Gazeteci CelalBaşlangıç MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayın” sözlerine ilşkin, "1071'in Alparslan'ından,1401'in Timur'undan 2016'yılının Türkiye'sinde geldiğimiz yere bakar mısınız; Başbakan Davutoğlu kafatası arıyor, iktidar da muhalefet de kelle avında" dedi.

Başlangıç, “Sözün aslı ‘Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamak’tır ama, Bahçeli bunu "baş üstünde baş" diye söyleyerek anlamsız hale getirmiştir.Ya da "gözüne kan sıçradığından" önündeki prompter'dan geçen yazıyı yanlış okumuştur!

Zaten Türk milliyetçilerinin en büyük sorunlarından biri de budur; bir ulusun milliyetçiliğini yaparlar ama milliyetçiliğini yaptıkları ulusun dilini ne doğru dürüst yazabilirler ne de konuşabilirler.

Gel de Selahattin Demirtaş'ın "Türklük etrafında ırkçılık yapanlar çakmadır" sözüne hak verme” ifadesini kullandı.

Celal Başlangıç’ın Haberdar’da yayınlanan “Başbakan kafatası peşinde; iktidarı da, muhalefeti de kelle avında! başlıklı yazısı şöyle:

İpek Yolu'nu izleyerek Mardin'den Viranşehir'e doğru giden Timur, ele geçirdiği kentlerde kellelerden kule yapmasıyla ünlüdür.

1401 yılında en büyük katliamlarından birini yapar Viranşehir'de.

Tarihe geçen o ünlü sözünü de burada söylediği anlatılır.

"Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayacağım."

Gerçekten de dediğini yapmış, 40 bin nüfuslu kentte kesilmedik kelle bırakmamıştır.

Timur yürüyüşünü batıya doğru sürdürürken yanan Viranşehir'in dumanı Urfa'dan görünüyormuş.

Rivayet o dur ki Timur'un yakıp yıktığı, "omuz üzerinde baş bırakmadığı" Viranşehir yöresinde 50 yıl boyunca ne bir ot bitmiş ne de bir insanoğlunun ayak izine rastlanmış.

Geçmiş yüzyıllarda, barbarlık çağlarında yaşananlar neyse de; Timur'dan tam 615 yıl sonra, 2016 Türkiyesinde, yönetim biçimi cumhuriyet olduğu iddia edilen bir "demokratik hukuk devleti"nin parlamentosunda aynı kafanın dolaştığını görmek, aynı sözün söylendiğini duymak gerçekten tüyler ürpertici.

Ama söylendi işte.

TBMM'de, MHP'nin son grup toplantısında kürsüde Genel Başkan Devlet Bahçeli var.

"Sayın Başbakan, size tavsiyem şudur" diye başlıyor çağrısına...

"Nusaybin ve diğer operasyon yapılan il ve ilçelerde yaşayan vatandaşlarımıza çağrıda bulunun. Onlara üç gün mühlet verin ve şehirleri tahliye etmelerini sağlayarak herkesi emniyetli yerlere alın. Arkasından da Nusaybin'de taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayın."

Sözün aslı "Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamak"tır ama, Bahçeli bunu "baş üstünde baş" diye söyleyerek anlamsız hale getirmiştir.

Ya da "gözüne kan sıçradığından" önündeki prompter'dan geçen yazıyı yanlış okumuştur!

Zaten Türk milliyetçilerinin en büyük sorunlarından biri de budur; bir ulusun milliyetçiliğini yaparlar ama milliyetçiliğini yaptıkları ulusun dilini ne doğru dürüst yazabilirler ne de konuşabilirler.

Gel de Selahattin Demirtaş'ın "Türklük etrafında ırkçılık yapanlar çakmadır" sözüne hak verme.

Neyse oraya da geleceğiz...

Orada da durmuyor Bahçeli. Operasyon yapılan illerde taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakılmadıktan sonra da mimari alana sıçrıyor:

"Sur'u yeniden yapmak için kolları sıvamışken, Nusaybin de tekrar inşa edilir, Şırnak, Yüksekova da yeni baştan ve Türk-İslam mimarisine uygun olarak hayat bulur."

Yani bu sözlerden de şunu mu anlayalım?

"Kürtlerin kentlerinde taş üstünde taş bırakmayın. Omuz üstünde baş bırakmayacağınıza göre de yıkılan ve insansızlaştırılan bu Kürt yerleşimlerini Türk-İslam mimarisine uygun olarak yeniden imar edin, bu kentlere de Sunni Türkleri yerleştirin."

Elbette Bahçeli böyle söyler de Cumhurbaşkanı Erdoğan durur mu!

Üç gün sonra Saray'ında Polis Teşkilatı'nın 171. yıldönümünde konuşuyor.

"Siz milletin birliğine, bayrağın değerlerine, vatanın bölünmezliğine kast ederseniz, karşınızda güvenlik güçlerimizi bulursunuz. Ya baş eğeceksiniz ya baş vereceksiniz."

Birden bire kendimizi kanlı çağlardan kalma bir "omuz üstünde baş bırakmama", "ya baş eğme ya baş verme" edebiyatının içinde bulduk.

Sanki Türkiye'ye Suriye'den sadece milyonlarca mülteci gelmemiş, yanı sıra IŞİD'in kafa kesme vahşeti de ithal edilmişti.

Şu satırları okuyun da, acaba kastedilen bu mudur, diye bir düşünün:

"Bazı kadın cenazelerinde memelerin kesilmesi fiiline rastlanmıştır. Henüz 15 yaşındaki bir kadının gözleri çıkarılıp bedeni parçalanarak öldürüldüğü, öldükten sonra dahi bedeninin tahrip edildiği ve hatta yakıldığı belirtilmektedir. Bir başka kadının cenazesi de ailesince, kafası olmayıp dört parçaya bölünmüş halde bulunmaktadır."

Yani, göğüste memeler, yüzde gözler, omuzların üstünde baş kalmamış.

Bu satırlar da aynı rapordan:

"Otopsi raporlarına göre, bazı bedenlerin kafaları kesilmiş, gözleri çıkarılmış, tüm vücudunda  kesik ve kırıklar bulunan veya sadece başı kesik bedenler bulunmaktadır."

Geçen hafta açıklanan "Hukukçuların Cizre Ziyareti Çerçevesinde Oluşturulan Ön Rapor"da Mezopotamya Hukukçular Derneği, Özgürlükçü Hukukçular Derneği, Asrın Hukuk Bürosu, Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı'nın imzaları var.

Bu raporları yazanlara da kızıyor Cumhurbaşkanı Erdoğan.

"Onların malum, neymiş, STK'larıymış. Raporlar yayımlamışlar. Bir defa bu raporları yayımlayanların ayrıca üzerine gidilmesi lazım. Neyin raporunu yayımlıyorsun ya?"

Neden bu kadar kızgınlar Kürt kentlerinde yaşananları raporlaştıran STK'lara?

Yoksa "taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamak", "ya baş eğeceksiniz ya baş vereceksiniz" sözlerinin günümüz Türkiye'sinde nasıl uygulandığını deşifre ettiği için olmasın!

Cumhurbaşkanından "yavru muhalefetine" kadar Türkiye'nin siyasal yaşamına egemen olan bu "baş kesme", "baş alma" edebiyatına Başbakan Ahmet Davutoğlu "kafatası" ile katıldı.

Birkaç gün önce Davutoğlu Süleymaniye Camisi'nde düzenlenen "Medeniyetimiz Mimarı Sinan'ı Anlamak" programında birden bire, sanki dün olmuş gibi 1935'te Mimar Sinan'ın etnik kimliği üzerinden yapılan tartışmayı ve "kaybolan kafatası"nı gündeme getiriyor:

"Mimar Sinan'ın mübarek bedeninin bulunduğu türbeyi açarak, bütün bu eserleri ortaya koyan beynin bulunduğu kafatasını ölçme cüretine kalktıkları bilinir... Kafatası mezardan çıkartılır ve incelenmek üzere götürülür. Sonra bu mübarek bedenin bu uzvunun bir restorasyon esnasında geri konmadığı da ortaya çıkar... Bu tek parti zihniyetini ve onun getirdiği ırkçı yaklaşımları tarihe gömmedikçe biz Mimar Sinan'ın hakkını veremeyiz. İnşallah bir inceleme başlatacağız. Elimizdeki imkanlarla DNA testleri de dahil olmak üzere neredeyse Mimar Sinan'ın o mübarek parçasını bedeninin diğer parçaları ile buluşturup bu kara lekeyi silmek için adım atacağız."

Bugünlerde; Bahçeli 615 yıl öncesinin söylemiyle "omuz üstünde baş bırakmama", Erdoğan "Ya baş eğeceksiniz ya baş vereceksiniz" önermelerinde, Davutoğlu da 80 yıl önce kaybolmuş kafatasının peşinde.

1400'lerde kafataslarından kule yapan Timur'un anlayışıyla, Mimar Sinan'ın Ermeni değil de Türk olduğunu kanıtlamak için kafatasını ölçen 1930'ların ırkçı kafasının ya da bugünlerde "baş kesme", "baş alma" edebiyatı yapan siyasal anlayışları arasında ancak olsa olsa çağ farkı vardır.

Önceki gün HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş partisinin İstanbul il kongresinde yaptığı konuşmada bu siyasal anlayışta olanlara tarihin derinliklerine dalarak yanıt verdi. Konuşması bütün bu ırkçı ve zalim anlayışların net biçimde teşhiriydi.

"Saray'daki zat ve çakma milliyetçiler dahi bugün şunu söylüyorlar; 'Ya baş eğeceksiniz ya baş vereceksiniz'. Bize sundukları seçenek buydu. 'Ya mevcut düzene tabi olacaksınız ya da yüzlerce yıllardır olduğu gibi katliama soykırıma maruz kalacaksınız' dediler. Savaş seçeneğini asla tercih etmedik. Hiçbir insanın ölmesini kabul etmedik. Karşımızdaki ceberrut anlayışın bu kadar acımasızca vahşet uyguladığı yerde direnmeyip de ne yapacaktık; bu kansızlar, soysuzlar önünde baş mı eğecektik?"

"Stajyer Başbakan" dediği Davutoğlu'nun "HDP Türkiyelileşecekti" yakınmasına da yanıt veriyordu Demirtaş:

"Kafa öyle bir kafa ki. Türkiye tek dil, tek ırk, tek millet değil. Bu sloganlar Hitler'in sloganlarıdır. Onların kastettiği Türkiyelilik faşistliktir. Türkiye'de bir faşist partiler var bir de bizim gibi Türkiye'nin gerçeğine hitap eden partiler var. Yüz yıl önce başlatılan Osmanlı'nın son döneminde başlayan tek tipleştirme projesine HDP karşı çıktığı için biz 'HDP Türkiye partisidir' dedik. Bunun dışındaki programı savunanlar Türkiye partisi olamazlar."

Birileri 1400'lerin Timur'una doğru giderken Demirtaş 1071'in Alparslan'ına kadar uzanmıştı:

"Çarpıtılmış, tahrif edilmiş yalan bir tarih üzerine kurulmuş bir cumhuriyetin sakıncalarını tüm Türkiye'ye anlatmamız gerekiyor. 'Bin yıllık kardeşliği böldürmeyiz' diyorlar. Bunu söyleyene, ey kardeşim bak Alparslan 1071'de Malazgirt'e geldiğinde Ardahan'dan Süleymaniye'ye, Van'dan Cizira Botan'a Kürtler yaşıyordu. Alparslan Anadolu'ya girmek istediğinde o topraklarda Ermeniler yaşıyordu. Kürtler kendilerini yönetiyorlardı. Alparslan Mervaniler'den yardım istedi. Mervani Kürt Devleti 10 bin süvarisini yardıma gönderdi. Türkler Anadolu'ya girdi. Alparslan Anadolu'ya girdiğinde 'Kürtler yoktur, Kürtçe yoktur' diyemezdi. Zaten orası Kürdistan'dı. 'Bin yıllık ortak tarihimiz var' diyorlar. Bunun 900 yılında biz Kürt'tük kardeşim. Son yüz yılda bizi Türkleştirmeye çalıştınız."

Başbakandan ana muhalefet partisi liderine kadar herkese Demirtaş "Türkiye'de tarihi yeniden birlikte yazalım" önerisini getiriyordu:

"Türkiye'yi ele geçiren, devleti ele geçirip kendi mülkü gibi görenler, sizler Türkiye'yi kandırdınız. Çıkın doğruları konuşun. Davutoğlu, Kılıçdaroğlu çıkın doğruları anlatın. 'Biz yalan bir tarih yazdık' deyin. 'İnkılap Tarihi kitaplarında yazanların çoğu yanlıştır' deyin. Bugün 'Türklük etrafında ırkçılık yapanlar çakmadır' diyorum ya bu yüzden çakmadır. Sahte bir Türklük yarattılar. Ey Davutoğlu biraz akademik ahlak varsa sen de ona sadık kal, en azından çık gerçekleri anlat."

1071'in Alparslan'ından,1401'in Timur'undan 2016'yılının Türkiye'sinde geldiğimiz yere bakar mısınız; Başbakan Davutoğlu kafatası arıyor, iktidar da muhalefet de kelle avında.