İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin 'efsane hocası' Prof. Dr. Bülent Tanör, ölümünün 9. yılında kendi eğitim yuvasında buruk bir gururla anıldı…

 

İSTANBUL - Ölümünün dokuzuncu yıl dönümünde Prof. Dr. Bülent Tanör eğitim yuvasında, İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası Doktora Salonu'nda anıldı. Yer sembolik açıdan önemliydi; çünkü hocanın cenaze töreninin bile 40 yılını verdiği üniversitesinden kaldırılamadığı 9 yıl öncesi, işte tam da bu kampüste şimdi konuşulabildi. Onun kattığı değerler, ilkeler anılabildi. Toplantıda yakınları, sevenleri ve öğrencileri bir aradaydı. İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet etkinliğe gönderdiği açıklamasında "son derece huzurlu olduğunu, etkinliği bir iade-i itibar vesilesi olarak değerlendirdiğini" dile getirdi. Konferansta söz alan Tanör'ün yakın arkadaşı Prof. Dr. Gencay Gürsoy ise "daha resmi, kurumsal bir özür ifade edilsin isterdim" dedi.

 

Prof. Dr. Fatmagül Berktay / İÜ KSAUM Müdürü
Tam 40 yılını geçirdiği İstanbul Üniversitesi'ndeki son dönemlerinde Alemdaroğlu ve ekibinin kabusunu yaşamak zorunda kaldı. Ama ben bu konuya girmeyeceğim, bugün Tanör Hoca'mızı kendi eğitim yuvasında anmaktan büyük gurur duyuyorum.

 

Bu konferansı KSAUM (Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi) bünyesinde gerçekleştiriyoruz... Bülent Tanör de yıllar önce bir ilki başlatarak Sosyal Bilimlerde Cinsiyetçilik adında yer açmış ve koordinatörlüğünü benim yapmamı istemişti. Biz de böylelikle onun hukukçu yönünün yanı sıra, kültür ve yaşam ustası yönünü de anmış oluyoruz.

 

Profesör Tanör'ün kardeşiyim, hala çok zor geliyor konuşmak... Böyle bir ağabeye sahip olmayı her zaman bir talih olarak yaşadım. Desteğini benden hiç esirgemedi, çocukluğum ve gençliğim onun sayesinde şekillendi. Başkalarına karşı hep duyarlı bir ağabeydi. Toplumun dertlerini de, küçük bir çocuğun dertlerini de paylaşmayı bilirdi. İlkelerini savunma cesaretinin yanında gerçek bir aydın ve demokrattı.

 

Prof. Dr. Gencay Gürsoy / Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği
... Ben hüzünlü günlerin tanığı olarak bu meseleyi (Tanör'ün İÜ'den ayrılışını) kurcalamak istiyorum. Türkiye'de benzer şeyleri çok yaşadık. Üniversitelerde benzer tabularla, benzer kadim bilmezliklerle ve – lafımı mazur görün – hoyratlıklarla ilk defa karşılaşmıyoruz. Bülent, ne son ne de ilk...

 

Öğrencilikte tanıştık kendisiyle. '60 öncesi hareketlerinin aktiflerinden biriydi. '60 hareketine "devrim" diyen kuşaktık. O zamanlar öyle düşünüyorduk; geçen yıllar içinde bazı itirazlar arttı.

 

Olay, ünlü 1997 TÜSİAD raporu ile başladı. Tanör, "Türkiye'de Demokratikleşme Perspektifleri" adlı bir rapor hazırlamıştı. Demokratik olarak ele alınmış rapor sağ ve sol çevrelerden tepki alarak karşılandı. Kıymetini bilen çoğunlukta değildi. Dönemin İstanbul Üniversitesi rektörü, rapor hakkında Tanör'ü suçlamaya başladı, fakat raporun içeriği ile ilgili değil, en zayıf yerinden vurarak, üniversitenin döner sermayesine telif ücretinin yatırılmadığı suçlaması ile ortaya çıktı. Oysa üniversite yasasının 36. maddesine göre, tam gün çalışanlar döner sermayeye çalışmalarını bildirirdi fakat telif hakları hariç. Tanör'ün TÜSİAD raporu bir telif eseridir. Rektör bununla da yetinmedi, üşenmedi TÜSİAD'a gitti, "raporun kapağında Tanör'ün adı yok" dedi. İkinci sayfayı açtıklarında Tanör'ün adını gösterdiklerinde rektörün neler hissettiğinin takdirini sizlere bırakıyorum... O günlerde bu tavra karşın, tabi Tanör'ün değerini bilenler çok ciddi tepki gösterdi. İlk defa 40 baro başkanı Bülent için bir rapor sundu, olayı kınadı.

 

Rektörün o dönemde yaptığı sadece bu kadar değildi, Bülent Tanör gibi bir bilim insanına bozuk sicil verdi. Tanör bu durumu daha sonra mahkemeye götürdü, ve mahkeme kararı ancak ölümünden sonra çıkabildi; davayı kazandı, hakkını geri aldı. O günlerde bir rastlantı mı bilinmez, İÜ rektörünün bir kitabı konusunda intihal suçlamasıyla dava açıldı. Soruşturma döndü dolaştı, Türk Tabipler Birliği Yüksek Onur Kurulu'nda sayın rektörün bilim hırsızlığı yaptığı sonucuna varıldı, kanıtlandı. Daha sonra dava zamanaşımına uğradı ve meslekten men cezası da geri alındı.

 

"KEŞKE DAHA KURUMSAL BİR ÖZÜR DİLENSEYDİ"
Bülent Tanör'ün bu yıpratıcı süreç içerisinde 1996 yılında ortaya çıkan kanser hastalığı ilerledi. Zaman zaman Tanör'e karşı bu kişisel takıntı haline gelen tavır, onun tedavi sürecini aksatacak adımlara kadar uzandı. İlaçların yazılması konusunda bir takım problemler üretildi. Tanör İstanbul Tıp Fakültesi'nde hastalığının ağır döneminde tedavideyken, Tıp Fakültesi yöneticilerine onun gerçekten o dönem hastane içine olup olmadığının tespiti için raporlar hazırlatıldı. Kısaca akılalmaz güçlükler içerisinde Bülent Tanör bugün, yıllar sonra anmasını bu çatı altında yaptığımız bu kurumdan ayrılmak zorunda kaldı, Galatasaray Üniversitesi'ne geçti... Ve cenazesi 40 yıllık üniversitesinde değil, Galatasaray Üniversitesi'nde yapıldı.

 

Tabi yıllar geçiyor ve Türkiye'de geçmiş gaddarlıklarla ilgili özürler dileniyor. İsterdim ki Tanör için daha resmi, kurumsal bir özür ifade edilsin, ama bunu da saygıyla karşılıyoruz. Bu salonunun anma töreni için verilmesi, geçmiş kırgınlığımızı bir dereceye kadar hafifletti.

 

BÜLENT TANÖR HAYATTA OLSAYDI...
Bugünlerde Anayasa değişikliği ile ilgili bir referans bulma çabası içindeyken, Tanör'ü hatırlıyoruz. Tanör referanslarımızdan biriydi, eksikliğini yaşıyoruz. Hayatta olsaydı, TÜSİAD raporundaki sözlerini nasıl ifade ederdi? Bunun cevabı çok tartışılabilir, sevgili Bülent raporunda bugün çok ciddi şekilde tartıştığımız ve bana göre Türkiye'de içinde bulunduğumuz birçok sorunun çözümünde anahtar rolü oynayan, özellikle Anayasa'nın değişmez olarak ifade edilen ilk dört maddesindeki temel bazı değişikliklerin çok fazla üstüne gitmemişti. Bugün inanıyorum ki hayatta olsaydı, daha farklı biçimde ele alırdı bu konuyu. Biraz simgelerle konuşuyorum farkındayım, ama tartışmalı konulara çok fazla girmek istemiyorum. İnanıyorum ki, Bülent hayatta olsaydı bugün, Türkiye'de barış, demokrasi, şeffaflık, insan hakları ne gerektiriyorsa, onların ışığında mücadele veriyor olacaktı. O gün dönemin İÜ rektörü için kullandığı "despotizm" kimliğinin yerine, bugün belki başka kimliklerin geçeceğini çok daha açık, net, cesur bir şekilde ifade edecekti.  (NTVMSNBC)