Boğaziçi Üniversitesi’nden yaklaşık 140 öğrenci, çalışan ve akademisyenin 17 Mayıs Cumartesi Günü  Soma, Savaştepe ve Kınık ilçelerine gerçekleştirdiği ziyaretlere ve izlenimlerine ilişkin yazılı basın açıklaması:

“Soma’daydık.

Korkmuştuk ama yine de gitmiştik Diyarbakır’a. Tuzla’da işçiler katledilirken sessiz kalmayıp yürümüştük tersanelere. Dün de Soma’daydık. Manipülasyona, dezenformasyona, üstü örtülenlere değil gözümüzle gördüğümüz, kulağımızla dinlediğimiz, dertlere, acılara, hikayelere ortak olmaya gittik. Acıları dindirecek ilaç olmasa da heybemizde, ya da adaleti tesis edecek güç biz ezilenlerden, horlananlardan, tokatlananlardan yana durmaya gittik Soma’ya.

Boğaziçi’nden öğrenciler, çalışanlar ve akademisyenler olarak üç farklı bölgede katledilen işçilerin yakınlarını ziyaret ettik, taziyelerimizi ilettik, cenazelere katıldık, dualar ettik. Balıkesir’in Savaştepe ile İzmir’in Kınık ilçelerinde taziyelere giden otobüslerimiz görece daha rahat hareket ederken, Soma heyeti devletin yoğun baskı ve engellemelerine maruz kaldı. Otobüsümüz ilçeye alınmadı ve bağlandı. Aynı saatlerde Soma’da hayatı kaybedenlerin ailelerine hukuki destek veren ve gerçeğin ortaya çıkması için gözlemlerde bulunan Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatların gözaltında olduğunu öğrendik. Aldığımız bilgilere göre, hukuksuz gözaltı olayının başlamasına sebep olansa bir işçinin katliamı anlattığı sırada gözaltına alınmaya çalışılmasıydı! Avukatların buna müdahalesi aşırı bir şiddetle karşılanıp darp edilerek gözaltılar yaşanmıştır.

Otobüsümüzün bağlanması karşısında Boğaziçi’nden Soma’ya ulaşmaya çalışan çoğu arkadaşımız kontrol noktalarında alıkonuldu, gözaltına alınıp bırakıldı. Babası madende ölen arkadaşımızın taziyesine gitmemiz dahi engellendi. Soma’da olağanüstü bir hal vardı. Her kilometre başında kontrol noktası oluşturup tüm araçları durdurup arayan polis ve jandarma ekipleri aralarında arkadaşlarımızın da bulunduğu, yabancı gördüğü herkesi gözaltıyla tehdit ediyor, minibüs ve otobüslerle ilçeye ulaşmaya çalışanları indirip ya gözaltına alıyor ya da ‘sınır-dışı’ ediyordu.

Kardeşini madende yitiren bir başka madencinin Soma’nın girişindeki bir aracı işaret ederek ‘aslında bu kişi yıllardır Soma’da yaşıyor, fakat plakası yabancı olduğu için aracın şehir merkezine gitmesi engellendi’ ifadesi bu olağanüstü halin ifadesidir. Fakat olağanüstü olan “maden felaketi” değildi. Öngörülebilir, önlenebilir bir kazanın bile bile gerçekleşmesine göz yumup taammüden işçi öldüren devlet, cebir ve şiddetini Soma’ya yığmış OHAL ilan etmişti. Soma’da adalet yoktu, hakikate ulaşmak ise mümkün gözükmüyordu.

Resmi beyanların anlattığı hikayeyi bir yana bırakırsak, dinlediğimiz hikayelerin müştereği doğru dürüst hiçbir güvencenin olmadığı madende çalışmanın, borçlandırılmış, başka rızık kapısı kalmamış bölge ahalisi için tek seçenek, her türlü denetim ve tedbirin yok, öldürülen madencilerin ise bildiğimizden fazlası olduğuydu. Durumun vehameti bir kez daha gösteriyor ki bağımsız gözlem ve raporlamanın olmadığı ortamlarda, devlet cebir ve şiddetle hakikati eğiyor, büküyor ve arzuladığı şekilde ortaya koyuyor. Nasıl olsa bu da kurulu bir koroyla tekrarlanıyor. Otuz yıl boyunca Kürdistan’dan bize penguen seyrettirenler şimdi de Soma’da yaşananlar için “her türlü tedbir alındı”, “madende kalan işçi yok”, “sorumluların gözünün yaşına bakmayacağız” diyor ve inanmamızı bekliyor. Biz ise hafızamıza ihanet etmiyor ve hikayenin faillerine kulak vermeyi tercih ediyoruz. Hakikatin ancak onların sesiyle vücuda geleceğine inanıyoruz. 

SAVAŞTEPE: ‘HESAP SORUN, İSYAN EDİN, BİZİ ÖLDÜRDÜLER, SUSMAYIN’

Savaştepe… Soma’da yaşanan işçi katliamında resmi rakama göre 33 madencinin hayatını kaybettiği bir Balıkesir ilçesi… Ancak, Savaştepeliler kendi ilçelerinden ölü sayısının 100’ü aşkın olduğunu her fırsatta dile getirmekteydi. Resmi açıklamalarla ailelerin, işçilerin aktardıkları arasındaki çelişki Savaştepe’nin en temel gündemiydi aslında.

 Otobüsümüz Savaştepe yoluna girdiğinde ilçeye ilerleyen bir ambülansın bir başka cenaze taşıdığında oraya ulaştığımızda öğrenecektik.  İlçede arama kurtarma çalışmalarına bir fiil katılanlar da cenazelerin özellikle gece yarısı çıkarıldığını, gündüz kesinlikle cenaze çıkarımı yapılmadığını ve gerçek sayının basından gizlendiğini dile getirmekteydiler. Biz tüm bu konuşmaları yaparken, ilçede yeni anonslar ediliyor, yeni ölüm haberleri yayılıyordu. Yaptığımız her görüşmeyi ilçeye girişimizden itibaren etrafımızdan hiç ayrılmayan “polis taciziyle” yapıyorduk.

Farklı gruplara bölünerek taziye ziyaretlerini sunduğumuz  Savaştepe’de acılar kine dönüşmüştü. Hayatını kaybeden bir madenci yakını; “ Savaştepe’nin canı yanmış, polis bize su sıkıyor” derken, bir başkası; “bıraksınlar insan haklarını, bu ülkede adalet yok, insan hakları diye bir şey yok” diyordu. Uzaktan duran bir madenci yakını “gençler hesap sorun, isyan edin, bizi öldürdüler, susmayın” diye bağırıyordu.

Ziyaretimiz sırasında halkın desteği karşısında devletin provokasyonuyla karşılandık. Açıktı ki, katliamın acılarının sarılması değil; ailelerin ve işçilerin aktardıklarını dinlememiz ve birbirimizle iletişime geçmemiz devletin, polisin bir numaralı sorunuydu. Savaştepe Merkez’de bizim ziyaretlerimiz engellenir, çevik polislerce etrafımız sarılırken Soma ve Kınık da olduğu gibi AKP’ye yakın cemaatlerin ‘siyaset yapması’nın önünde hiçbir engel yoktu.

Tarımla geçimini sağlaması engellenip zorunlu maden işçiliğine yönlendirilen Sarıbeyler köyü hergün beş otobüs işçinin madene çalışmaya gittiği bir bölgeydi. 40 lira yevmiyeyle madende zorunlu çalışmaya mahkum bırakılan halk, şimdi cenazelerinin peşindeydi. Kahve sohbetlerimiz sırasında bir amcamız günlerdir kayıp olan oğlunun cenazesine ulaşıldığı haberini hüzünlü bir sevinçle duyuruyordu: “oğlumu bulmuşlar, adli tıpa götürülüyormuş” dedi. Sustuk…

KINIK: KÖYLÜLER ÖLÜMCÜL MADENLERDE ÇALIŞMAYA MECBUR BIRAKILDI

Sayılara dönüştürülmeye çalışılan ölümlerin karşısında, dağ köylerinde, ilçelerin yoksul mahallelerinde maden yollarında yaşananları dinlemeye gitmiştik İzmir’in Kınık ilçesine. Soma Merkez’e alınmayan, otobüs şoförleri polis tarafından tehdit edildiği için yolda kalan Balıkesir Üniversitesi’nden arkadaşlarımızla Kınık girişinde birlikte hareket etmeye karar verdik. İzmir Kınık, Manisa Soma’dan sonra en çok işçinin hayatını yitirdiği bölgeydi. Yola çıkarken taziye evlerinde yapılması, yapılmaması gerekenleri konuştuğumuzda işçilerin birinci dereceden yakınlarıyla konuşurken özellikle dikkat göstermemiz gerektiğini belirtmiştik. 400 nüfuslu Köseler köyüne gittiğimizde gördüğümüz ise neredeyse tüm köyün birinci dereceden akraba olduğuydu. Her ev yas, her ev taziye eviydi. ‘Ta İstanbullardan gelmişler’ her aileden duyduğumuz cümleydi. ‘Ta İstanbullar’dan gelenler olarak oysa kaymakam güvenlik sorunu teşkil ettiğimiz gerekçesiyle köylere gidişimizi engellemeye çalışmış, Kınık Merkez mahallesi halkının tepkileri karşısında yolu açmak zorunda kalmıştı. Arazilerini tarımsal bakımdan değerlendirmelerine izin verilmeyen, borçlandırmalarla, yoksullukla madene mahkum kılınan işçi evleri ve köyleriyle Spine Tower arasındaki çelişki tasvir edebilmek mümkün olmasa gerek.

Soma’da ilan edilmeden uygulanan OHAL’in yanı sıra Kınık’ın, Savaştepe’nin sokaklarında her kademeden devlet görevlisi tarafından üçyüzü aşkın işçinin ölümünün değil; başbakanın yuhalanmasının provokasyon olarak görüldüğü çok açıktı. Bunun için neredeyse her köyün girişinde jandarma arama kontrol noktalarına takıldık. Köylere ulaştığımızda ise taziye evine gelmek için yaşadıklarımızı anlattığımız aileler, devletin tavrını anlamakta bile güçlük çektiler.

İlçe merkezleri ve köylerde gerçekleştirdiğimiz ziyaretlerde hakikatlerin tüm çıplaklığıyla ortada olduğunu da gördük. Devletin, denetlemenin, sendikaların, siyasi partilerin, iş güvenliğinin, gelecek garantisinin olmadığını; kredi borçlarının, kölece çalışma koşullarının, tarımsal yasaklamaların, yoksulluğun olduğunu tüm emekçiler ve ailelere anlatmamıza gerek yoktu. Onlar bunu 300 işçiyi kaybetmeden önce de yaşıyorlardı. Katliamdan sonra yapılması gerekenin, ailelere ve işçilere “gerçekleri anlatmak” olmadığını bir kez daha gördük.

ACİL İHTİYAÇLAR:

Ziyaretimiz sonucunda, yalnızca Soma Merkez’de değil tüm ilçe ve köylerde çalışma yürütülmesine ve taziyelerin gerçekleştirilmesine acil ihtiyaç olduğu (Resmi rakamlara göre İzmir’in Kınık ilçesinden 48; Balıkesir’in İvrindi ilçesinden 24; Dursunbey ilçesinden 17 Savaştepe ilçesinden 33; Manisa’nın Kırkağaç ilçesinden 15; Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinden ise 12 işçimiz hayatını kaybetmiştir.); ziyaretlerin Soma Merkez’le sınırlı bırakılmaması gerektiği; bölgeye ciddi sayıda insan akışı olduğu halde yürütülen çalışmaların ve ziyaretlerde edinilen gözlemlerin ortaklaştırılması, bilgi ve deneyimlerin aktarılması bağlamında ciddi bir koordinasyon eksikliği olduğu; ‘geriye kalan’ların kadınlar ve çocuklar ile yaşlılar olduğu göz önüne alınarak çalışmalar yürütülmesi gerektiği; tüm ailelerle ve kurtulan işçilerle görüşmeler yapabilecek avukat, doktor, psikolog ve sosyal güvenlik uzmanlarından oluşan bağımsız gözlem gruplarının en hayati ihtiyaçlardan olduğu ilk elden çıkartabildiğimiz sonuçlardır.

Soma Merkez, Balıkesir Savaştepe ve İzmir Kınık üzerinden gerçekleştirdiğimiz ziyaretlere dair oluşturacağımız raporu kısa sürede kamuoyu ile paylaşmayı planlamaktayız.

Raporu ve ayrı ayrı öğrencilerin izlenimlerini bogazicisomaya.blogspot.com adresinden takip edebilirsiniz.

Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri, Çalışanları ve Akademisyenleri