Büşra Ersanlı / Bianet

Ölüm dışı yalnızlığın en çağdaş biçimini elmas eden kadın! Elması ufalayıp harflerle şelale gibi sayfalara deviren kadın, Leyla Erbil!

“Elmas”ı ufalayıp harflerle şelale gibi sayfalara deviren kadın, Leyla Erbil!

Vicdanlara hitap eden bir siyasi mücadele veren Kürtlere mi şükredeyim, yoksa devletin emniyetine, terörle mücadelesinin “inceliğine”, beni tutuklayarak verdiği savaşın ayrıntılarına ne denli düşkün oluşuna mı, bilemedim doğrusu. Bir gerçek var ki Bakırköy Kadın Cezaevi'nde kalmasaydım belki de, hatta büyük ihtimalle Leyla Erbil’in Kalan adlı romanını okumamış olacaktım. Onu okumasaydım da bu yaz Bir Tuhaf Erkek romanını geçen hafta iki saat içinde bitirmemiş olacaktım. -Üstelik yavaş okurum, kelimeleri gezdire gezdire…

Çünkü 21 yaşındayken cezaevine girmeden hemen önce okuduğum Bir Tuhaf Kadın bana tuhaf gelmişti. Ya anlamamıştım ya da o yaşlarda tuhafı bilmezden gelmiştim. Şimdi tuhafların hepsini biliyorum. Kırk yılda bir cezaevine giriyorum. Kırk yılda bir derken 40 yıl sonra Leyla Erbil’i yeniden okuyorum. Arada korkunç bir boşluk var gibi ama değil aslında, tuhaflıkları yakından izledim, yaşadım. Nasıl ki Leyla Erbil’in “kutsal evlilik müessesemizin, müstemleke halkı bakışı üredi(miş) gözlerim(n)e” bende de “yalnızlık Allaha mahsus” türemişti. İşte tuhaflığı bilmezden gelmenin dik alası!

Gorgo bütün ifadeleri yamulttu. Artık sadece yamultularak engelleniyor ifade… İfade, söz yazı her neyse yamuk yumuk oldu. İşte bu şekilli yenilikler ifadenin aslında engellenemediğini de gösterdi. Ciddi bir ifade savaşı var, harfler ve kelimeler sınır dışına çekilemiyorlar. Harfler, sözler, çığlıklar hayata tutunuyorlar, yerinden konuşuyorlar. Hatta daha daha içerilere en derinlikli yerlere, ışık sızan mağaralara giriyorlar. Ben bunları okuduğum roman ve hikayelerde görüyorum, görürken duyuyorum, duyarken dinliyorum, dinlerken yamuk yumuk oluyor düşüncelerim. Doğruluyorum ve ifade işte diyorum ne ifade, ne söz, ne geçiş, ne kalış, ne diriliş, ne derinleşiş, nasıl direniş! Ve bir tuhaf erkek’in “Gorgo’nun unsurları” o hep kalacak olan kadının harflerine dökülüyor: “gülüşü yukardan aşağıya ufalanarak inen deprem toprağının uğultusuydu sanki.”

Bu uğultuyu yaşadığımı çok iyi biliyorum. Bu uğultuyu çok kadın, çok genç, çok çocuk yaşadı. Uğultu sahipleri bilirler; hareket’i arz her şeyi düşündürür. En çok da hoplamalı zıplamalı ittirip kaktırmalı ezilmeleri, sakatlıkları, ölümleri…

“Çöplükten elmas çıkaran” bir zekâya sahip olan “şehre”, yani İstanbul’a “gülüşü yukardan aşağıya ufalanarak inen”ler gelmişler ve de gitmişler. Kalan, evet kalan o kendisi. Zeyyat’ı ermiş yapan kendisi. -Zeyyat beni sinirlendirmedi değil, bence Gorgo’ya özenen yanları da var onun. Ama Leyla Erbil onu taşıyor, geçmişi geleceğe bağlamak için belki de… belki de insanlık için!

Âkil mi? Adam mı? Erkek mi? KALAN kadın! Kalan, ”nineden kalma… kurşûnileşmiş perdeyi kıvıran” kadın! Ölüm dışı yalnızlığın en çağdaş biçimini elmas eden kadın! Elması ufalayıp harflerle şelale gibi sayfalara deviren kadın, Leyla Erbil!

Son eseri hem roman, hem şiir, hem manifesto, hem de İstanbul’a çekilme.

Gorgoları unutturmamak için. Her yer İfade!