Gazeteci yazar Fehim Işık, Türkiye’nin Suriye politikasına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Türkiye’nin Suriye’de oyun kurucu olmadığını ifade eden Işık, “Darbe girişiminden sonra rahat bir şekilde görülüyor ki, Türkiye’nin Ortadoğu’da büyük bir iddiayla öne sürdüğü ‘stratejik derinlik’ yalnızca çökmekle de kalmadı. Türkiye artık bir oyun kurucudan çok, seyirci pozisyonunda Bu durumu da Rusya’yla düzelmeye başlayan ilişkilerle aşmaya çalışacaklar” ifadelerini kullandı.

Fehim Işık Diken’den Tunca Öğreten’in sorularını yanıtladı.

IŞİD’in Menbiç’ten temizlenmesiyle Ankara’nın gündemi yeniden “ABD bize söz verdi, YPG oradan çıkarılacak” oldu. ABD sözünü tutacak mı?

Bunlar tamamen iç kamuoyuna dönük söylemler. Türkiye, bölgede aktör olduğunu inandırmaya çalışıyor. O bölgede şu an Menbiç Askeri Meclisi bulunuyor. Bu meclisin üst çatısıysa, aynı zamanda geleceğin özgür Suriye’sinin ordu prototipi, tüm halkların birlikte oluşturduğu DSG’dir. Dolayısıyla aralarında orada yaşayan Kürtlerin de bulunduğu DSG, yarın da Menbiç’in korunmasından sorumlu olacaktır. Bu durumda Türkiye, “Hayır. Kürtler bu oluşumun içinde yer alamaz” deme hakkına sahip mi?

Menbiç’i kim yönetecek?

Menbiç Halk Meclisi geçici olarak orayı yönetmeye başladı bile. DSG’ye bağlı Menbiç Askeri Meclisi, Rojava’da daha önce özgürleştirilen alanlar gibi Menbiç’in yönetimini de halktan oluşan sivil yönetime devretti. Çatışmaların devam ettiği bazı bölgeler var ve bu alanlar sivillere hala kapalı.

DSG’nin Menbiç’ten sonraki hedefi neresi olacak?

Yüzde 90 El Bab olacak, çünkü Afrin’i güvence altına alıp kantona dönük işgal provalarını önleme ihtiyacı duyuyorlar. Ayrıca El Bab bölgesi alınmadan Cerablus-Aziz-Mare hattı arasındaki bağlantı tamamen kesilmez. Yani Rakka’dan gelen IŞİD militanları, hala El Bab üzerinden Cerablus’a, oradan da Türkiye’ye geçip Avrupa’ya gidip gelebiliyor. Dolayısıyla o bağlantıyı tamamen kesip Cerablus-Mare hattındaki IŞİD’çilerin yok edilmesini kolaylaştıracak en önemli adım El Bab’ın alınmasıdır. Bu hamle aynı zamanda kantonların birleşimini de sağlayacak. Zaten El Bab Askeri Meclis’inin kurulmuş olmasından da yeni hedefin burası olduğu anlaşılıyor.

‘Türkiye’nin istediği halklar arası savaş’ Yani Kürt savaşçılar Fırat’ın batısında kalmaya devam edecek öyle mi?

Türkiye dışarıdan bakıyor ve yalnızca görmek istediğini görüyor ve özgürleştirilen bölgelerin Kürtleştirildiğini iddia ediyor. ABD ise bu işin ayırımının farkında ve ileride bu çıkmaza şöyle çare bulacak: “Menbiç’te Kürt savaşçılar var ama YPG yok.” İktidar ve ona yakın medya her fırsatta, Kürtlerin ‘etnik temizliğe’ başvurduğunu iddia ediyor ama… Demokratik yönetimlerde bu türden bir ihtiyaç olmaz. O bölgeler Kürtleştirilmeyeceği gibi, aksine tüm halkların birlikte yaşadığı özgür yerlere dönüşecek. Ancak yaşananları uzaktan izleyen Türkiye, IŞİD’i temizleyen Kürtlere işgalci gözüyle bakmak istiyor. Sonuç olarak Kürt savaşçılar YPG veya YPJ adıyla orada olmayacak fakat Menbiç Askeri Meclisi içerisinde var olmaya devam edecekler.

Ankara, neden Kürtleri işgalci gibi görmek ve göstermek istiyor?

Çünkü iktidar, tarih boyunca Türklerin yaptığı asimilasyonu başkalarının da yapabileceğine inanıyor. Ancak bu durumun başından beri söylendiği gibi olmadığı aşikar. Örneğin Cizir kantonu, hem Arapların, hem de Kürtlerin birlikte yaşadığı bir bölge. Üstelik Araplar o bölgenin öznel halkı da değil. 1967’de hayata geçirilen Arap Kemeri Politikası ile bölgeye sonradan gelip yerleştirildiler.

Buna rağmen Cizir’deki Kürtler, “Araplar buraya sonradan geldiler, buranın halkı değil” diyerek Arapları sürmeye kalkmadı. Aksine, kantonu eş başkanlarla birlikte yönetiyorlar. Keza Haseke ve Tel Abyad’da da durum aynı. Kürtler ve Araplar birlikte yönetiyor. Türkiye’nin dediği gibi asimilasyon ya da etnik temizlik üzerinden bir sistem kurarsanız, bunun sonucu halklar arası savaş olur. Türkiye gibi ülkelerin Suriye’de arzuladığı da bu zaten. Anlamadım… Türkiye, ‘Halklar birbirine girsin, biz de bu durumu lehimize çevirelim’ arzusunda. Sana ne! Bırak oradaki halk karar versin. Ne Rojava’da, ne de DSG’nin IŞİD’den temizlediği diğer bölgelerde halkların iradesinin karşısında bir yönetim kurulmadı. Kurulmayacak da. Rojava’da uygulanan sistem, aynı zamanda Suriye’nin tamamen özgürleşmesi durumunda kurulacak yönetim anlayışının da temelini oluşturuyor. Bir de Türkiye’nin iç korkuları var tabii…

‘TÜRKİYE, ÖCALAN’IN PROJESİNİN HAYATA GEÇMESİNDEN KORKUYOR’

Nedir o iç korkular?

Türkiye, Suriye’de yaşayan 3 milyon civarındaki Kürdün kendisini yönetebilecek özgür bir modeli, hem de Öcalan’ın projesi çerçevesinde hayata geçirmesinden korkuyor. Çünkü bu model, Türkiye’deki Kürtlere örnek olabilir. İşte bu yüzden Türkiye, başından beri oradaki gelişmeleri var gücüyle durdurmaya çalışıyor. Yarın öbür gün Türkiye, Esad’la yakınlaşıp, Kürtlere karşı birlikte askeri operasyona kalkışırsa şaşırmam.

İçeride de Kürt siyasi hareketine karşı giderek daha da sertleşmesinin nedeni bu mu?

Türkiye hem içeride, hem de dışarıda bu baskı politikalarını uzun vadede sürdüremez. Bugün yaşananlar, 1984’ten bu yana onlarca kez denenmiş yöntemler. Erdoğan, üstelik uluslararası alanda bu kadar zayıf olduğu bir dönemde bu politikaları bir kez daha denemek istiyor. Bu tutum, ülkeyi iç savaşa bile götürebilir. Dolayısıyla yanlıştan dönmek zorundalar. Erdoğan, yapılacak bir seçime kadar Türkiye’deki ırkçılığı, milliyetçiliği kendi lehine dönüştürmek için bu sert politikayı devam ettirip, parlamentoda gücünü artırmaya çalışacaktır.

ABD ve NATO, Türkiye’nin korku ve kırmızı çizgilerini neden umursamıyor? Kürtleri kaybetmekten daha fazla mı çekiniyor?

Türkiye’nin çizdiği tüm kırmızı çizgiler bir bir ortadan kalktı. Çünkü o kırmızı çizgilerin gerçek hayatta hiçbir karşılığı yoktu. IŞİD gibi on binlerce insanı katletmiş kanlı örgütü temizleyen YPG’nin önüne gelip kırmızı çizgi falan çekemezsiniz. Bir bölge IŞİD’den temizlenecekse, bunu en iyi o bölgenin insanı yapabilir. Artık Türkiye’nin itiraz edebilecek, ya da kırmızı çizgi çekebilecek ne bir gücü, ne de ağırlığı var. Bölge halkının oluşturduğu meclisler adım adım özgürleştirme yolunda ilerliyor.

Türkiye’nin bölgede kırmızı çizgi çizebilecek gücünün olmadığını söylüyorsunuz. Peki, 15 Temmuz’dan sonra?

Darbe girişiminden sonra rahat bir şekilde görülüyor ki, Türkiye’nin Ortadoğu’da büyük bir iddiayla öne sürdüğü ‘stratejik derinlik’ yalnızca çökmekle de kalmadı. Türkiye artık bir oyun kurucudan çok, seyirci pozisyonunda Bu durumu da Rusya’yla düzelmeye başlayan ilişkilerle aşmaya çalışacaklar.

Aşabilecekler mi?

Rusya ile anlaşsa da, anlaşmasa da Suriye politikası çöktü ve Türkiye, bu politikayı değiştirmekle mükellef. Ancak bu değişikliğin kısa vadede, bir seçim olmadan yapılacağını düşünmüyorum. Bence değişikliği zamana yayacak, eski politikaları sürdürüyormuş gibi görünüp, beri yandan da yeni politikaya zemin hazırlayacaklar. Rusya’yı gerekçe göstererek kendi kitlelerini ikna etmek için çabalayabilirler fakat kısa vadede Esad’ı bir müttefik olarak tanıtmaları mümkün değil. Nihayetinde Türkiye bir yanlıştan dönecekse de bunu yeni bir yanlışla yapıyor. Çünkü Türkiye-Rusya arasındaki ilişki, kontrolü Putin’in elinde olduğu bir ilişki.

Kontrolün Putin’de olduğu bir Türkiye-Rusya ilişkisi, NATO ve ABD ile ilişkileri nasıl etkiler?

Türkiye, NATO ve ABD’den kopabilecek ne politikaya, ne de koşullara sahip. Rusya da bunun farkında zaten. Kaldı ki Rusya da Türkiye’nin kendisine bağımlı bir ülke olmasını istemiyor. Rusya’nın amacı, Türkiye ile ticari ilişkileri geliştirip, Ortadoğu ve Akdeniz’deki enerji kaynaklarının güvenliği noktasında işbirliği yapmak. Türkiye mevcut durumda iç politikaya yönelik bazı kullanımlarda bulunabilir ve Şanghay Beşlisi ya da Avrasyacılıktan bahsedebilir. Ancak esasen, stratejik olarak NATO ve ABD’ye bağımlıdır. Bu durum tabii ki Batı ile arasında bir sorun olmadığı anlamına da gelmiyor. Bugün Erdoğan yönetimindeki Türkiye ile Batı arasında bir sorun var elbette.

MÜSLÜMAN KARDEŞLERİN GÜÇ KAYBETMESİ, TÜRKİYE’Yİ SİLAHLI ÖRGÜTLERLE YAN YANA GETİRDİ’

Erdoğan yönetiminin dış politikada yaptığı ve Batı’nın da rahatsızlık duyduğu en somut örnek neydi?

Kendisine yakın gördüğü Sünni yapılanmalar ve devletler üzerinden çıkar politikası yürüttü. Erdoğan başından beri Müslüman Kardeşler örgütüyle ideolojik olarak çok yakındı. Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler’in üyesi olduğu bile konuşuldu. Zaman içinde Müslüman Kardeşler’in Mısır’da güç kaybetmesi, Türkiye’yi silahlı radikal İslamcı örgütlerle yan yana getirdi. Düşünün, IŞİD rehin aldığı Ürdünlü pilotu kafeste canlı canlı yaktı. Iraklı bir askeri, Kürt peşmergeyi, Avrupalı bir gazeteciyi kafasını keserek öldürürdü. Ancak Musul’da rehin aldığı Türkiyeli konsolosluk görevlilerinin kılına bile zarar vermeden 101 gün sonra iade etti.

Peki, IŞİD ile ipler nerede koptu?

Türkiye, Suriye’deki Kürtlerin önünü kesmek için IŞİD’e destek verdi ya da görmezden geldi. Bütün sınırlar yol geçen hanı gibiydi. Böylece IŞİD bütün militanlarını getirip, götürüyordu. Tüm dünya bunu görüp, itiraz edince Türkiye bu uygulamadan vazgeçmek zorunda kaldı. Ancak Türkiye, IŞİD karşıtı koalisyona dahil olmasına rağmen sorumluluklarını hiçbir zaman yerine getirmedi, hiçbir operasyonda yer almadı. Rusya ile ilişkilerde yalnızca IŞİD ile değil, bugün ılımlı muhalif olarak gördüğü diğer örgütlerle de Türkiye karşı karşıya gelebilir. Çünkü Rusya Türkiye’ye, ‘Esad muhalifi olan örgütlerin tümüyle ilişkinizi gözden geçirin’ dayatması yapıyor.

2013 yılında röportaj yaptığım Tunuslu IŞİD komutanı, Türkiye’ye NATO üyesi olduğu gerekçesiyle savaş açmadıklarını söylemişti. 15 Temmuz sonrası TSK’nin içinde bulunduğu durum ve Batı ile yaşanan anlaşmazlıklar, Türkiye’yi IŞİD’in direkt hedefi haline getirir mi?

IŞİD tarzındaki örgütler, devletlere direkt olarak saldırmazlar. Ancak kriz olan bölgelerde, o krizi kendi lehlerine çevirecek şekilde değerlendirirler. Eğer Türkiye’de yaşanan krizi aşacak önlemler alınmazsa, yalnız IŞİD değil, birçok örgüt bu durumu kullanmaya kalkışabilir. Neticede Türkiye’deki, yalnızca yönetimsel bir kriz değil. Bu, beraberinde ekonomik ve güvenlik sorunlarını da getiren ciddi bir kriz. Yalnız IŞİD açısından durum biraz daha farklı. IŞİD, zayıflayan ve böyle dönemlerde de kendi gücünü bombalı terör eylemleriyle ispatlamaya çalışan bir örgüt. Bu yüzden dara düştüğünde kendisini yalnız bırakan Türkiye’de eylemler yapacaktır. Türkiye içinde de intihar eylemleri yapabilecek uyuyan hücreler var zaten. Daha önce Kürtleri ve muhalifleri hedef alan bombalı saldırılar düzenliyorlardı, bundan sonra toplumun daha geniş kesimine karşı eylem yapacaklardır.

‘SURİYE ARTIK AYAKLARININ YERE BASTIĞINI DÜŞÜNÜYOR’

Geçen hafta, Türkiye sınırına yakın Atme’de bombalı bir saldırı gerçekleşti. Saldırıda hedef alınan otobüslerin Türkiye’den Suriye’ye geçiş yaptığı ve içlerinde savaşçılar olduğu iddia edildi.

Ne dersiniz?

Türkiye’den Suriye’ye geçiş yapan bu otobüslerde savaşçılar olduğunu ve Menbiç’in düşmesine karşılık, Afrin’e bir saldırı başlatma girişiminde oldukları konuşuldu. Benim şahsi kanaatim, buna engel olmak isteyen bazı güçler, otobüslerin geçişi sırasında bir operasyon gerçekleştirdi ve Türkiye’den Suriye’ye giren bu savaşçıları imha etti. Türkiye, uluslararası arenada aktör olma yolunda ciddi bir gerileme yaşasa da, ilişkide olduğu örgütler üzerinden bazı provokasyonları hayata geçirme koşullarına hala sahip.

Esad güçleri, iç savaşın başladığı günden bu yana Kürtlere karşı hava saldırısı gerçekleştirmemişti. Ancak birkaç gündür Haseke’de karşılıklı çatışmalar yaşanıyor. Arkasında Rusya’nın olduğu Esad’ın, ABD’nin en yakın müttefikini vurması nasıl bir sonuç doğurur?

Suriye Kürtlere karşı ilk kez savaş uçağı kullandı. Geçmişte de kısa süreli çatışmalar olmuş ancak neticede ateşkesle sonuçlanmıştı. Suriye artık ayaklarının yere bastığını ve giderek komşu devletlerle ilişkilerinin düzeleceğini de öngörüyor. Bu nedenle Kürtlere karşı güç gösterisinde bulunarak kendine bağlı hale getirmeyi deniyor. Buna Haseke’den başlaması tesadüfi değil. Nihayetinde Haseke’de ciddi bir Arap nüfus var ve onların bir kısmı Suriye rejimine bağlı milis güçleri olarak silahlanmış durumda.

Bunların bölgedeki varlığı da Suriye’yi cesaretlendiriyor. Bu yönelimin uzun vadeli olacağını düşünmüyorum. Nihayetinde bölgenin belirleyeni olan iki güç Rusya ve ABD’dir ve çatışmaların kendi çıkarlarını zedeleyeceği noktaya taşınmasını istemezler.

Hele bu durumun ABD ve Rusya’nın karşı karşıya geleceği noktaya taşınmasını hiç istemezler.