Gazeteci Fehim Işık Star TV Genel Yayın Yönetmeni Nazlı Çelik’in Nusaybin’de operasyonlara katılmasına ilişkin, “Nazlı Çelik’in bu operasyonda fazlalık olan yanı habercilikti. O haberci değil asker, sunucu değil polis gibi katılmıştı operasyonlara. Tabi eksiği vardı; elindeki silah G3 piyade tüfeği değil mikrofondu” ifadesini kullandı.

“Nazlı Çelik, şimdi kendisini Yüksekova’da iliştirilmişten öte çarpıtılmış, vicdansız habercilik yapmaya iten etkenin ne olduğunu açıklar mı?” diye soran, Fehim Işık’ın Haberdar’da “İliştirilmişi de var, bedelini ödeyeni de...” başlıklı yazısı şöyle:

Görüntüleri izleyince, Star Haber Genel Yayın Yönetmeni Nazlı Çelik’in gerçekten bir askeri operasyona katıldığı çok rahat anlaşılıyordu. Panzerin içine çelik yeleğiyle koşarak giren, bomba imhasını sunmaya hazırlanırken patlatılan bombanın basıncıyla saçı başı dağılıp makyajı bozulan, tünellere inerken, dar sokaklarda çelik yeleği ve kaskıyla yürürken görüntülenen Çelik, mizansenine aksiyon da katarak ne büyük iş çıkardığını ortalama akla gösteriyordu.

Nazlı Çelik’in bu operasyonda fazlalık olan yanı habercilikti. O haberci değil asker, sunucu değil polis gibi katılmıştı operasyonlara. Tabi eksiği vardı; elindeki silah G3 piyade tüfeği değil mikrofondu.

Bu ilk değil elbet. Türkiye bu tür bir habercilik ile ilk kez belki 1974 Kıbrıs savaşı ile hasbıhal oldu. Ancak o dönem toplumun büyük kesimi “Gavur Rum” ile “Müslümanları katleden hain Makarios” düşmanlığına şartlandığı için bu tür bir habercilik dikkat çekmiyordu. Düşünün öyle bir şartlanma oluşmuştu ki Diyarbakır ve Hakkari’de de yüzlerce insan askerlik şubesi önünde sıraya girip Kıbrıs’a asker olarak gitmek için yazılıyordu.

Türkiye’de politizasyonun kitleselleştiği 12 Eylül yıllarından önce basının durumu nispeten değişmeye başladı. Basın bir tek devletin, hükümetin sesi olmaktan çıktı. Muhalif ve devrimci basın, zor da olsa kitlelere ulaşıyordu. Bu kez devreye 12 Eylül gazeteciliği girdi. Bu işin başını da Türkiye’nin tek kanalı TRT çekiyordu. İzleyici 12 Eylül sonrasında ilk olarak Ertürk Yöndem ile tanıştı. İlginçtir, bir söyleşisinde yaptığı işin bağımsız gazetecilik olduğunu savunan ve tek talimat almadığını söyleyen Yöndem, Kenan Evren ile arasındaki ilişkiyi de şu sözlerle açıklıyordu: “Kenan Paşa'yı çok severim. Her zaman da ilişki içerisindeyiz. İhtilal döneminde, onların istediği doğrultuda programlar da yaptım. 'Geçmişi Unutma' adlı yapım, bu programlardan biridir. Programın şablonunu İhtilal Konseyi oluşturdu ben de zenginleştirdim. Yine 12 Eylül'ün yıldönümü programlarını da bu şekilde hazırladım.”

Ertürk Yöndem’den sonra akıllarda kalan bir diğer isim de Güntaç Aktan oldu. Güntaç Aktan 90’lı yılların konseptinde öne çıkan kişi oldu. Onun Anadolu’dan Görünüm’ü, mizanseniyle tavan yapan programların başında geliyordu.

Güntaç Aktan’dan sonra doğrusu akıllarda tek isim kalmıyor artık. Bunun nedeni elbet medyadaki ciddi fiziki büyümedir. 1990’lı yılların ortalarından sonra yazılı, sesli, görsel onlarca yeni mecra oluştu. Bu, medyadaki yüzlerin sayısını da artırdı. Haliyle Ertürk Yöndemlerin, Güntaç Aktanların sayısı da arttı.

Bir dönem durulan, hatta 2013’te başlayan süreçle birlikte neredeyse tümü çözümün yılmaz savunucuları olan bu güruha son 6 ay içinde yeniden rastlamaya başladık. Çatışmaların kente yayıldığı bu dönemin ilk örneği Sur’da polis panzerinde sokaklara giren Hürriyet’ten İsmet Berkan oldu. Son örneğimiz ise polis ve asker eşliğinde Nusaybin ve Yüksekova’ya giren Nazlı Çelik oldu.

Haber Nöbeti etkinliği başlarken, bunlara panzer gazetecisi adını vermiş ve çağrımızda, panzerlerden haber yapmak dışındaki her talebe açık olduğumuzu ifade etmiştik. Yani gazetecinin bölgeye gelip ne yazacağına değil, gazeteciliği nasıl yapacağına dikkat çekmiştik. Nihayetinde Haber Nöbeti’ne katılıp hiç de hendeklerin arkasındaki gençleri ifade etmeyen yaklaşımlarla yazan, farklı düşünen, gelişmelere AKP gibi bakan kesimlerin görüşlerini aktaran çokça gazeteci arkadaşımız oldu. Haber Nöbeti’nde olmayan tek şey 91’de Pentagon’un gazeteciliğe kazandırdığı embedded, Türkçesiyle iliştirilmiş gazetecilikti.

Son örneğimiz Nazlı Çelik’i görünce panzerlerde çalışmak dışında her seçeneğe açık olmanın ne kadar haklı bir yaklaşım olduğunu bir kez daha anladık.

Çok uzatmadan şunu diyeyim ve bitireyim.

Bu tür iliştirilmiş gazetecilerin sahibinin sesi olduğuna kuşku yok. 1990’larda bu tür gazetecilik yapanların en azından dost sohbetlerinde, pişman olduğunu aktaranına rastladık. 2013’lerde devlet işareti çakınca peş peşe güzellemeler yapıp “Terörist PKK” yerine “sorun terör değil” diyenini de, “Öcalan’a bebek katili demek şiddetin devamını istemektir” yazanını da gördük.

Hatta bunlar ile Kürt siyasetçileri arasındaki yakınlaşmanın bazen özel ev gezmelerine gidip gelecek kadar ilerlediğine de tanıklık ettik. Hiç sorun değil. Bir siyasetçi nihayetinde kendini anlatmak, görüşlerini aktarmak ister. Bunun için her olanağı kullanır. Ancak verilen işaretlerle adım atan bu gazeteciler ne düşünür? Örneğin İsmet Berkan birkaç yıl sonra panzer haberciliğinin ne olduğunu, o habercilikle neyi amaçladığını, karşılığında kendisine ne vaat edildiğini okuyucularına aktarır mı? Ya da 7 Haziran öncesinde programına konuk ettiği Selahattin Demirtaş’a bakarken gözlerinin içi gülen Nazlı Çelik, şimdi kendisini Yüksekova’da iliştirilmişten öte çarpıtılmış, vicdansız habercilik yapmaya iten etkenin ne olduğunu açıklar mı?

Sanmıyorum; bunların ağabeyleri ablaları geçmişin özeleştirisini, gazeteciliğe kattıkları rezilliğin hesabını vermediler ki bunlar versinler. Şu da var elbet; onları hesap vermeme konusunda cesaretlendiren etkenler arasında hiç kuşkusuz onları izleyerek, okuyarak, programlarına katılarak, köşelerine meze olarak katkı sunanların payı da var

Belki bu tür iliştirilmiş, her dönemin ruhuna uygun davranan, günde elli takla atmaktan imtina etmeyen türlerden çokça var ama biz de biliyoruz ki bedelini takır takır ödeyen, riskini sonuna kadar üstenen gazeteciler de var...