"Haklı olmak asaleti getirir beraberinde. Deniz’in 'asil ve güçlü' duruşu da zaten bundandır" diyen Dilek Mayatürk Yücel, Türkiye'de 100 gün önce özgürlüğünü kaybeden eşi Deniz Yücel için yazdı.

Dilek Mayatürk Yücel'in Evrensel'de yer alan mektubu şöyle:

Bugün Deniz’in özgürlüğünden mahrum edilişinin 100’üncü günü.

Belirsizlik günlerine bir çizgi daha... Bugün, Deniz’in 14 Şubat günü kendi iradesiyle ifade vermeye gittiği emniyette geçirdiği “13 günlük gözaltı süresiyle” birlikte tutukluluğunun 100’üncü günü. 100 gündür eksiğim.

“İçeride ve dışarıda olmanın” en temel ortak özelliği , sanırım gün saymak. Ancak ironik olanı, belli bir günden geriye sayamıyorsunuz.

Kafanızdaki “otomatik gün sayacı”, “Kaç gün kaldı?” diye değil, “Sebepsiz, haksız, iddianamesiz; sevdiklerimiz özgürlüklerinden mahrum bırakılalı kaç gün oldu?” diye çalışıyor,  uyandığınız her gün, her sabah.

Aylar sonra iddianamesi -nihayet- yazılan gazeteci ve yakınları, hiç olmazsa mahkeme tarihini bildikleri için kendilerini şanslı hissediyor. İkinci kez tutuklanan gazeteci Ahmet Şık’ın eşi enerji kapsülü.

Yonca’ya bazen “biz az tecrübeliler”, " Sen tecrübelisin Yonca, bilirsin...” diye sorular yöneltmemiz gibi, absürdlüklerle dolu yani halimiz.

İçeride ve dışarıda olmak; yani bir yandan kendi absürdlüğünün kitabını yazmak demek.

Ancak benim içimde başka bir “gün sayacı” daha var. O da Deniz’in tecritte tutulduğu günleri sayıyor. 87 gün oldu, 87 gündür Deniz hala tecrit koşullarında tutuluyor.

Tecrit , başlı başına bir insan hakkı ihlalidir. Tesiri zamanla kendini gösterebilecek, fiziksel ve/veya psikolojik marazlar doğurabilecek bir süreçtir.

Bu dayatılmış yalnızlaştırma da bir nevi psikolojik işkencedir.

“İçeride ve dışarıda olmak”,  ısrarla hukukun paslanmış temel çarklarının dönmesini beklemek, iddianame yazılmasını beklemek demek.

Yeniden; lütuf değil iddianame bekliyorum.

“İçeride ve dışarıda olmak”,  aynı gökyüzünü farklı şekilde görmek demek.

En azından aynı göğün altında olduğunuzu bilmek, başınızı kaldırdığınızda gördüğünüz gökyüzünü sevdiklerinizin -her nerede olursa olsun- gördüğünü bilmek içinizi hafifletir, belki biraz.  Ancak Deniz ve diğer tutuklu gazetecilerle gökyüzünü aynı göremiyoruz hiçbirimiz. Deniz, gökyüzünü tel örgülerin arasından görüyor.

Siz dışarıda sahip olduklarınızı unutuyor, onların içeride nelerden mahrum olduklarını düşünüyorsunuz mütemadiyen. Özgürlüklerini gasp edilmiş, sebepsizce içeride tutulmalarının yanı sıra, içeride ellerinden alınan basit, en basit haklarını düşünüyorsunuz.

“İçeride ve dışarıda olmak”;  yani haftada bir gün, bir saatle sınırlı, cam ardından telefonla yapılan görüşü beklemek demek. OHAL dolayısıyla iki ayda bir yapılan açık görüşü beklemek demek.
Daha önce "ziyaretçi olarak” tecrübe etmediğim, ancak son zamanlarda en iyi bildiğim şeyden bahsedeceğim: Silivri’ye gitmek.

Yani Deniz’in, Türkiye’deki Basın Kanunu'na göre zaman aşımına uğramış, gazetecilik faaliyeti dışında hiçbir yöne çekilemeyecek kadar salt, somut haber ve röportajlarının sebep gösterilerek -ki bazılarında yanlış tercümeler mevcuttur-  halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve terör örgütü propogandası yapmak suçlarından; gözaltı süresiyle birlikte 100 gündür iddianamesiz özgürlüğünden mahrum bırakıldığı 87 gündür tecritte, -tekrarlıyorum- tecritte, hala sebep gösterilmeksizin tutulduğu yere gitmek.

Silivri, yolu güllerle döşeli bir yol değil. Size binbir duyguyu aynı anda yaşatıyor o yol. Heyecandan, özlemden, o yolun kendine has stresinden, birazdan göreceğiniz insana ulaşmak için geçtiğiniz turnikeler, göz taramaları ve tüm kontrollerle alabora oluyor ruhunuz.

Her Pazartesi Deniz’in koğuşuna doğru aşama aşama yol alırken, yoldaki tel örgüler tek tek kalbime batıyor. Ve onu göreceğim bir sonraki haftaya kadar, o telleri ellerimle kalbimden sökmeye çalışıyorum. Pazartesi günleri kalbim,  geriye kalan günler de ellerim kanıyor. Bunu her hafta yaptığınızı hayal edin.  Dışarıda olmak, haftaları böyle devirmek demek.

Kapalı görüş; yani bir saat, ses geçirmeyen bir camın ardından, telefonla, o sınırlı zamanın sonuna doğru bitişi belli eden sinyalin “veda vakti geldi” dediği bir süre bu.
“İçeride ve dışarıda olmak”, görüş bitimi el sallayıp arkanızı döndüğünüzde yüzünüze iliştirdiğiniz gülümsemenin, bir anda soluşu demek.

Tutsaklığın mekanla sınırlı olduğunu sanmayın. Dışarıda bekleyenlerin de rüyalarına kadar tel örgü çeken bir süreç bu. Dışarısı böyleyken, bir de içeriyi hayal etmeyi deneyin. Avukat, milletvekili ya da haftada bir gün, bir saat ile sınırlı aile görüşüne kadar hücre kapınızın açılmadığını ve tek başınalığı;  tecriti hayal edin. İçeride olmak, bu demek.

Deniz 100 gündür tutuklu. Özgürlüğünden, severek yaptığı işinden ve sevdiklerinden uzak.

Ben 100 gündür dışarıdayım. Suyun dışında kalmış balığa ne kadar güzelse hayat, o kadar güzel işte 100 gündür dışarıda olmak. Ancak dışarıda olmak aynı zamanda, içerideki diğer tutuklu gazetecilerin eşleri ve yakınlarıyla kocaman bir dayanışmayı büyütmek demek.

İçeride veya dışarıda olmak -fark etmez-, haklı olmaktan kaynaklı güçlenmek , daha da dik durmak demek.

Ve Deniz'in bana bile güç veren sağlam duruşuna hayranım, işini doğru yapan bir gazeteci olmasıyla dün ve bugün gurur duyduğum, yarın da duyacağım gibi.

Öfkenin dilini asla kullanmayacağım, çünkü haklı olmak asaleti getirir beraberinde. Deniz’in  hala iddianamesiz , hala sebepsiz tecritte tutukluluğunun sürmesine rağmen; “asil ve güçlü” duruşu da zaten bundandır.