetiyle yapıldığı inkar edilemez. AKP ve Erdoğan, bu yolda kendisini durduracak tüm engelleri bu şekilde ortadan kaldırmayı hedefliyor.

Eş genel başkanlar ve vekillerin ardından bu kez ülkede sözü olana aydınlar ve sanatçılara sıranın geleceği öngörülebilir. Evet, adına “Terör Operasyonu” dedikleri bu saldırıların hedefinde sadece HDP yok. Bugün bu saldırılar karşısında HDP’yi yalnız bırakanlar yarın kendilerini çok daha yalnız hisseder. Türkiye’de  AKP ve Saray diktasına muhalif tüm kesimlerin ortak mücadele zeminin birleşmesinin zamanıdır. Birlikte geliştirilecek mücadeleyle bu gidişatı durdurabiliriz.
 
CHP’nin kurumsal olarak bu konuda gösterdiği yetersizlikler dikkatlerden kaçmıyor. Ancak bu partiye oy vermiş milyonlarca insan, partisinden yana çok daha ilkeli ve kararlı bir muhalefetin beklentisi içinde. CHP, AKP’nin baskısına yenik düşerse Türkiye’nin İranlaşmasına katkı sunmuş olacak. Bu karanlıktan çıkışın tek yolu var; demokrasi güçlerine güvenin tazelenmesi. Doğru olan alanlarda halklarımızın meclisini yaratmaktır. Halkların iradesini kırmak isteyen bu baskıcı zihniyete verilecek en güçlü yanıt budur.