Gazeteci yazar Fehim Işık, Suriye’de ABD ve Rusya'nın ilişkilerini askıya almasının doğuracağı sonuçları ve son gelişmeleri değerlendirdi.

Işık, "Türkiye kendi çıkarlarını zorluyor, ABD ve Rusya ortak çıkarlarda uzlaşamadıkları için ilişkilerini askıya alıyor, diğer bölge devletleri birlikte tutum takındıkları Rusya ve ABD’nin herhangi biri ile hareket ediyor, Kürtler ise koca vahada bir küçük nefes için istikrarla sürdürdükleri 3. Yol politikasından vazgeçmeyerek ölümüne de olsa ısrarla direniyor" dedi.

Fehim Işık’ın Evrensel’de yayınlanan, "Kapıda daha da büyüyecek bir savaş mı var?" başlıklı yazısı şöyle:

Türkiye’de iç gündeme kilitlenmişken Ortadoğu’daki gelişmeleri kaçırıyoruz, gibi. Elbet Türkiye’nin iç gündeminin, özellikle de 15 Temmuz sonrası giderek belirginleşen tek tipleştirilme çabalarının Ortadoğu’daki gelişmelerden bağımsız olduğunu düşünmüyorum.

Özellikle de basının tamamen susturulması çabaları, bu gelişmelerle yakından ilintili. Niye mi böyle düşünüyorum? Çünkü Ortadoğu’da, özellikle Suriye ve Irak’ta işler giderek sarpa sarıyor. ABD ve Rusya’nın birlikte götürmeye çalıştığı süreç, çöküşün başlangıcında.

Taraflar ortak çıkarlarda uzlaşamayınca, geçtiğimiz Kurban Bayramı öncesi ateşkesle başlattıkları, ortak operasyon merkezi kurma kararı almaya kadar taşıdıkları iş birliğini askıya aldılar.

ABD ile Rusya’nın karşı karşıya gelmelerinin, en azından ilişkileri askıya almalarının altında yatan temel nedenin bölgedeki silahlı güçlere aynı gözle bakmamaktan kaynaklandığı rahat anlaşılıyor. ABD, el Nusra ve DAİŞ’i terör örgütü olarak görse de Rusya’nın elini güçlendirmemek için olsa gerek İdlib’i kontrol eden, Halep’i zorlayan ve son dönemlerde ılımlılık sinyalleri vererek adını değiştiren el Nusra’yı, diğer adıyla Fethi Şam’ı hemen karşısına almak istemiyor.

Rusya’nın öncelikli hedefi ise Halep ve İdlib’i zorlayan el Nusra. Doğu Akdeniz’i riske etmemek için de olsa Rusya, el Nusra’ya dönük hedefinden vazgeçmeyecek. Bu da her iki gücün DAİŞ ve el Nusra’ya aynı bakmadıklarının ve ortak operasyonda anlaşamamalarının en önemli göstergesi. ABD açısından bir sorun da Türkiye’nin bölgedeki varlığı.

Cerablus operasyonunun ABD’nin izni, Rusya’nın karşı çıkmamasıyla gerçekleştiği çok açık. ABD bu izinle birlikte bir şey daha yapmaya çalıştı. Kendisinin açıktan destek verdiği Demokratik Suriye Güçleri (DSG) ile Türkiye’nin açıktan destek verdiği ÖSO güçlerinin karşı karşıya gelmesini istemedi. Cerablus-Minbiç sınırındaki ilk çatışmaları da arabuluculuk yaparak önledi.

Şunu da hatırlamakta yarar var; ÖSO içindeki bazı gruplara ABD, operasyonel güç olarak kullanmak amacıyla sıcak bakıyor, bunları açıktan olmasa da destekliyor. Bu nedenle ABD bu iki gücün yani ÖSO ile DSG’nin karşı karşıya gelmekten öte mümkünse birlikte hareket etmelerini istedi. Ancak hem Türkiye’nin katı Kürt karşıtı tutumu, hem de DSG içinde Türkmen ve Arapların da dahil olduğu farklı grupların, YPG ve YPJ’nin Türkiye’yi işgalci güç olarak görmeleri nedeniyle bunu başaramadı.

ABD, şimdi Türkiye’nin yayılmacı hedefleriyle de baş etmek zorunda. Rusya, Türkiye’nin Cerablus’a girmesinin, 15-20 kilometre derinlikte bir bölgeyi ÖSO ile birlikte kontrol etmesinin kendi zararına olmayacağına inandı. Ancak görünen o, Türkiye’nin Bab’a kadar gidip Halep’i zorlamasını, hele el Nusra’ya sıcak bakmasını, Rakka üzerinden bir Sünni hakimiyet kurmasını ise hiç istemiyor.

Tüm bu ilişkiler yumağı içinde kabul etmek gerekir ki bölgedeki karmaşada en istikrarlı, en planlı, en organize güç hâlâ YPG ve YPJ’nin ağırlıklı gücünü oluşturduğu DSG. Türkiye’nin tüm zorlamalarına rağmen ABD ve Rusya hâlâ DSG’yi karşıya almama, destek verme, hatta mümkünse kendi yanına çekme rezervini koruyorlar.

DSG’nin bağlı olduğu siyasi meclis, yani Demokratik Suriye Meclisi (DSM) ise kimseye payanda olmadan demokratik ve özgür Suriye’nin oluşumu için çabalarını sürdürüyor. Eğer böyle olmasaydı, savaşı kızıştıracak tutum içine girerdi ve bunun koşulları Suriye’de var. Ancak şunu da kabul etmek gerekir ki ABD ile Rusya’nın ilişkileri askıya almaları hem DSM, hem de onun askeri gücü DSG açısından zor olacak; haliyle denge politikası yerine kontrol altında tuttuğu bölgenin güvenliğini öne alacak.

Bunun için belki işgalci olarak gördüğü Türkiye ile bir savaşa girmeyi de hesaba katacak. Tabii bölgedeki istikrarsızlığın Irak’ta bu ay içinde başlayacağı iddia edilen Musul operasyonu ve onun olası sonuçlarıyla da ilgisi var. Türkiye için Musul, Rakka’dan da öncelikli. Cumhurbaşkanı’nın 1923’te imzalanan Lozan’ı gündeme getirmesinin Musul ile bağını da unutmamak gerekir.

Her ne kadar adalar sorunu dillendirilse de asıl amacın Musul ve hatta Kerkük olduğunu bir köşeye yazmak gerekir. Ancak Türkiye çok istekli olduğu Musul’da da istenmiyor. Başta Irak merkezi hükümeti olmak üzere ABD’de dahil birçok kesim Türkiye’nin Musul’da bulunmasının bölgeyi istikrardan öte yeni bir kaosa sürükleyeceği inancında.

Türkiye kendi çıkarlarını zorluyor, ABD ve Rusya ortak çıkarlarda uzlaşamadıkları için ilişkilerini askıya alıyor, diğer bölge devletleri birlikte tutum takındıkları Rusya ve ABD’nin herhangi biri ile hareket ediyor, Kürtler ise koca vahada bir küçük nefes için istikrarla sürdürdükleri 3. Yol politikasından vazgeçmeyerek ölümüne de olsa ısrarla direniyor.

Tüm bunların üstüne Erdoğan’ın 15 Temmuz’u gerekçe ederek sessizleştirmek istediği bir Türkiye var. Sessiz Türkiye’nin sadece iç gelişmelerle değil, bölgedeki bu karmaşık durumun Türkiye aleyhine dönmesi durumunda yaşanacakların duyulmaması için de istendiğini, unutmamak gerekir.

Özetle, bölge karmaşık ve yeni, belki de daha büyük çatışmalara gebe. Bunun önüne geçmek de hiç kuşku yok ayak oyunları ile değil, halkların iradesine saygı duymakla olur. Bu saygıyı göstermeyenlerin varlığında da savaşın daha da büyümekten başka şansı yok.