Şüpheli değil, sanıksınız. Sanıktan da öte hükümlüsünüz. Sur’da, Cizre’de Silvan’da, Dargeçit’de Nusaybin’de insanlığa karşı suç işlediniz.

Uluslararası suç olan ‘insanlığa karşı suç’ dan daha şimdiden mahkum oldunuz. 1968 Birleşmiş Milletler ve 1974 Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Sözleşmesi gereği işlediğiniz suça zaman aşımı desteği asla olmayacak.

Sivilleri öldürüyorsunuz; çocukları, yaşlıları, kadınları öldürüyorsunuz. Hastaların, yaralıların hastaneye götürülmesini engelliyorsunuz.

Günlerce süren yasa dışı, hukuk dışı sokağa çıkma yasaklarıyla insanları açlığa, susuzluğa mahkum ediyorsunuz.

Tipik bir suç olan ırki, siyasi, etnik nedenlerle insanları göçe mahkum ettiniz. İki yüz bin insan son 3 ay içinde tasını tarağını toplayarak topraklarından uzaklaşmak zorunda kaldı.

Ey bu ülkeyi yönetenler; siz zulümde Tansu Çiller’leri, Ağar’ları, Doğan Güreş’leri geride bıraktınız.

Çok değil 2 yıl önce kendi halkına ateş açtığı iddiasıyla Esad’a “Kendi halkına ateş açan siyasi olarak bitmiştir.” demiştiniz, siz şimdi fazlasıyla kendi deyiminizle siyaseten, siyasi tarihte yok oldunuz.

İnsanlığın vicdanında mahkûm oldunuz. Mutlaka ve mutlaka insanlığın vicdanındaki bu mahkûmiyet günün birinde Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde de tescil edilecektir.

Ey Karadenizliler, Egeliler, Akdenizliler, Trakyalılar, İç Anadolulular; 10 yaşındaki Cemile Çağırcan’ın Cizre’de, 6 Eylül günü akşam saatlerinde keskin nişancılar tarafından, evinin avlusunda öldürüldüğünden ve cenazenin evden çıkarılmasına izin verilmediği için iki gün boyunca dondurucuda saklanıldığından haberiniz var mı?

35 günlük Muhammed Tahir Yapamuş’un ambulans engellendiği için öldüğünden haberiniz var mı?

19 yaşındaki Sait Çağdavul’un, 6 Eylül günü Cizre’de zırhlı aracın taraması sonucu boynundan ve kolundan yaralandığını, ambulans engellendiğinden dolayı kan kaybından öldüğünü, daha da beteri otopsi sonrası teşhis için babası gittiğinde gözlerinin de oyulmuş olduğunu gördüğünü, savcıya dönerek “Benim oğlum kolundan ve boynundan yaralanmıştı gözleri niçin oyulmuş?” diye sorduğunu, savcının da gayet rahat bir eda ile “Otopside olmuştur.” dediğini biliyor musunuz?

10 yaşındaki Selma Ağar’ın, 10.9.2015 günü Cudi mahallesinde evinin önündeki sokakta oynarken saat 17:00 civarında Özel Tim tarafından başından vurularak öldürüldüğünden haberiniz var mı?

75 yaşındaki Mehmet Erdoğan’ın, Cizre’de 11.9.2015 günü “Nasıl olsa yaşlılara dokunmazlar” diyerek, hayvanlarına çöplüklerden yiyecek toplamak için evinden çıktığında Özel Timler tarafından taranarak öldürüldüğünden haberiniz var mı?

Siz şu anda bölgedeki halkın  neler yaşadığının, Noel hazırlıkları yaparken farkında mısınız?

Siz hala devlet beslemeli TV, radyo, gazetelerin palavralarına inanmaya devam edecek misiniz?

Gezi Direnişi’ni 1905’e, 1871’e benzetenler, sesiniz niçin gürce çıkmıyor?

Kürt sorunu, Ermeni Soykırımı, azınlık hakları söz konusu olunca ey Türk demokrat ve aydınları, sesiniz niçin kısılıyor?

Barolar Birliği, İstanbul, İzmir, Ankara Baro yönetimleri; yasa dışı, hukuk dışı, keyfi olarak ilan edilen, günlerce süren sokağa çıkma yasaklarına karşı neden bu uygulama ve yasak ilanı hukuk dışıdır diyemiyorsunuz?

Şimdi hukuken bu konuyu açalım; 1949 yılından kalma İller İdaresi Kanunu 11/c maddesinde açık seçik sokağa çıkma yasağı ilan etme yetkisi kesinlikle söz konusu değildir. Maddeye bu yönde verilebilecek anlam doğru değildir.

İdari faaliyetlerin çeşitlenmesine ve sosyal ihtiyaçların mevcut durumuna göre, idareye yapabileceği işlemleri seçme konusunda bir takdir yetkisini hukuk düzeni tanımıştır. Yargısal denetime konu bu yetki, mevzuatla belirlenmiş konulardaki işlemleri halin icaplarına göre yapıp yapmama veya en uygununu belirleme ile sınırlıdır.

Bir başka ifadeyle idare belirli bir işlemi yapma konusunda ‘takdir yetkisine’ sahip olmakla birlikte o işlemin ne olduğunu ‘tayin etme yetkisine’ sahip değildir. Bu, Anayasa madde 123/1’de düzenlenmiş olan Kanuni İdare ilkesinin temel sonucudur. Maddelerde yer alan ‘gereken’ ifadesi kanunların öngörmüş olduğu sonuçlardan birini seçme konusundadır.

Mülki amirlere İl İdaresi Kanunu veya diğer bir mevzuatla verilmemiş bir yetki kullanılamaz ve işlem yapılamaz. Bu madde, idareye her türlü yapabilme konusunda genel yetki veren bir madde olarak değerlendirilemez. Mevzuatın öngördüğü tedbir ve kararlardan ‘gerekli’ olanın, kamu görevlilerinden sadece mülki amirlerce takdir edileceğini düzenleyen kişi yönünden bir yetki maddesidir.

Bu mana halin icaplarına göre mülki amirler, kolluk kanunları da denilen, İl İdaresi Kanunu, Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu gibi bir dizi kanunda öngörülmüş işlemlerden gerekli olanları takdir edeceklerdir.

Aksinin kabulü, sayılan kanunlarda öngörülen işlemlerin idare açısından ihtasi olmadığı, bu hükümler olmasa dahi mülki amirlerin 11/c ve 32/ç maddelerine dayanarak aynı yönde işlemler yapabilecekleri anlamına gelir ki bu, Anayasa madde 13’de yer alan, ancak kanunla yapılma şartına ve diğer sınırlamanın sınırlarına riayetsizlik demektir.

Yani şu anda Şırnak valisi, Mardin valisi, Amed valisi ve ilçe kaymakamları Anayasal maddeleri ve kanunları çiğneyerek Anayasa’nın 2. maddesini, Anayasanın 13. maddesini, Anayasanın 123/1. maddesini ihlal ederek suç işlemektedirler. Onlara buradan sesleniyoruz, günün birinde Anayasayı ihlalden ve insanlığa karşı suç işlemekten mutlaka yargılanacaksınız.

Mevcut mevzuata göre sokağa çıkma yasağı ancak eğer sıkı yönetim ilan edilmişse sıkı yönetim komutanları tarafından verilebilir, veya eğer Bakanlar Kurulu kararıyla resmen ilan edilmiş bir olağan üstü hal kararı var ise Bakanlar Kurulunca ya da Bakanlar Kurulunca görevlendirilmiş olağan üstü hal valiliğince verilebilir.

Bunun dışında olağan bir rejimde ki şu an da güya olağan rejimde yönetiliyoruz valilerin ve kaymakamların sokağa çıkma yasağı ilan etme yetkileri asla ve asla yoktur. Kesinlikle suç işlemektedirler.

Sivillere yönelik saldırılar yerleşim alanlarının, evlerin, tarihi ve kültürel zenginliklerin, ekolojik değerlerin, hayvanların hedef alınması kesinlikle Anayasa’nın 15. maddesinin ve Türkiye’yi bağlayan BM İkiz Sözleşmelerinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ve ek protokollerdeki hükümlerinin, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ndeki temel hakların ihlali anlamına gelmektedir. Güya İller İdaresi Kanunu 11/c’ye göre güvenlik tedbirlerinin alınması ‘kişi dokunulmazlığı ve kamu esenliğinin sağlanması’ amaçlıdır.

 Ne var ki uygulamada kesinlikle Kürt halkına yönelik bir imha operasyonuna, adeta binlerce asker ve kolluk güçleriyle yürütülen bir şehir savaşına dönüşmüştür. Hükümet ve hükümetin emir kulu komutanlar valiler ve kaymakamlar ve bu duruma seyirci kalan yargı organları Anayasa’nın 15. maddesini açık seçik ihlal etmektedirler.

Anayasanın 15. maddesi açıktır: “ Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması” hükmünü düzenleyen bu maddede açıkça ‘savaş, seferberlik, sıkı yönetim veya olağan üstü hallerde milletlerarası hukuktan doğan hükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde …… tedbirler alınabilir.’ denmektedir. Madde devam ediyor; ‘Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da ……., kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz …… suçluluğu mahkeme kararıyla saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz denmektedir.

Özet olarak şu anda iktidarın en tepesinden en altındakine kadar tüm görevli ve yetkililer, tüm sivil ve asker kolluk bürokrasisi Anayasa’nın 2. maddesini, Anayasa’nın 15. maddesini, Anayasa’nın 123/1. maddesini, Anayasa’nın 13. maddesini, Anayasa’nın 19. maddesini ve Türkiye’yi bağlayan ulusal üstü insan hakları hukukuna ait tüm belgeleri ihlal etmektedirler.

Bu vahşete sessiz kalmak da utanç verici, insanlıktan çıkma halidir. Bugün Kürt halkının, bölgede yaşayanların kardeşliğe değil, dostluğa arkadaşlığa, insanca davranmanın kalıcı evrensel ruhuna ihtiyacı vardır.

Bu uygulamalar ve sessizlik devam ettiği takdirde Karadeniz’de yaşayanın, Trakya’da yaşayanın, Akdeniz’de yaşayanın, Ege’de yaşayanın, İç Anadolu’da yaşayanın, Kürt illerinde yaşayan insanların yüzüne bakacak yüzü olmayacaktır.