Prof. Dr. Baskın Oran, Lozan’ın azınlıklara tanıdığı hakları ve Kürtler ve Alevilerin durumuna ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Devlet politikasının Kürtler ve Alevilerde azınlık bilinci oluşturduğunu savunan Oran, “Eğer Kürtlere Lozan 39/4’teki haklar tanınsaydı, bugün bu mesele ortada olmayabilirdi. Ama dil haklarını yasaklama başta olmak üzere vahim bir asimilasyon politikası uygulandı ve bu da Kürt azınlık bilincini diri tuttu. Aslında, 1950’lerden sonra şehirlere akın eden Alevilere de ayrımcılık uygulanmasaydı, asimilasyon uygulanmasaydı, Alevilik bilinci de bugünkü gibi olmazdı. Uzun lafın kısası, başat unsur olan Sünni Türkler devlete hakimdirler, asimilasyon uygulamışlardır, ve başlarına Kürt ve Alevi sorunlarını kendileri çıkarmışlardır. Ve artık bu, geri dönülemez bir durumdur. Çünkü azınlık bilinci bir kez ortaya çıktıktan sonra uygulanacak olan asimilasyon/şiddet politikası tek bir sonuç yaratır: Bu bilinci keskinleştirir. Şimdi OHAL rejimi bu açıdan eşsiz bir laboratuvar olmakta; AKP farkında değil” dedi.

Prof. Dr. Baskın Oran, Ahval’den Eylem Yılmaz’ın sorularını yanıtladı.

- Yeni kitabınız, "Etnik ve Dinsel Azınlıklar - tarih, teori, hukuk, Türkiye" ile tartışılması dikenli konulardan biri olan azınlıklar konusunu A'dan Z'ye işlemiş, başvurulacak bir kaynak olarak hazırlamışsınız... Azınlıkların korunması konusunda başlatılan İslam'ın ilk dönemlerinde Hz. Muhammed tarafından oluşturulan "Medine Vesikası" ile başlıyorsunuz kitaba. İslam'ın ilk döneminde azınlıklara yaklaşım nasıldı?

Medine Vesikası erken (7. Yüzyıl) bir dinler arası oydaşma metnidir, önemlidir. Ama abartmamak lazım. Çünkü Türkiye’de 90’ların başında dindar Müslümanlardan Ali Bulaç’ın sol yayınlar içinde başlattığı tartışmaya konu edilmesi iki amaca yönelikti:

1) İslam’ın demokrasiye açık olduğunu göstermek;

2) Çok-hukuklu bir toplumsal yapının Türkiye’de kurulabileceğini ve İslamistler ile Modernistler arasındaki ihtilafı ortadan kaldırabilecek bir çözümün mümkün olduğunu söylemek.

Oysa Hz. Muhammed tarafından hazırlanan bu metin azınlıkların haklarını koruyordu ama, koruduğu azınlıklar Medine’deki Yahudiler ile Hicret’le Medine’ye bizzat kendisinin liderliğinde gelen Müslümanlardı. Eğer bu belge çoğunluk olan Medine putperest Arapları tarafından hazırlansaydı, o zaman olurdu.

Diğer yandan, Medine Vesikası 1454’te Osmanlı’daki Millet Sistemi’ne dönüştü ve orada demir attı; daha ileri gidemedi. Millet Sistemi, Gayrimüslimlere özerklik tanıyordu ama onları Müslümanlar karşısında kesinlikle ikinci sınıf sayıyordu.

Oysa 16. Yüzyılda Protestanların korunması olarak başlayan tarihsel süreç evrilerek ve gelişerek bugünkü insan ve azınlık hakları sistemini kurdu.

- Bugün İslam dininin azınlıklara, diğer dinlere yönelik baskı aracı olarak yöneltilmesini bu tarihsel perspektiften nasıl yorumlarsınız? IŞİD gibi örgütler nasıl ortaya çıkabiliyor? Buradaki temel sorun nedir?

İslam’ın azınlıklara muamelesi, tamamen, Millet Sistemi’nin sürdürülmesinden ibaret: Gayrimüslimler kendi dinsel işlerinde özerk olsunlar, ama bizim sözümüzden ve vesayetimizden çıkmasınlar.

Fakat IŞİD bu çizginin çok çok dışında. Hiç ilgisi yok. Gayrimüslimleri, hatta kendisinden olmayan Müslümanları ortadan kaldırmaya yönelik bir çete. Dünyada gelişmiş tek bir İslam devleti olmamasının hıncından kaynaklanıyor ve bu durumu İslamcı söylem kullanan vahşi bir erkek egemen terörle aklınca protesto ediyor. Hepsi bu.

- Türkiye'de azınlıklar konusu hukuki çerçevesinden ziyade daha çok sosyolojik açıdan tartışılıyor. "Kendisini çoğunluktan farklı gören herkes azınlıktır" tanımı doğru mudur?

Azınlık kavramının en rağbet gören tanımının beş unsuru şunlardır:

1) Geri kalan nüfustan sayısal olarak daha az olacak (ülkenin bazı bölgelerinde çoğunluk olması fark etmez);

 2) Başat olmayacak (çünkü olursa, mesela Apartheid’daki Beyazlar gibi olur, ona azınlık denmez);

3) Vatandaş olacak (çünkü “yabancı” ayrı bir kategoridir);

4) Çoğunluktan etnik, dinsel ve dilsel olarak farklılık gösterecek;

 5) Bu farklılıkları koruma iradesine (azınlık bilincine) sahip olacak (çünkü olmazsa, asimile olmayı seçmiş demektir).

Bu tanımı esas aldıktan sonra tartışılabilir azınlık konusu.

- Peki, hukuki çerçeveden tanımlarsanız; Türkiye'de azınlık kimlere denir?

Gayrimüslimlere denir. Bu da Lozan Kesim III’ten kaynaklanır.

Yalnız, şunu da derhal ilave etmek lazım: Bu Kesim “Azınlıkların Korunması” başlığını taşır, ama Gayrimüslimlerden başka gruplara da haklar getirir.

Örnek,  “Türkçeden başka dil kullananlar” mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilirler (Md. 39/5). Örnek, Gayrimüslimler dışındakilerin de yararlanacağı haklar getirir: “Bütün TC vatandaşları” istedikleri bir dili ticarette, özel ilişkilerde, açık toplantılarda, basın-yayında kullanabilirler ve “buna hiçbir kısıtlama getirilemez” (Md. 39/4).

Oysa herkes bilir ki bizde devlet ne kadar kısıtlama varsa getirmiş ve bu iki fıkrayı en baştan beri mükemmel biçimde ihlal edegelmiştir.  - Kürtler ve Aleviler, niçin kendilerini azınlık olarak tanımlamıyor, bunu reddediyorlar?

Çünkü Millet Sistemi’nin tarihî etkisi altındalar. Türkiye’de azınlık deyince Gayrimüslimler anlaşılıyor ve onlar da ikinci sınıf hatta aşağılık vatandaş olarak algılanıyor. Üstelik, azınlık deyince sadece ikinci sınıf ve aşağılık kastedilmez bizde; bir de “beşinci kol” yani vatan haini de kastedilir. Kürtler ve Aleviler de bu genel havanın etkisi altındalar.

- AB, Türkiye'ye, "Azınlık haklarını tanıyın" diyerek azınlıklara bir statü verilmesini mi talep ediyor?

Hayır. Azınlık statüsü verin diyen yok. Artık uluslararası standart haline gelmiş hakları tanıyın, deniyor. Lozan imzalandıktan sonra dünya kadar azınlık koruma metni çıkarıldı. Bunlardaki hakları tanıyın diyorlar. Örnek: Kendi dilini kullanma, eğitimde kullanma, partiler ve vakıflar vs. kurma. Özet olarak, kendi farklı özelliklerini koruma hakkı.

- Buradan hareketle Kürt sorununun çözümü için doğru yöntem nedir? Örneğin, Kürtlerin, "Asli kurucu unsuruyuz, anayasaya bu şekilde geçirilmeli" talebi doğru ve gerçekleştirilmesi mümkün bir talep midir? AB ve Lozan anlaşmasındaki karşılığı nedir?

Eğer Kürtlere Lozan 39/4’teki haklar tanınsaydı, bugün bu mesele ortada olmayabilirdi. Ama dil haklarını yasaklama başta olmak üzere vahim bir asimilasyon politikası uygulandı ve bu da Kürt azınlık bilincini diri tuttu.

Aslında, 1950’lerden sonra şehirlere akın eden Alevilere de ayrımcılık uygulanmasaydı, asimilasyon uygulanmasaydı, Alevilik bilinci de bugünkü gibi olmazdı.

Uzun lafın kısası, başat unsur olan Sünni Türkler devlete hakimdirler, asimilasyon uygulamışlardır, ve başlarına Kürt ve Alevi sorunlarını kendileri çıkarmışlardır.

Ve artık bu, geri dönülemez bir durumdur. Çünkü azınlık bilinci bir kez ortaya çıktıktan sonra uygulanacak olan asimilasyon/şiddet politikası tek bir sonuç yaratır: Bu bilinci keskinleştirir. Şimdi OHAL rejimi bu açıdan eşsiz bir laboratuvar olmakta; AKP farkında değil.

Diğer yandan, “biz aslî ve kurucu unsuruz” demek ayıptır. Düpedüz, yukarıdaki tahttaki Türklerin yanına gelmek istiyoruz, demektir çünkü. Alevi ve Kürtlerden başka Çerkes’i var, Gayrimüslimi var, var oğlu var. Onları küçümsemek anlamına gelir bu iddia ve talep. - Kürtler ve Aleviler, niçin kendilerini azınlık olarak tanımlamıyor, bunu reddediyorlar?

Çünkü Millet Sistemi’nin tarihî etkisi altındalar. Türkiye’de azınlık deyince Gayrimüslimler anlaşılıyor ve onlar da ikinci sınıf hatta aşağılık vatandaş olarak algılanıyor. Üstelik, azınlık deyince sadece ikinci sınıf ve aşağılık kastedilmez bizde; bir de “beşinci kol” yani vatan haini de kastedilir. Kürtler ve Aleviler de bu genel havanın etkisi altındalar.

- AB, Türkiye'ye, "Azınlık haklarını tanıyın" diyerek azınlıklara bir statü verilmesini mi talep ediyor?

Hayır. Azınlık statüsü verin diyen yok. Artık uluslararası standart haline gelmiş hakları tanıyın, deniyor. Lozan imzalandıktan sonra dünya kadar azınlık koruma metni çıkarıldı. Bunlardaki hakları tanıyın diyorlar.

Örnek: Kendi dilini kullanma, eğitimde kullanma, partiler ve vakıflar vs. kurma. Özet olarak, kendi farklı özelliklerini koruma hakkı.

- Buradan hareketle Kürt sorununun çözümü için doğru yöntem nedir? Örneğin, Kürtlerin, "Asli kurucu unsuruyuz, anayasaya bu şekilde geçirilmeli" talebi doğru ve gerçekleştirilmesi mümkün bir talep midir? AB ve Lozan anlaşmasındaki karşılığı nedir?

Eğer Kürtlere Lozan 39/4’teki haklar tanınsaydı, bugün bu mesele ortada olmayabilirdi. Ama dil haklarını yasaklama başta olmak üzere vahim bir asimilasyon politikası uygulandı ve bu da Kürt azınlık bilincini diri tuttu.

Aslında, 1950’lerden sonra şehirlere akın eden Alevilere de ayrımcılık uygulanmasaydı, asimilasyon uygulanmasaydı, Alevilik bilinci de bugünkü gibi olmazdı.

Uzun lafın kısası, başat unsur olan Sünni Türkler devlete hakimdirler, asimilasyon uygulamışlardır, ve başlarına Kürt ve Alevi sorunlarını kendileri çıkarmışlardır.

Ve artık bu, geri dönülemez bir durumdur. Çünkü azınlık bilinci bir kez ortaya çıktıktan sonra uygulanacak olan asimilasyon/şiddet politikası tek bir sonuç yaratır: Bu bilinci keskinleştirir. Şimdi OHAL rejimi bu açıdan eşsiz bir laboratuvar olmakta; AKP farkında değil.

Diğer yandan, “biz aslî ve kurucu unsuruz” demek ayıptır. Düpedüz, yukarıdaki tahttaki Türklerin yanına gelmek istiyoruz, demektir çünkü. Alevi ve Kürtlerden başka Çerkes’i var, Gayrimüslimi var, var oğlu var. Onları küçümsemek anlamına gelir bu iddia ve talep.

Kaynak: Ahval