Şakran Cezaevi'nde bulunan yazar Sevan Nişanyan, geçen haftalarla bloğuna gönderdiği bir yazıda kendisi anlatıyor: Cezaevi yan gelip yatma yeri değil!

Bilgisayar kullanmasına izin verilen Nişanyan, cezaevinde geçen zamanını yazdı.

Nişanyan'ın yazısı şöyle:

22 Temmuz’da bilgisayar kullanmama izin verdiler. O günden beri hattada önceleri dört, sonra beş gün, günde 6-7 saat sözlüğüme çalışıyorum. Şakran dayken kâğıt üzerinde de epeyce çalışmıştım. O notları sisteme geçirmek iki aydan fazla vaktimi aldı.

Esas yaptığım iş, her kelimenin Türkçe metinlerde tespit edebildiğim en eski örneğini alıntı olarak sözlüğe eklemek. Tabii bir tane alıntı bulmakla iş bitmiyor. Aşağı yukarı her kelimenin zaman içinde ortaya çıkmış birden fazla anlamı ve türlü nüansı var, onları da belgelemek lazım. Kelimenin telaffuzunda ve yazımında değişiklik olmuşsa onu da bazen göstermek gerekiyor. Türkçede bugüne kadar böyle bir çalışma yapılmamış. Yakınına bile gelinmemiş. Bu işin ağababası Oxford English Dictionary’dir, Victoria çağında bir tane deli adamın, Charles Ed. Murray’in eseri. Fransızca, Almanca ve İtalyanca’da da harikulade çalışmalar var. Başka dillerde varsa ben bilmiyorum.

Elimde 1545, 1680, 1835, 1876, 1900, 1924 tarihli Osmanlıca sözlükler ve TDK sözlüğünün 1945 ve 1955 basımları var. 4000 sayfalık Evliya Çelebi’yi, Fuzuli Divanını, Miratül ^ Memalik’i, Codex Cumanicus’u, geçenlerde baskısı çıkan III Murad’a ait Kitabül Menam ı taramayı bitirdim; şimdi Tacüt Tevaritvi çalışıyorum. Manyasizade’nin Gülistan tercümesi sırada. Aşıkpaşazade ve Kâtip Çelebimin güvenilir yeni yazı edisyonları var mı, bilmiyorum. Bilginiz varsa haber verin lütfen, işime yarar. Eski yazı olmuyor. Eski yazıyla bir kitap (Ahmed Şerif, Anadolu’da Tanin, 1909) taradım, çok fazla vaktimi aldı. Bir bakışta bütün sayfayı göremiyorum, mıy mıy mıy her cümleyi heceleyerek okumam lazım, olmuyor.



2,977 tane yeni alıntı eklemişim. Toplam alıntı sayısı böylece 9,357’yi bulmuş. Daha bir 10,000 tane kadar gerekir diye düşünüyorum; ideal toplamın 20,000 civarında olması lazım. Alıntı koymaya 201 l’de başlamıştım. 2012’de Arşen, sonraki yaz Lora ve Bahar Cumhuriyet ve Milliyet arşivlerini taramada epey yardımcı oldular.

Yeni eklediğim maddebaşı kelimeler 226 tane. Bunların bir kısmı daha önce başka madde altındayken bağımsızlığa kavuşan derivatifler (atıştırmak, yolsuzluk, mülkiyet, ekşimik, yekpare, yekdiğer, saçma, götürü, senatör, garantör, kaldıraç, sevişmek, davetiye, lebiderya, halen, dezavantaj, dipçik, denizanası, yeniçeri vs.). Nişanyan Sözlük sade etimolojik sözlükten tarihî VE etimolojik sözlük olmaya doğru evrildikçe bu kelimeler de önem kazanıyor. Bugünkü anlamda davetiye ilk kez 1900’de kaydedilmiş. Sevişmek ta 1950’lere dek "karşılıklı birbirini sevmek" demek. Lebiderya "denizin kıyısı" demek iken "deniz manzaralı" anlamına 1970'lerde evrildi. Denizanası Evliya Çelebi zamanında deniz amı diye geçiyor. Etimolojik anlamda, yani köken itibariyle ilginç kelimeler değiller. Ama tarihî açıdan fantastik, değil mi?

Komple yeni olanlar 147 tane: Adana (kebap adı), agronomi, akar2 (minik sinek), amniyosentez, badya, behram, beybi, bıcır, bık bık, bonibon, break (boks terimi, bilgisayar terimi, dans türü), bulak, business, celali, celebrity, cibayet, couture, cover, çekçek, çırmık, dağlıç, dıdısının dıdısı, dilrüba, dulda, dum duma, eciş bücüş, efil efil, eğrek, emülgatör, faseta, festekiz, fevç, fılatiir, fısür, freak, freelance, frustre, gözgü, gurk (kuluçkaya hazırlanan tavuk), hab (uyku), happy hour, harddisk, hassa2 (sad ile özellik, sın ile duyu), havai, helme, helot, hemipleji, hık, hilti. hodbin, hohlamak, illuminati, implant, in cin, inkisar, istima, izbarço, junior, kabalal (toptan anlamı ayrı, Yahudi batıniliği ayrı), kalcı, kannabis, kantara, kelli (gayri anlamında), kemane, keşşaf. kickbox, klark çekmek, kobi, kupez, kuşane, lamekân, lorta, loser, lounge, lutr, mansur, maskara2 (makyaj malzemesi), metretul, mirket, mozzarella, muhaberat (modern Arapçadan), muharrer, murabba2 (dörtgen ayrı, reçel ayrı), musannif, müşabih, müterakim, nasır, nim, ninja, niyabet, numeratör, nusret, oğul2 (arı şeysı), om, orsa, otriş (devekuşu tüyü), panadura (domatesmiş), panç, pelet, pıtırcık, post-it, prekarize, premium, queer, quiz, reha, rikâp, rödövans, rubu tahtası, sandre, sazende, shingle, sırtı (bir tür olta), sin2 (bir yaş, iki mezar), single, sitcom, siyak, slovv, sorbe, stensil, stick, sureta, suzinak, süblitninal, süfla, sürümek, şah2 (şah damarı ve şaha kalkmak, hükümdar olan şahla alakası yok), şambre2 (bir tür kumaş ayrı, ılınmış şarap ayrı), şelişepik, şıpıdık, tegafül, tillah, tiye almak, torna (toplumsal olaylara müdahale aracı), topic, tutarık, iiber. vinyl, viral, wireless, x-ray, yelve, yuka, zero, zırtarmak.
Her gün gazeteyi elimde kalemle okuyorum, “nahann! bu yok bende” diye arasıra zıplıyorum. Taraftan bir tane bile çıkmıyor. Buna karşılık Hürriyet çok cesur. Özellikle magazin sayfaları ve sektör ekleri birer hazine.

Nasır (elde ayakta olan cinsi) yokmuş sözlükte, iyi mi? 18 sene boyunca gözden kaçmış. İzbarço yahut helot veya kickbox niye yok sözlüğünde diye kimse laf etmez herhalde, ama nasır olmaması ayıp.

***
On iki küsur bin düzeltme dedim. Ciddi ve yüz kızartıcı cinsten etimoloji hatası beş-altı tane çıktı. Mesela sürre (Osmanlı zamanında hac kervanıyla Mekke’ye gönderilen hediyeler) sözcüğünde uçmuşum. Halikamas Balıkçısı ekolüne uyup kaldırım kelimesine Rumca etimoloji aramıştım; o da besbelli yanlış. Feci sayılabilecek editör hataları da var tek tük. Mesela “cetvel” anlamına gelen mastar ile “fiil kökü" anlamına gelen mastar yer değiştirmiş.

Yaklaşık 50 kelimede beni heyecanlandıran yeni etimolojik derinlikler buldum. Her biri birer ikişer Kelimebaz yazısı değer. Sade son bir haftadakilere (13-17 Ekim) değineyim:


Arife, Arapçası 'arefe.Geleneksel Arap filolojisi burada iyice sapıtmış. Sözde Arafat dağından gelirmiş, Kurban Bayramını müjdeleyen boru o dağda çalınırmış, falan filan bir sürü palavra. Oysa hepimizin bildiği İbranice (ve Aramice) 'erev “şabat arifesi” demek, yani “Yahudilerce kutsal sayılan Cumartesi gününden önceki akşam ve o akşam yapılan tören”. Sözcüğün esas anlamı “gün batımı, akşam”. Beth harfiyle 'ereb 3~iî7 yazılıyor, 'erev okunuyor; “batmak” fiilinden geliyor. Bittabii, bir Sami dilinde, muhtemelen Fenikecede “Batı” anlamına gelen 'erebâ= Europa sözcüğüyle kökteş.

Put anlamına gelen sanem yine Arapçaya Aramiceden alınma bir sözcük. Aramice sad, yani kalın s harfiyle Selem Yahudilere göre “put, Musa’nın lanetleyip kırdığı kutsal inek tasviri”, Hıristiyanlara göre “aziz tasviri, ikona”. Aynı kökten gelen diğer kelimeler: kara, koyu renk, koyu renkli boya ile boyama, karalama, gece karanlığı vs. Kalın s ile Salmoth, hem İbranice hem Aramice “karanlık”. Belli ki kara > kara boya > boyalı resim gibi bir anlam evrimi olmuş. Salmothdedik, biz bu kelimeyi tanıyoruz. Aynı kökün öz-Arapça biçiminden, kalın za ile Zulmet = “karanlık”. Genel kural, karşılaştırmalı Sami fonolojisine dair her makalenin ilk üç beş sayfasında karşına çıkar: öz-Arapça üç ayrı ses, kalın sad, kalın za ve kalın zad/dad, Aramice ve İbranicede tek sad sesini karşılar. Budur.
Bunlar göz kamaştırıcı olanlar. Daha sıradan yüze yakın ufak inci sayabilirim, hepsi son bir haftanın rekoltesi. Mesela nakış Arapça “çizim”, ama en dipteki anlamı “çalma, vurma, bıçak vurma”. Münakaşa aynı kökten, “çatışma, vuruşma”; “karşılıklı birbirinin karizmasını çizme” diye de yorumlayabilirsin, o da çizim sonuçta.

Atmosfer’deki sfer “küre” demek, ama orijinal anlamı “şişkin şey, top, balon”. Yunanca spairö (üflemek, solumak) fiilinden. Elbette Latince spiro(solumak) ve spiritus(soluk, nefes, ruh) ile eşkökenli.
Siyonizme adını veren Kudüs’teki Siyontepesi esasen “işaret için konulan taş yığını” demekmiş. Arapça ortak kökten Sawân“taş yığını, çakmak taşı madeni”. Kuru taş yığını için savaşıyorlar, evet.
Sinkaf değil ince k ile sinkâf olacak, nasıl farkına varmamışım hayret. İki ayrı şambre var, biri kumaş çeşidi (chambray), öbürü oda sıcaklığına ılınmış şarap (chambre).

Fransızca tıp ıstılahında kyste(kist, su dolu torbacık) ve cyste(mesane, yani sidik torbası) ayrı yazılıyor, yoksa ikisi aynı Yunanca kelime. Sistit (cystite) kist iltihabı değil, mesane iltihabı.
Türkçe sömürmek, aslen geniz n’siyle sörjürmek "hapır hapır yemek, yalayıp yutmak" demek. Aynı kelime İç Anadolu ağızlarında sorjurmak olur. 1920’lerde bunu duymuşlar, soğurmak diye Öztürkçe’nin dağarcığına ayrı fiil olarak eklemişler. Frenkçe absorber karşılığı, ki esasen o da ‘'çiğnemeden yutmak" demektir.

Antik Yunanca ksystra “1. ahşap yontma bıçağı, 2. kumaşın havını sıyırma bıçağı." Bizde şimdi “ahşap yontma aleti” anlamında sistre var, Yunancadan alıntı. Acaba Farsça ustüre de oradan alıntı olabilir mi? Orta Farsça gsturave wsturabiçimleri vardı diye hatırlıyorum, ama kaynaklar elimde değil. Kesin bir şey söyleyemem. Fransızca bisturi (keskin cerrah bıçağı) Şark dillerinden alıntıdır, nihai olarak Farsçaya dayanır.

***

Etimoloji ile ilgili olanlar böyle. Demin söylediğim gibi esas yoğunlaştığım bunlar değil, tarihi evrim.
Mesela “nefes kesici” anlamına gelen Arapça şahîk’’ten şahika “dağ zirvesi” ilk kez 1890’larda görülmüş. Şair icadı olmalı.
Şaka esasen “incitme, can acıtma”. Evliya Çelebi’de “kaba ve gürültülü eğlence” anlamında geçiyor. Daha nötr bir anlama 18. yy’da kavuşmuş olmalı.
Sözcük ikinci kuşak Dil Devrimi ürünüdür diye biliriz, 1960’lardan önce görülmez, Nurullah Ataç'ın bildiği kelimelerden değil mesela. Ama bak, 1680 tarihli Meninski’de var. Vocabulum demiş, söz’ün küçültme hali, “kelime” anlamında.
Seyir ve seyeran Arapçada “yol alma, yürüme, promenad” demektir. 1330 tarihli ilk Türkçe örneğimizde aynen öyle. Ama 1680’e geldiğimizde “gösteriye bakma” anlamı ortaya çıkmış bile. Türkçeye has bir derivatif anlam.
Serseri aslen isim, “başıboşluk” demek. Sıfat olarak kullanımı avam dili, 17. yy’a doğru.
Serv 19. yy’a dek standart. Evliyamın bir iki yerde kalemi sürçüp selv yazmış. Selvi ancak 1900’da kayda geçmiş, o da “feci yanlıştır, sakın öyle demeyin” makamında.

Senyör “feodal derebeyi”, Fransızcadan; sinyor Can Bartu’nun lakabı, İtalyancadan; senyor Meksika’da hitap sözü, İspanyolcadan.
Saye “gölge”. Mecazi kullanımını tam tarihlendiremedim. Tacü’t-Tevarih’te (1574) “etkili bir kişinin nüfuz alanı” anlamında birkaç kez geçiyor. Hazreti padişahı sayesini penah edindi demek, onun “gölgesine” ya da “nüfuz alanına” sığındı demek, “onun yüzünden” ya da “ondan ötürü” gibi bir anlamı henüz var mı? Çıkartamadım.

Sarf: üç anlamını ayır, üçünü ayrı ayrı örnekle. 1. sarfı-ı nazar etmek, 2. para sarf etmek, 3. Arapça gramerde morfoloji.
Sanat sözcüğünün halk arasında zanaat diye söylendiğini Meninski belirtmiş, tahminimden 240 sene erken.
Santur Arapça sözlüklerde yok. Osmanlıcada 1790’lardan önce görülmüyor. Arapçadan değil direkt Rumcadan mı alıntı acaba?
Santrifüj iki ayrı anlamda örneklenmeli. 1. merkezkaç (kuvvet), 2. bir tür motor.
'“Dakikanın altmışta biri" anlamında saniye 1870’lerden önce piyasada görünmüyor. Saatlere üçüncü ibre ilk ne zaman takıldı acaba? Kolunda öyle bir gösterge yoksa kavram olarak varolması çok güç. An olabilir, ama saniye sayılabilir bir şey.
Salt (mutlak) ile salmak fiili arasındaki ilişkiyi aç, daha anlaşılır olsun. Mutlak ile ıtlak, keza.
Salata esasen “tuzlanmış sebze, turşu" demekmiş; mantıklı. Eski insanlar yemeğin yanında ot yemez, turşu yer.
Sahne kelimesini Fr. scene karşılığı olarak 1870 civarında kendisinin ortaya attığını
Şemseddin Sami yazmış; o cümleyi alıntı olarak ekle.
Sayfa ve sahife sözlükte iki ayrı madde olmamalı; birleştir.
Safı ve saf Arapça aynı kelime, tenvinle yazılır, bazen öyle bazen böyle okunur. Türçede ayrışmış, ilki zarf İkincisi sıfat olmuş. Ne zaman olmuş, takip et.
Saçak eski Türkçede çatı saçağı. Kumaş saçağı ilk hangi tarihte görülmüş? Doğrusu rüzalet iken rezalet ne zaman çıkmış?
Rugan demek yağ demek, 1876’ya dek öyle. "Yağlı deri" anlamında ruganî sahtiyan’’m rugan'a, oradan rugan ayakkabıya evrilmesi 1900 civarı.
Raptiye ilk kez TDK sözlüğünün 1955 basımında görülüyor. Post-Osmanlıca.

***

Kieffer ve Bianchimin Türkçe-Fransızca sözlüğünün 1835 tarihli ilk basımını geçen sene internette bulup indirmiştim. Üstünkörü hazırlanmış, sıkıcı bir sözlüktür. Meğer esas hazine birinci cildin Addenda’sında gizliymiş, farkına varmamışım. Şunlar orada bulduklarım:abla, bilardo, çakı, çokolata, damacana, hamam böceği, işçi, pırlanta, rezene (raziyane yerine), zevzek (münasebetsiz kimse anlamında)

***

Bir yandan da geç devir Osmanlıcada üretilen bilimsel, teknik ve bürokratik tabiratı top'arlamaya çalışıyorum. Bir kısmını Arapça (ve çok az oranda Farsça) kökten türetmişler, bazen de varolan kelimelere yeni anlam yüklemişler. Enteresan olan şu ve sanırım daha önce sistematik olarak hiç incelenmemiş: 19. yy sonu ile 20. yy başlarında Osmanlı yazı dilindeki yenileşme, 1930-1970‘lerin Dil Devriminden hiç geri kalmıyor. Mantık ve yöntem bakımından ikisi birbirine son derece benziyor. Sadece biri Arapçayı, diğeri Orta Asya Türkçesini baz almış. Her ikisi de esas itibariyle Batı kaynaklı yeni kavramlara karşılık bulmaya çalışmış. İkisi de Batıdan gelen sele direnemeyip bir süre sonra pes etmiş.
Şimdilik 219 kelimeyi YO (Yeni Osmanlıca) diye işaretlemişim. “19. yy ve sonrasında Türkçe metinlerde ortaya çıkan Arapça-Farsça kökenli yeni kelimeler ve daha önce varolup da yeni anlam yüklenenler” yani. Daha işin başındayım. Listeye eklenecekler olabilir, eski örnekleri bulunup eksiltilecekler olabilir. Taslak diye bakın...
Daha binden fazla kelime var. Ama çoğu bugün kullanımdan düşmüş, o yüzden sözlüğe giremiyor. Bunlar az ya da çok hayatiyet gösterenler.
Hayatiyet? O da olmalı kesin, dur bakayım.