Kadın hakları üzerine yapılan bir çalıştaya katılan İHD Eş Genel Başkanı Avukat Eren Keskin, baskıcı ortamın devlet geleneğinden kaynaklı bir çizgi olduğuna dikkat çekerek, “Tayyip gider Akşener gelir. Bu kadar kıstırılmış, bastırılmış bir dönemden daha önce geçmedik. Şu an İHD bile kapatılmak ile tehdit ediliyor” dedi. 

İnsan Hakları Derneği (İHD) Mersin Şubesi, “Kadınlar Haklarını Arıyor” sloganıyla “İnsanın Kadın Hakları Çalıştayı” düzenledi. Şube binalarında düzenlenen “Kadınlar Haklarını Arıyor” temalı panele İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, barış bildirgesi imzacılarından akademisyen Yrd. Doç. Dr. Esra Ergüzeloğlu Kilim, İHD Akdeniz Bölge Temsilcisi Avukat Yasemin Dora Şeker ve Psikolog Sabahat Soyer’in konuşmacı olarak katıldı. 

‘DEVLET ERKİNİ TARTIŞMAK GEREKİR’

İHD Eş Genel Başkanı avukat Eren Keskin, Türkiye’de var olan şiddeti 1915’ten ele almak gerektiğini söyledi. Resmi çizgilerinin yeni olan bir yapı olmadığını vurgulayan Keskin, bu çizgilere Ermeni Soykırımı, Şeyh Sait ve Seyit Rıza döneminde de karşılaşıldığını kaydetti. Keskin, "Türk-İslam sentezinin en yükseldiği dönemi yaşıyoruz. Aslında Türkiye’de artan baskılar Recep Tayyip Erdoğan üzerinden konuşmak yanlış. Ne zaman ki Erdoğan derin devletle anlaştı. 1990’ları aşan uygulamalarla karşılaştık. Devlet her zaman aynıydı, devlet erki üzerinden tartışmak gerekir” dedi.

‘ERDOĞAN GİDER AKŞENER GELİR’

Devlet zihniyetinin her dönem olduğu gibi bugünde gün yüzüne çıktığına ifade eden Keskin, “Tayyip gider Akşener gelir. Devlet her dönemde kendi muhalefetini kendi içerisinden çıkarıyor. Her dönem de olduğu gibi bu dönemde kendi anlayışında bir muhalefet çıkarmış durumda. Bu kadar kıstırılmış, bastırılmış bir dönemden daha önce geçmedik. Şuan İHD bile kapatılmak ile tehdit ediliyor” diye belirtti. 1990’larda görülmeyen baskı politikalarının uygulandığına dikkat çeken Keskin, “O kadar araçsız, iletişimsiz bırakıldık ki yine de bir arada olabiliyorsak bu bile bir başarı” diye konuştu.

Keskin, konuşması ardından  “Kadına Yönelik Şiddet ve Hukuksal süreçler” hakkında sunum yapıldı. İHD’de 1990’lı yıllarda özellikle çok sayıda işkence başvuruları aldıklarını hatırlatan Keskin, şöyle devam etti: “O dönemlerde elektrik verilme, kaba dayak gibi başvurular alırdık. Ama cinsel şiddet ile ilgili başvurular almazdık.” 1995 yılında yazdığı bir yazı sonrası cezaevine girdiğini ve burada kaldığı kadınların kendisine cinsel şiddet (tecavüz) edildiklerini anlattığını ve akabinde cezaevinden çıktıktan sonra bu “Devlet kaynaklı cinsel şiddet” üzerinde çalışmalar yaptığını söyledi. 

‘CİNSEL İŞKENCE BELGELENEMİYORDU’

“Cinsel saldırının aynı zamanda bir savaş yöntemi” olduğunu belirten Keskin, sözlerini şöyle sürdürdü: “Son derece militer, erkek egemen devlet yapısı var ve kadınlar ikinci sınıf olarak görülüyordu. En büyük sorunumuz ise cinsel işkencenin belgelenmesiydi.

Kadınların 10 gün içerisinde rapor alması gerekiyor ama kadınlar korktuklarından ya da psikolojik sebeplerden kaynaklı anlatamıyor.  Devlet bağımsız heyetlerden verilen raporları kabul etmiyor. Keyfi olarak devlet biriminin yaptığı cinsel şiddeti yine devlet birimi olan Adli Tıp’tan alınmasını talep ediyor.”

2005 yılına kadar bu tür sorunlarla boğuştuklarını sözlerine ekleyen Keskin, “2005 yılından sonra kadına yönelik bazı kazanımlar oldu. O döneme kadar sadece vajinal cinsel saldırı suç sayılırdı, ardından hem oral hem de anal cinsel saldırı suç kapsamına alındı. ‘Namus cinayetlerine indirim uygulanıyordu. Devlet ‘namus cinayetlerini’ resmen teşvik ediyordu. Bunlar kadınların verdiği mücadele sonucunda kalktı” diye kaydetti. 

‘TOPLUM İŞKENCEYE ALIŞTIRILDI’

Cinsel işkencenin belgelenmesi için hala sıkıntılar yaşandığına dikkat çeken Keskin, Türkiye’de her şeyin görünürde var olduğunu yasal anlamda uygulamada olmadığını vurguladı. Özellikle OHAL ile birlikte işkencenin arttığını anımsatan Keskin, “FETÖ” döneminde kısmen de olsa işkence de azalmanın olduğunu çünkü o polislerin herkesi dinlediğini ve kendilerince suç unsurları yarattığını ifade etti.

Bu dönemde “FETÖ”cü denilen polislerin yerine yeni, genç polislerin geldiği ve bunlarında onlar gibi herkesi iyi dinlemediği için gözaltılar da işkence yöntemine başvurduğunu aktaran Keskin, “Şiddetin artmasında şiddetin meşrulaştırılması da yer alıyor” dedi.  Türkiye’de Darbe girişimi sırasında asker ve polislere yapılan işkence fotoğraflarıyla işkencenin meşrulaştırıldığına dikkat çeken Keskin, toplumun işkencelere alıştırıldığını söyledi. 

Kadın hareketlerinin tekelleştirilmeye başlandığını da savunan Keskin, “Kadem var ve bu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığı kabul etmiş bir kadın örgütü. Her taraftan kadınlar bir bombardıman altında. Daha fazla örgütlenerek, bir araya gelmeliyiz” ifadelerinde bulundu. 

Ardından ise söz alan Psikolog Sebahat Soyer de, “Bir sosyal grup olarak kadınların hak ve haklılık algısı” konusunda sunum yaptı. Soyer, Kadınların bir sosyal kimlik olduğunu ve toplum tarafından farklı algılılarla yönetildiğini belirtti. Kadınların maruz kaldığı “korumacı cinsiyetçilik” ve “düşmanca cinsiyetçilikle” bombardımana maruz kaldığını, bunun da kadınların eşitlik, cinsiyet mücadelesinde önüne ket vurduğunu dile getirdi. 

Öğlen arası verilen çalıştayın ikinci oturumda Barış Bildirgesi imzacılarından akademisyen Yrd. Doç.Dr. Esra Ergüzeloğlu “Hak arayışında kadınlık durumunun yarattığı bariyerler” ve İHD Akdeniz Bölge Temsilcisi Avukat Yasemin Dora Şeker’in “OHAL hukuksuzluğunda cezaevlerindeki kadınlar” konulu sunumlarıyla devam edecek.

KAYNAK: mezopotamyaajansı.com