Cengiz Çandar'ın Radikal'de köşesine taşıdığı "Yeni dönem başlıyor - Serdemeke nu dest pe dike..." başlıklı yazısı:

Tarihi Newroz’da, Abdullah Öcalan’dan beklenen ‘tarihi’ açıklamayı NTV ekranında, canlı yayında, açıklamayı ‘yorumlamak’ amacıyla beklerken dinledim. Her şey zaten ‘tarihi’ idi. Diyarbakır’da milyonu aşkın, PKK bayraklı, Abdullah Öcalan posterli bir Newroz kutlaması. Türkiye’nin tüm önde gelen ulusal kanalları, kutlamayı saatlerdir canlı olarak ekrana getiriyorlar.

İmralı’da ömür boyu hapis hükümlüsünün açıklaması, iki milletvekili tarafından önce Kürtçe, ardından Türkçe okunuyor ve bir dizi ulusal televizyon kanalında bu iki dilden okunan açıklama yorumlanıyor. Konu, gece yarısına kadar, ulusal ve uluslararası haber kanallarının birinci sırasında. ‘Tarihi’ bir Newroz geçirdik gerçekten.

Abdullah Öcalan’ın açıklaması, günlerdir hakkında medyada yer alan tüm spekülasyonları, sızdırıldığı iddia edilen tüm haberleri ve bilgileri boşa çıkartan bir içerikteydi.

Öcalan’ın açıklamasının ‘tarihi’ olup olmadığına dair gerekli ‘sağlama’yı yapmak için ANF’ye, yani Fırat Haber Ajansı’na göz attım. Kürtçesine baktım. Şöyle yazıyordu:

‘Ocalan: Serdemeke nu dest pe dike’

Şu demek: ‘Öcalan: Yeni bir dönem başlıyor’. Altbaşlığa ise Öcalan’ın açıklamasının “Zaman, demokratik siyaset zamanıdır” vurgusunu yaptığı bölümü yerleştirilmişti.

Abdullah Öcalan’ı tartışmasız lider kabul eden geniş siyasi hareketin özellikle silahlı kolunun açıklamayı nasıl değerlendirdiği, hangi ‘halkası’ndan yakaladığını anlamak önemliydi. Onlar, Öcalan açıklamasının ‘tarihi’ yönünü, ‘yeni bir döneme giriş’ olarak, ‘demokratik siyaset döneminin başlangıcı’ olarak algılamış, öyle değerlendirmişlerdi.

Evet, açıklamayı ‘tarihi’ kılan, ‘tarihte bir dönem kapatıldığını, bir yeni dönemin açıldığını’ ifade eden bölümüydü kuşkusuz.

“Bugün yeni bir dönem başlıyor”, “Silahlı direniş sürecinden demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor” cümleleri bir ‘dönemin kapanmakta olduğunu’, bu arada ‘bir başka dönemin açılmakta olduğunu’ ifade ediyor.

Şu sözler ise daha güçlü bir vurguyla söz konusu ‘yeni dönemi’ anlatıyor:

“Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun noktasına geldik... Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınırötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.”

Buradan, elbette ki, anlamamız gereken, Abdullah Öcalan’ın “PKK’nın Türkiye’de yürüttüğü silahlı mücadelenin gerekleri ortadan kalkmıştır. Bundan böyle, talepler, demokratik siyaset aracılığıyla ifade edilecektir” değerlendirmesini yapmış, böylece PKK ve Kürtler açısından bir ‘tarihi dönemi kapatıp bir diğerini açmış olduğu’dur.

Nitekim, bunu, açıklamasının biraz şiirsel ve romantik bir tarzda dile getirilen, Kürtlere ve Türklere ayrı ayrı ve her ikisine birlikte ortaklaşa seslendiği şu bölümlerinde bulmak mümkün:

“... Kürtler için Dicle ile Fırat, Sakarya ve Meriç’in kardeşidir. Ağrı ve Cudi Dağı, Kaçkar ve Erciyes’in dostudur. Halay ile delilo, horon ve zeybekle hısım akrabadır... Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır... Çanakkale’de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler, Kurtuluş Savaşı’nı birlikte yapmışlar, 1920 Meclisi’ni birlikte açmışlardır.”

Abdullah Öcalan, ‘bağımsız Kürdistan’a ya da ‘ulus-devlet formatında’ bir ‘Kürt ulus-devleti’ne kapıları kapayan açıklamasında, dikkatle okunduğu ve değerlendirildiğinde bir ‘Türk ulus-devleti’ne de ‘itirazı’nı açıklıyor:

“Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu, mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır. Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkâr eden... insanlık dışı bir imalattır. Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese büyük sorumluluk düşüyor. Bu Newroz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenileri, Türkmenleri, Asurları, Arapları ve diğer halk topluluklarını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum.”

Bu yönleri göz önüne alınırsa, dün Diyarbakır’da ‘milyonların tanıklığında’ okunan bir ‘Mezopotamya-Kürdistan-Anadolu barış ve birlik deklarasyonu’ydu denebilir.

Tayyip Erdoğan, “Çağrıyı, daveti olumlu buluyorum. Diyarbakır’daki mesajlar bizim mesajlarımızla örtüşüyor” sözleriyle karşılık verdi söz konusu ‘deklarasyon’a. Kayıt da düştü: “Tabii ama aslolan uygulamadır...”

Abdullah Öcalan’ın açıklamasında, günlerdir beklenen ama açıklamada yer almayan bir husus ya da hususlar var mıydı?

Evet. ‘En can alıcı konu’ sayılan ve hatta Başbakan tarafından ‘sürecin başladığının kanıtı’ olarak belirtilen ‘sınır dışına çekilme’ hususuna ilişkin ne bir tarih sınırı koydu ne bir takvim verdi ve ne de bir yöntem önerdi. ‘Sürekli ateşkes’ ve ‘çatışmasızlık’ sözcüklerini bir kez bile telaffuz etmedi.

Bu konuda aylardır yapılan spekülasyonlar –benim yazıp konuştuklarım da dahil- havada kaldı.

Örneğin, ‘sınır dışına çekilme’ tarihi, takvimi ve yönteminin –unutmayalım, en can alıcı husus olarak sunuldu- İmralı’da aylardır süren görüşmelerde ele alınmamış olması mümkün mü? Değil.

O halde?

O halde, bu husus ya Öcalan ile hükümet arasında tarih, takvim ve yöntem anlamında tam olarak üzerinde anlaşılmış bir husus değil; veya Öcalan ile örgütü, özellikle Kandil arasında, aynı şekilde tarihi, takvimi ve yöntemine ilişkin olarak ayrıntılı bir mutabakata ulaşmış değil.

Belki de Abdullah Öcalan, ‘kartlarını göğsüne çok yakın tutuyor’ ya da oyun diliyle ‘elini göstermiyor’. İşin bu yönü ‘müzakere süreci’ne kalıyor. Devletin (ya da iktidarın) atacağı adımları görmek istiyor olabilir.

Yani, Öcalan da Başbakan gibi, bir nevi ‘aslolan uygulamadır’dan hareket ediyor...

Zaten, açıklamasının benim dikkatimi çeken bir başka önemli yönü ise ‘di’li geçmiş’ değil ‘geniş zaman kipi’ kullanması idi. Yani, “Bir dönem bitti, yeni bir dönem başladı” gibi bir üslup yerine “Yeni bir dönem başlıyor, yeni bir sayfa açılıyor” gibisinden bir zaman kipine açıklamasına yer vermiş olması dikkat çekici olmalı.

Yani?..

Yani işin henüz çok başındayız. Gidecek hayli uzun ve çetin bir yol var.

Diyarbakır’da milyonun üzerinde insanın doldurduğu koca alandaki en büyük afişin üzerindeki yazı, belki de farkında olmadan, belki de bu ‘olgu’yu anlatıyordu: ‘Heta Ku Serok Azad Nebe Aşiti Şaşitiye’...

‘Başkan özgür olmadan barış olmaz’ anlamındaki koca afiş, iki kocaman Abdullah Öcalan’ın posterinin yayında üç rengiyle göze çarpıyordu.

Bu, bir ‘barış’ algılaması; ama yine de dünden itibaren ‘silahların sustuğu’ bir ortamda, yani bir nevi ‘barış ortamı’nda ‘diyalog’ ve ‘müzakere’ yoluyla ‘çözüm arayışı’na gireceğimiz anlaşılıyor.

Düşünsenize, birkaç ay önce Newroz 2013’ün Diyarbakır’da böyle kutlanabileceğinin rüyasını göremezdik.