Şahin Sınır / Demokrat Haber

Bazı insanlar olayların sadece olay boyutu ile ilgilenirler. Onlara bir olay verirsiniz, varoluşsal bir orgazm ile zevkten bin parçaya bölünürler. Çünkü gün içerisinde hikayesizlikten kuduracak gibidirler. Yaşama dair bir şeyler hissedebilmeleri için yaşamın kendisinden bir şeylere maruz kalmaları gerekir. Varoluşçu edebiyatta bunu pek fazla görürüz. Karakterler genelde silik ve neredeyse birer “hiç”tirler. Tıpkı “Godot’yu Beklerken”de Estragon’un Vladimir’e dediği gibi, “Ne güzel değil mi Vidi her gün kendimize varolduğumuzu anımsatacak bir şeyler bulmamız.” Bizim gibi dünyası küçükler için ayet-i kerime mahiyetinde bir lakırdıdır kanımca. Netice itibari ile günü doldurmak anlamında herkes James Bond kadar şanslı değil.

 

Türkiye’de bu oran sanırım diğer ülkelere nazaran çok daha fazla. Çünkü bu ülkeyi yönetenlerin her biri Bakanlığa getirilmiş Estragon gibi (gerçi, meclis kalitesi olarak tüm dünya neredeyse aynı ortalamaya sahip). Mesela İdris Naim Şahin’i ele alalım. Size de gün boyu hikayesizlikten ne yapacağını şaşıran biri gibi görünmüyor mu? Bütün gafları, konuşmayı bilmezliği, söylemlerindeki manasızlık, cümle kuramazlığı, iki lafı bir araya getiremezliği, öngörü sahibi olamazlığı, kibirli ve kindar oluşu, savaş çığırtkanlığı yapması,…vb. vb. vb. vasıfları, aynı anda hem cumhuriyetçi hem islamcı hem demokratik hem Kemalist hem laik hem de Bakan olmayı başarmak isteyişinden kaynaklanıyor gibi.

 

Oysa İçişleri Bakanı olmuş birinden söz ederken bizden daha donanımlı, daha perspektif sahibi, “bir ormanda bir ağaç devrilirse orada üç hikaye vardır: senin hikayen, benim hikayem ve ağacın hikayesi” diyen Kırmızı Başlıklı Kız’daki kurbağa dedektif gibi üç boyutlu düşünme yeteneğine sahip birini arzuluyor insan.

 

BAKAN BAŞTAN KOKAR

Mamafih, bizim Bakan, -ki, bakan baştan kokar, demeden de geçemeyeceğim- bir olayı sadece olay gibi görmekten öteye geçemeyenlerden. Bir örnekle pekişelim: Prof. Büşra Ersanlı’nın yakalanması ile ilgili İdris Naim şöyle demişti, “Büşra hanım Türkiye'deki binlerce profesörden bir profesördür. Bu ülkede bütün profesörler tutuklanmış olsa merak eder sorabiliriz ama binlerce profesörden bir profesör tutuklanmış olabilir. Binlerce kaymakamdan bir tanesi tutuklanmış olabilir, binlerce esnaftan bir tanesi tutuklanmış olabilir.”

 

Tabii ki buna coşkun ırmak anakronizmi de diyebilirsiniz. Yani bizim Bakan’a göre bir kasa limondan bir limon almak ile binlerce profesörden bir profesör almak arasında hiçbir fark yok. Bu anlayış, “olaya bir de buradan bakalım” bile değildir. Bu anlayış, “olay çıkaralım, olayı görmeyelim ve olaya bakanın alnını karışlayalım” anlayışıdır.

 

DEMOKRASİNİN YOLU EMNİYET AMİRLİĞİNDEN GEÇER

Bakan’ın her konuşmasında demokrasiden ve insan haklarından söz ettiğini görüyoruz. Ayrıca her defasında daha fazla polis alınması gerekliliğinden dem vurur. Yani Bakan için demokrasinin yolu emniyet amirliğinden geçmektedir. Bu yüksek zat’a göre hayatında bir kez olsun polis olmamış, polis gibi davranmamış, bir polise aşık olmamış veya bir polisten dayak yememiş bireylerin yaşadığı bir toplum asla demokrasiye geçemez. Bu minvalde attığı son adım, tüm toplumun, özellikle de Kürtler’in polisliğe terfi etmesi açısından oldukça manidardır. “İçişleri Bakanlığı'nca hazırlanan 'terörle mücadelede ödül yönetmeliği'ne göre, başta Murat Karayılan, Fehman Hüseyin ve Cemil Bayık'ın olduğu PKK'nın lider kadrosundan her birini yakalatana 4 milyon lira ödül verilecek.” ( http://www.radikal.com.tr/)




“SİZ YAKALAMAYIN, YAKALATIN”

Aslında Bakanlığın “aman bu deneyi evde sakın denemeyin çocuklar” türünden “siz yakalamayın, yakalatın” deyip tebaasını düşünmesi de ayrı bir vicdani güzellik. Tüm Anadolu’yu elde terlik “her Türk milyoner doğar” güzellemesiyle Kandil’i fethe çıkarken (hazır, görsel gaz oranı da hala perdelerdeyken) tahayyül etmek de bizim neslimize kısmet oldu. Elbette olayı ti’ye alıp asıl meseleyi görmezlikten de gelmemek gerek. Dersim İsyanı’nda da yine böyle bir yönteme başvurmuş ve açıkçası başarılı da olmuşlardı. Seyid Rıza’nın yeğeni Rehber, işgalciler tarafından parayla satın alınmış ve gerek Koçgiri İsyanı’a gerekse Dersim İsyanı’a liderlik etmiş olan Alişer, Rehber tarafından pusuya düşürülerek başı kesilmişti. “Kürtler asla bu tuzaklara düşmez” deyip romantik milliyetçilik yapmaya gerek yok. En nihayetinde Şeyh Said’i de ihbar edip yakalatan bacanağı emekli Binbaşı Kasım (Ataç)’dı.

İNSANLIK HALA ESKİSİ GİBİ

Kürt siyasal hareketi eskisi gibi deneyimsiz ve ayakları yere basmayan bir hareket değil. Lakin Kürtler’in devlete karşı direniş tarihinde her zaman devlet yanlısı Kürt aşiretleri de çıkmıştır. Devletin yüz yıldır süregelen politikası da Kürtler’in içindeki bu aşiretleri kendi yanına para, toprak ve imtiyaz ile çekmesi olmuştur. Şimdi de eskiden sonuç aldıkları “parayla hainleştirme” yöntemini tekrardan gündeme getirmekteler. Kürtler her ne kadar eskisi gibi olmasa da insanlık hala eskisi gibi olduğundan, sorunu yine “ihbarcılar” aracılığıyla çözme gayreti içerisindeler.

 

Olaylara sadece olay gözüyle Bakanlar, Murat Karayılan’ın kellesini sofralarında gördükleri vakit bu uluslararası sorunun da hemen biteceğine inanmaktalar. Abdullah Öcalan’ı yakaladıklarında da tüm sorunun bittiğini sanmışlardı. Liderlerin yakalanması veya öldürülmesi elbette savaş stratejilerinde psikolojik çöküntü yaratabilmek için önemlidir, lakin –yanlış hatırlamıyorsam Ahmet Rıza’ya ait- , “mesele Abdulhamit olmakta değil, Abdülhamit olmasaydı da toplum oraya bir Abdülhamit koyardı” sözü durumu özetler gibidir. Liderlerin yok edilip davaların bittiği o kadim zamanlarda değiliz artık. Üstelik, onca zulmün ve cinayetin acısını sadece liderler çekmiyor. Milyonlarca insandan söz ediyoruz.

 

YAVUZ SELİM OLMA İSTENCİ

Yine de, geldiğimiz süreçte İçişleri Bakanlığı’nın mevcut terörle mücadele kanunu uyarınca ağzını her açanı cezaevine yolladığını unutmamak gerek. Bu da gösteriyor ki mücadeleyi yine cumhuriyet dönemi formatına taşıma arzusu içindeler. Yani hem liderleri hem de bu davanın haklılığına gönül verenleri yok etmek niyetindeler. Bu dar görüşlülük ve bu Yavuz Selim olma istenci ile bugüne kadar Kürt meselesini çözmek isteyenlerin hepsi katlettikleri sayısız insanın yüzüyle beraber yok olup gittiler. PKK’nin tüm lider kadrosunu an itibari ile ele geçirseler ne olur? Tüm KCK kadrosunu defalarca ve defalarca içeri tıktılar, KCK bitti mi? Tüm aklı başında insanları yok edip susturursanız olacak olan tek şey siyasetin de savaşın da gün geçtikçe daha pespayeleşmesi daha kin ve nefret yüklü olması ve daha içinden çıkılmaz bir hal almasıdır.

 

HÜKÜMET VAROLDUĞUMUZU NASIL ANIMSATACAK?

Devletin barışa yönelik bir an evvel adım atmaması ve “terörle mücadele kanunu” denen paranoyayı değiştirip, bu sorunu evrensel hukukun ilkeleri doğrultusunda, ihtiyacımız olan gerçek demokrasiyi içselleştirerek ve Kürtler’in taleplerini masaya yatırarak diyalogla çözmemesi halinde, her iki tarafın da savaş koşullarının olgunlaşması ve harekete geçmek için bekledikleri bahar koşullarının gelmemesi için baharın gelişini engelleyecek mistik güçler bulmamız gerekecek. Doğa süreçlerini doğal süreçler gibi yaşamak zorunda değiliz. Lakin görünen o ki bu laik, demokratik, İslamcı, Kemalist, cumhuriyetçi, totaliter, muhafazakar, liberal,… kısaca kafası karışık hükümet, karşılıklı cenaze törenlerini bize, bir fantazma evreni içindeymişiz gibi izlettirip kendimizi bir “hiç”mişiz gibi hissettirecek; ve varolduğumuzu anımsamamız için bize kalacak olan tek şey; karşılıklı nefret söylemlerimiz, intikam arzumuz ve biriktirdiğimiz hınç kültürü olacak.

 

Baharın gelişini durdurmamız mümkün değil, lakin göz göre göre içine sürüklendiğimiz şiddeti durdurmak en nihayetinde bizim, daha doğrusu hükümetin elinde. Yüz yıldır aynı fasit dairenin içinde dönüp durmanın bir anlamı var mı?