Gazeteci Celal Başlangıç, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın devletin tüm yetkilerini bir elde toplama talebi ile Kürtlerin yetkilerin halka devredilme talebi olduğu sürece müzakere masasının kurulması imkansızdır” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’yi başkanlığa yönlendirdiğini savunan Başlangıç, “Kürtlerin önerdiği öz yönetim biçimi, güçlerin parçalanması, halkın eline dağılması anlamına geliyor. Bu iki anlayış çeliştiği sürece zaten sağlıklı bir müzakere masası kurulması da kolay görünmüyor” dedi.

ANF’den Ferhat Aslan’a konuşan Celal Başlangıç’ın söyleşisi şu şekilde:

‘Çökertme planı’ adı altında kentlerin yıkılması kararı ve 1990’lı yıllarda Tansu Çiller Hükümetinin ‘halk ile örgüt arasına kama sokuyoruz’ taktiğini AKP Hükümetinin hayata geçirmeye çalıştığını dile getiren gazeteci Celal Başlangıç, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın devletin tüm yetkilerini bir elde toplama talebi ile Kürtlerin yetkilerin halka devredilme talebi olduğu süre müzakere masasının kurulması imkansızdır” dedi.

Hendekler, barikatlar olmadan önce ortaya çıkan eylem planında kentlerin geri dönülemez şekilde yıkılmasının ortaya atıldığı çökertme planının içerisinde olduğunun görüldüğünü söyleyen Başlangıç şunları ifade etti: “Ama bundan nasıl bir sonuç alacaklarını merak ediyorum açıkçası. Bu yıktıkları kentlerde yaşayan insanları sınır dışı mı edecekler?

“Sonuçta bu halk bu ülkenin içinde kalacak. İşte 1940’larda, 1960’larda Suriye’de, Irak’ta uygulandığı gibi Rojava bölgesi ile kentler arasında Arap kuşağı mı koyacak? Öyle bir niyetleri mi var acaba? Şimdi 2011 yılında Suriye’den gelen nüfusu peyderpey almaya başladı. Bunlar da bir milyon seçmene tekabül ediyor. Onlara buralarda yerleşim alanları mı açacak? Bu çağda çok zor şeylerin peşinde koştuklarını düşünüyorum. Bu çok da uygulanabilir bir plan da görülmüyor ayrıca. Bu plan ters tepecektir.”

1990’lı yıllarda köylerin boşaltılmasının PKK karşısında bir zafer olarak görüldüğünü, ama yıllar geçtikçe yanıltıcı bir durum olduğunun ortaya çıktığını da belirten Başlangıç, “Sadece Cizre’yi ele alsak bile, yani bugün Cizre’nin Yasef Mahallesi’nde, Cudi, Nur Mahallesinde oturanlar aslında 1980’lerin sonunda, 1990’lı yılların başlarında Gabar Dağı’ndan, Cudi Dağı’ndan indirilen insanlardır.

O dönemde örgüte kızgınlık var mıydı? Vardı! ‘Sizden kaynaklı yerimizden yurdumuzdan ediliyoruz’ diye kızıyorlardı. Ama gelip yerleştikleri mahallelerde de yine gelip örgütün arkasında hizalandılar. İnmeyen bir kısım korucu oldu ama onlar da gidip örgütün arkasında hizalandılar.

Bu süreci engellemek bu anlamda mümkün değil. Burada örgütün alternatifi devlet olduğu sürece zaten böyle gelişecektir. Diyarbakır’daki gözlemim ise, bazıları HDP’ye, PKK’ye kızgın, biraz küskün belki de öyle insanlarda var. Ama AKP’den nefret ediyorlar. Bu farkı görmeden 1990’lı yıllardaki gibi Tansu Çiller Hükümeti çok sevinmiş, ellerini ovuşturmuştu.

‘Örgüt ile halk arasına kama sokuyoruz’ diye. Aynı olaya şu anki AKP hükümeti düştü. Şimdi Silvan’da birkaç olay olunca yine aynı şeyi düşündüler. ‘Halk ile örgütün arasına kama sokuyoruz’ diye sevinmeye başladılar. Pazartesi günü Amed Newrozu’nda da bunu böyle olmadığını, tam tersi başka türlü gelişen bir süreç olduğunu gördük. Çünkü devlet ve devlet partileri kendini sevdirme şansına sahip değiller. O yüzden kızsa da, küsse de nefret ettiğinin yanına gitmeyecek, kendi kızgınlığını, küskünlüğünü kendi içinde halledecek bir yapı var burada” dedi.

Şu an en önemli çözümlerden birinin İmralı’dan gelebileceğini de sözlerine ekleyen Başlangıç, İmralı’dan yol haritasının çok belli ve ortada olduğunu da sözlerine ekledi.

“Müzakere masası devrildiğinde aslında bu yol haritası üzerinden yürüyordu. Söz verilen vaatler de, yerine getirilmeyen müzakere masasında devrilen yol haritasıydı sonuç itibariyle. Ve AKP içerisinde barış yanlıları kaybettiler” diyen Başlangıç, bir kısmın tekrar savaş cephesine döndüğünü, bir kısmının da ağırlıklı ölçüde partide gözden düştüğünü de belirtti.

Şu an AKP merkezli barış sürecine dönülmesi, müzakerenin yeniden başlaması gibi bir talebin görülmediğini de vurgulayan Başlangıç, “Ama önümüzdeki süreçte özellikle halkın barış talebi konusundaki ısrarı, Türkiye’nin batısında barışı dillendirmesi, bu yıkımların aslında Türkiye’ye verdiği zararları ortaya çıkınca ve en önemlisi de tabii ki halkın neredeyse bir arada yaşamasını zorlaştıracak düzeyde bir noktaya geldi.

Geri dönüşü olmayan bir noktada değiliz, ama o noktaya da yaklaşıyoruz aslında. Bu kötü bir duygusal kopuşun yarılmasından bahsediliyor. Bundan daha ileriye gitmesini engelleyecek bir akıl, ya halk bunu devreye sokacak ya da devre takibi elden devreye girecek. Bunu da önümüzdeki sürecin göstereceğini düşünüyorum” dedi.

“Aslında yaşadığımız süreç, teorik olarak, gelmekte, gelişmekte olan neredeyse 10 yıllık bir süreç ama biz pratikte bunu arazideki sonuçlarını daha yeni yeni görüyoruz. Kürt halkının talebi çok net bir biçimde belirlenmiştir. Evvelden bölünme, ayrılma, devlet kurma noktasında gelinen yer, şimdi kendi kendimi yöneteceğim, kendi valimi kendim seçeceğim, bir öz yönetim talebi söz konusudur. Bunun arkasında bunun altına düşecek talepler mümkün değil” diye devam eden Başlangıç, yine sonuç itibariyle fiili olarak öz savunma olmazsa, öz yönetim biçiminde buralarda uygulanmaya konulacağını da ekledi.

Devletin bu halkla uzlaşmaya gitmek durumunda olduğunu da sözlerine ekleyen Başlangıç, Cumhurbaşkanı’nın siyasi perspektifi Türkiye’yi başkanlığa yönlendirdiğini belirtti. Tekçi bir yönetime, bugün Türkiye’yi yönetmeyi, yönetme yetkilerini tek bir elde toplanmasına dönük bir anlayışa doğru gittiğini de vurgulayan Başlangıç, “Oysa Kürtlerin önerdiği öz yönetim biçimi, güçlerin parçalanması, halkın eline dağılması anlamına geliyor. Bu iki anlayış çeliştiği sürece zaten sağlıklı bir müzakere masası kurulması da kolay görünmüyor” dedi.