Yazar Elif Şafak, Guardian’a demokratikleşme paketini değerlendirdi.

Yazısında, Paket'in hem pozitif hem negatif yanları olduğunu söyleyen Şafak, Demokratikleşme paketiyle ilgili sorunun, 'yetersiz olması' olduğunu belirterek, "Artık yetmez. Toplum değişti. Türkiye’nin insanları politikacılarından daha hızlı değişiyor ve aradaki uçurum giderek belirginleşiyor. Bu reformlar toplumun bütününü kucaklamıyor çünkü bazı vatandaşlara iltimas edildiği ve diğerlerinin unutulduğu izlenimini doğuruyor. Başbakanın konuşmasında bahsi bile geçmeyen Alevilerin hepsi hayal kırıklığı yaşadı – ve haklılar da," diye yazdı:

İşte Elif Şafak'ın o yazısı:  

 “Acayip ve bunaltıcı bir yazdı, sokaklarda insanların öldürüldüğü bir yaz ve İstanbul’da ne işim vardı bilmiyorum…” Taksim Meydanı protestolarında, bana sıklıkla Sylvia Plath’in Sırça Fanus’unun giriş cümlesini düşündüren bir yan vardı. Havada gaz bombalarıyla ağırlaşmış, aynı kasvet vardı.

Geçen yaz ülke için ne kadar zor idiyse, sonbahar da o kadar yeni umutlar getirdi. Uzun zamandır beklenen “demokratikleşme paketi” bu hafta büyük bir basın konferansı ile açıklandı. İngilizce ve Arapçaya simültane çevrildi. Detaylar çok şey anlatıyor. Adının “demokratikleşme paketi” olması tüm dini, etnik ve politik gruplar için bir şeyler barındıracağı izlenimi yarattı. Böylece tüm 76 milyon, sabırsız çocuklar gibi, bizim için de bir şeyler çıkar umuduyla hediyelerin etrafında toplandık. Yazarlar ve gazeteciler ifade özgürlüğü istedi. Kelimelerimiz yüzünden dava edilmekten ve mahkemeye çıkarılmaktan yorgun, bu paketin özgür ve çok sesli basının demokrasideki önemini fark edeceğini umut ettik. Alevi azınlık eşit haklar ve cemevlerinin ibadethane olarak tanınmasını istedi. Öğrencilerle akademisyenler üniversitelerin bilimin ve özgür düşüncenin geliştiği yerler olmasını ve barışçıl gösteri hakkını istediler. Peki ya Kürtler? Çok fazla yatırım yaptıkları barış sürecinde ciddi adımlar atılmasını istediler. PKK’nın hapisteki lideri Abdullah Öcalan’ın hapishane hücresinden basın konferansını izliyor olması da dikkate değer bir nokta.

Ama hediyeler açıldığında, Türkiye’nin pek çok çocuğu hayal kırıklığına uğradı. Hükümetin paketini destekleyenler, eleştirileri nankörlükle suçlamaya başladı ve bir yaygara koparıldı hemen. Şükretmenin önemi ilk çocukluk dönemlerinden itibaren Türklerin akıllarına işlenir ve Türk politikalarının nasıl işlediğini anlamak için bunun oynadığı rolü de anlamak gerekir. Size verilen bir şeyi eleştirmek nankörlüğün bir kanıtı olarak görülür ve nankörlük kültürel olarak hor görülür. Bazı Türkler bu görüşün, devleti hâlâ bir baba kendimizi de onun çocukları gibi görüyor olduğumuz üzücü gerçeğinin bir kanıtı olduğunu düşünüyorlar.

Paketin hem pozitif hem negatif yanları vardı. Paket Mardin’deki bin 700 yıllık Mor Gabriel Manastırı’nı Hıristiyan Süryani toplumuna iade etti. Manastır zaten onlara ait olduğundan ve daha en başta devletin el koymaya hakkı olmadığından, çok gecikmiş bir karardı. Bununla birlikte, pakette Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun bahsi geçmiyordu. Neden Süryanilere manastırları iade edildi de Rum Ortodokslar dışarıda bırakıldı? Kimse anlamıyor. Radikal Gazetesi’nden Ermeni bir köşe yazarı olan Yetvart Danzikyan, “Ruhban Okulu’nun açılmaması sadece Rum değil bütün azınlık cemaatinde hayal kırıklığı yarattı” dedi.

Türk alfabesinde olmayan üç Kürtçe harfe – w, q ve x – uygulanan anlamsız yasak kaldırıldı. Çocuğunuza bu harfleri içeren bir isim verdiğinizde artık başınız derde girmeyecek. Türkçeleştirilmiş yer isimleri artık eski yazılışlarına dönecek. Kürtçe, öğrencilerin seçmesi şartıyla, özel okullarda öğretilebilecek. Ama böyle adımlar, ilerici olmalarına rağmen, çok uzun zamandır kendilerini baskı altında hisseden milyonlarca Kürdü tatmin etmekten çok uzak. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde BDP de memnuniyetsizliğini dile getirdi.

Önemli bir adım da kamu hizmetinde çalışanlara uygulanan başörtüsü yasağının kaldırılmasıydı. Benzer şekilde, mecliste tartışıldıktan sonra seçim barajının düşürüleceği yönünde işaretler var. Nefret söylemine ilişkin yeni düzenlemeler yapılacak. Ancak, bu da koşullara bağlı. Etnik bir azınlığa karşı düşmanlık bir suç ama ya cinsel bir azınlığa karşı düşmanlık?

Her sabah tekrar ettiğimiz Andımız’ın yürürlükten kaldırılmış olması kişisel olarak beni rahatlattı. “Türküm, doğruyum, çalışkanım… Varlığım Türk varlığına armağan olsun” diye beynimize işliyor, farklı bireyler değil de farklılıklar içermeyen bir kitlenin parçası olduğumuzu söylüyor ve varlığımızı devlete ve ulusa devrediyordu. Bu zihniyet değişiyor. Bizler bireyiz. Bu kültürel değişimi Taksim Meydanı’nın genç protestocularına borçluyuz.

Demokratikleşme paketiyle ilgili sorun, yetersiz olması. Artık yetmez. Toplum değişti. Türkiye’nin insanları politikacılarından daha hızlı değişiyor ve aradaki uçurum giderek belirginleşiyor. Bu reformlar toplumun bütününü kucaklamıyor çünkü bazı vatandaşlara iltimas edildiği ve diğerlerinin unutulduğu izlenimini doğuruyor. Başbakanın konuşmasında bahsi bile geçmeyen Alevilerin hepsi hayal kırıklığı yaşadı – ve haklılar da.

2013 yazından sonra, Türkiye hiç olmadığı kadar kutuplaşmış durumda. Bugünlerde ya yandaşsınız ya da karşıt. Ülkedeki hem pozitif hem negatif şeyleri tartışmamız gerektiğine inanan insanlar bir kenara itiliyor. Bu bizim en büyük kaybımız. Karşıt taraflardan insanların birbirleriyle bağlantı kurmasını sağlayacak entelektüel köprülerimiz yok artık. Onun yerine öfkeli ve dargın iki kamp var. Hem hükümet hem muhalefet “Bizden misin yoksa onlardan mı?” diye soruyor. Bu yapay ikiliği reddedenler Türkiye’nin yeni azınlığı olmaya başladı ve kimseden herhangi bir hediye almamaları hiç de sürpriz değil.