Neşe Düzel'in röportajı

“AK Parti’nin ‘ben sisteme hâkimim’ demesi çok büyük bir yanılgı. Eğer askerî vesayet bittiyse ve sistemde tek hâkim sensen neden Genelkurmay’ı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlamıyorsun peki?”

 

“AK Parti, demokrasi ve hukuk devleti inşa etme iddiasından vazgeçti. AK Parti kendisi statükocu bir güce dönüşüyor. Acaba Başbakan, bu vaatlerden vazgeçmenin karşılığında başkanlık rejimi mi istiyor?”

 

“Fenerbahçe Orduevi’nde başka adlar altında generaller için apartmanlar, beş yıldızlı oteller yapılıyor. Böylece bu beş yıldızlı otellerin parası bütçeden çıkıyor ve oraya denetim için girilemiyor.”

 

***

NEDEN ÜMİT KARDAŞ

 

Türkiye’de olaylar son dönemde adeta bir ters bir yüz örülüyor. Önce hesap sorma, temizlik adına operasyon yapılıyor insanlar içeri alınıyor. Sonra bir büyük operasyon daha yapılıyor aynı insanlar tahliye ediliyor. Sistemdeki suç çeteleriyle mücadele etmek için önce bir kanun çıkarılıyor, bu kanun uyarınca yargı harekete geçiyor soruşturmalar yapıyor, iddianameler hazırlıyor, sonra hemen bir kanun daha çıkıyor, yapılan soruşturmalar, hazırlanan iddianameler adeta çöpe gidiyor. Vesayet sistemini bitirmek için referandum yapılıyor, Anayasa değiştiriliyor, ardından hiçbir yasa değiştirilmediği için ve daha da önemlisi siyasi iktidarın vesayet sistemiyle sorunu bittiği için vesayet geri geliyor. Siyaset-asker-yargı ilişkilerinde neler oluyor? Peş peşe gelen tuhaf yargı kararları ne anlama geliyor? Cinayetle suçlanan Özel Harekâtçı polisler hukuksal nedenlerle mi tahliye edildiler? Mehmet Ağar’ı mahkûm eden hâkimi kim, niye görevden aldı? Hrant Dink’i tehdit eden MİT’çiler zamanaşımıyla nasıl kurtuldular? Referandum yaptık, Anayasa’yı değiştirdik ama yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlayabildik mi? AKP’nin yargı üzerinde bir ağırlığı var mı? Ergenekon’un üstü kapatılıyor mu? Terörle Mücadele Kanunu neden değiştirilmiyor? Neden bir hukuk reformu yapılmıyor? Bütün bu soruları Fatih Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ümit Kardaş’a sorduk. Güvenlik sektörü konusunda çalışmaları olan Emekli Askerî Hâkim Kardaş’ın şiir kitaplarının yanı sıra “Hukuk Devlete Sızabilir mi”, “Demokrasi ve Hukuk Krizi” isimli kitapları var.

***

 

NEŞE DÜZEL: Adalet sistemimizde birçok değişikliği gerçekleştiren referandumdan sonra biz bugün nasıl bir yargıyla karşı karşıyayız?

ÜMİT KARDAŞ: Yargı sistemimizin referandumdan sonra düzeldiğini söyleyemeyiz. Çünkü adalet sisteminde yapılması gereken değişikliklerin devamı gelmedi. Biz hâlâ adil yargılanma hakkının uygulanmadığı bir sistem içindeyiz. Özel yetkili mahkemeler ve askerî yargı gene yerinde duruyor. Askerî yargının yetki genişliği sürüyor. Askerî Yargıtay, Askerî Danıştay devam ediyor.

 

Vatandaş açısından bu nasıl bir sonuç yaratıyor?

Demokrasilerde, vatandaş suç işlediğinde hangi mahkemede yargılanacağı bilir. Bizde bilmiyor. Ceza mahkemesine mi, özel yetkili mahkemeye mi yoksa askerî mahkemeye mi gidecek bilmiyor. Oysa hepsinde farklı bir hukuk ve farklı usuller uygulanıyor. Bu ne demek?

 

Ne demek?

Bizde hukuk yok demek bu. Kabul edelim! Hukukun askıya alındığı, kurmaca bir hukukun yaratıldığı bir sistem içindeyiz biz. Bu sistemin yargısı da kurmaca, hukuku da kurmaca. Yani yargı da sanal, hukuk da sanal bizde. Hukuka bağlı, hukukun üstünlüğü prensibine dayalı demokratik bir rejimimiz yok bizim.

 

Referandumdan evet oyu çıkmasının sonucunda Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısı değiştirildi. HSYK hâkim ve savcıları atayan ve onlara terfilerini veren çok önemli bir kurum. Bu değişiklikle yargının bağımsızlığını sağlayabildik mi peki?

Referandumda “evet ama yetmez” derken umudumuz buydu. HSYK’nın tepesindeki yedi kişinin birbirini belirlediği sistemin daha demokratik hale gelmesini istiyorduk. HSYK üyelerinin seçilmesi daha demokratik bir hale geldi ama bu kurulun uygulamalarının nasıl olacağını süreç içinde göreceğiz. Yalnız şu âna kadar ortaya çıkan bazı ipuçları, HSYK hükümetin etkisinde kalıyormuş gibi bir izlenim yaratıyor.

 

Bu ipuçları neler?

Deniz Feneri Davası’nda yaşananlar... Özel Harekâtçı polislerin tahliyesinin nöbetçi hâkim tarafından yapılması. Bunlar, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla ilgili soru işaretleri yaratıyor. Şu ortaya çıkıyor ki, yargıda köklü bir değişiklik gerekiyor. Birtakım değişikliklerle sistem değişmiyor. Hâkimlerimizin ve savcılarımızın zihniyeti aynen sürüyor. Kendilerini hukukla bağlı hissetmiyorlar.

 

Eskiden bir “yargı vesayetinden” söz ediyorduk ve yargı 28 Şubat gibi süreçlerde hep darbecilerden yana çıkıyordu. Bu yargı vesayeti kırılmadı mı?

Kırılmadı. Statüko yerinde olduğu gibi duruyor. Vesayetçi rejim bütün kurumlarıyla, zihniyetiyle, uygulamalarıyla, yaptıklarıyla duruyor yerinde.

 

Siz de bahsettiniz. Arka arkaya tuhaf kararlarla karşılaşıyoruz. Örneğin geçen gün nöbetçi mahkeme, haklarında cinayet dâhil çok ciddi suçlamalar bulunan eski Özel Harekâtçı polisleri tahliye etti. O polislerin suçlarını ortaya çıkaran Ayhan Çarkın tutuklu ama diğer polisler serbest. Bunu nasıl açılıyorsunuz?

Yargıda hâlâ, cinayetleri devlet adına yapılmış fiiller olarak görüp, bunları cezalandırmayan, bunları meşrulaştıran zihniyette ve tutumda insanlar var demektir bu. Biz, Kürt işadamlarının ölüm listelerinin Milli Güvenlik Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Demirel’in önünde, bu ülkenin başbakanlarının önünde konuşulduğunu biliyoruz. Düşünün, Cumhurbaşkanı Demirel, “Devlet rutin dışına çıkabilir” diyor. Bu fiilleri meşrulaştırma işte buralardan geliyor. Nitekim Mehmet Ağar ne diyor? “Biz devlet için yaptık, biz devlete hizmet ettik” diyor.

 

Peki, o Özel Harekât polisleri saf hukuksal nedenlerle tahliye edilmiş olabilirler mi?

Gazetelere yansıdığı kadarıyla hukuksal bir neden gözükmüyor ortada...

 

Bunlara yurtdışına çıkma yasağı da konulmadı... Tahliye edilen polislerin, kaçması halinde onları tahliye eden yargıcın hukuki bir sorumluluğu olur mu?

Tabii ki olur. Bir müfettiş gönderilir ve o tahliyelerin mevcut dosyadaki delillere uygun olup olmadığı ortaya çıkarılabilir. Çünkü o tahliyelerden sonra, yurtdışına çıkma yasağı gibi mutlaka adli kontrol tedbirlerinden birinin mutlaka uygulanması lazımdı. Bunun araştırılması lazım. Görevi ihmal ve kötüye kullanma gibi suçlar işlenmiş olabilir.    

 

Peki, bu suçun gereği yapılır mı?

Bizim yargıda bu suçlar sık sık işlenir ama gereği yapılmaz.

 

Mehmet Ağar’ı mahkûm eden ve bu polisleri tutuklayan yargıcı da görevden aldılar. Bunu nasıl izah etmek gerekir?

Aslında bu, müthiş bir iktidar mücadelesi. Mehmet Ağar faktörünü iyi değerlendirmek lazım. Ağar herhangi biri değil. Mehmet Ağar meselesi nereye uzanıyor çok önemli. Çünkü Ağar’ın karakutu olduğu söyleniyor. Onun söyleyeceği şeyler dönemin Cumhurbaşkanı’nı ilgilendiriyor. Milli Güvenlik Kurulu’na kadar gidiyor iş. O kurulda cumhurbaşkanı, başbakan, genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları ve bakanlar var. Oralara kadar gitmesi gereken bir soruşturma bu. Bu soruşturmayı hangi noktada kesmeye çalıştıklarının soru işareti var şimdi burada.

 

Yargıcı görevden alarak, soruşturmayı Özel Harekâtçı polislerde mi kesiyorlar?

Bizde hep öyle olmuştur. Soruşturmalar hep en altta kullanılan insanda kesilmiştir. Eğer en alttaki de “ben bildiklerimi söylerim ha” diye imalarda bulunursa, onları da kurtarma yönünde bir şeyler yapılır ve bu en alttakiler de tahliye edilir. Sistem böyle işler. Şimdi bir ölçüde bunu yaşıyoruz.

 

Mehmet Ağar’ı mahkûm eden ve Özel Harekâtçıları tutuklayan yargıcı HSYK mı görevden aldı?

Evet. Biraz önce, mesele bir yerlere gidiyor ve belki bu engellenmek istiyor diye bir saptama yaptık ya... Acaba HSYK’ya etki eden bir güç var mı? Şimdi bütün mesele budur.

 

Vesayet sistemi dediğimiz ve referanduma “evet” diyerek değiştirmeye çalıştığımız tam da bu sistem değil miydi bizim? Yargıdaki vesayet sistemi bitmedi mi?

Tabii bitmemiş oluyor. Netice itibarıyla vesayet sistemini yürütenin illa asker olması gerekmiyor. Sivil bir kurum ya da organ da, sivil bir kişi de vesayet sistemini sürdürebilir. Türkiye artık bu tekçi felsefeden çıkıp çoğulcu felsefeye geçmeli. Demokrasiyi sıfırdan inşa etmeli. Ama bu konuda hiçbir işaret yok. Daha önce ne deniyordu? “HSYK, statükonun vesayeti altında” deniyordu.

 

Şimdi ne deniyor?

Şimdi hangi eleştiri yapılıyor? “HSYK, hükümetin etkisinde” deniyor. O zaman da mesele şu noktaya gelip dayanıyor. “Hükümet belli soruşturmalarda nereye kadar gitmek istiyor” sorusuna varılıyor. Mesela Susurluk soruşturmasını üç beş Özel Harekâtçıyla mı kapatmak istiyor yoksa o dönemin kudretlilerine kadar mı gitmeyi planlıyor? Hükümet hakikaten Ergenekon soruşturmalarını bir sonuca ulaştırmak istiyor mu, istemiyor mu?

 

Susurlukçuları tahliye ederek, Ergenekon soruşturmalarını sonuca ulaştırabilir mi? Ergenekoncuları içeride tutabilir mi?

Şike soruşturmasında da aynı şey yaşandı. O zaman şöyle düşünebilirsiniz. Siyasi otorite, bütün bu soruşturmaları belli bir zaman içinde belli bir noktada afla veya zamanaşımıyla ortadan kaldırmak mı istiyor? Böyle tahliyelerle yargılama sürecini sulandırmayı mı arzuluyor?

 

Bu soruları sizin cevabınız nedir?

Adalet ve Kalkınma Partisi, yeni bir felsefeyle yeni bir demokratik rejim kurma arzusundan, hukukun üstünlüğüne bağlı bir hukuk devleti inşa etme iddiasından vazgeçmiş gözüküyor. Ak Parti statükocu bir güce dönüşüyor ve büyük bir fırsat kaçırılıyor. Çünkü bugünkü Türkiye hiçbir sorununu statükocu anlayışla çözemez. Kürt sorununu da, Alevi meselesini de çözemez. Karşılıklı tavizler vererek, rejimi kıyısından köşesinden düzelterek yola devam edemezsiniz. Tabii bu noktada Başbakan’ın beklentileri de çok önemli.

 

Başbakan’ın beklentileri ne olabilir sizce?

AK Parti bir değişim rüzgârıyla ve değişim vaadiyle iktidara geldi Sorunları çözeceğini vaat etti. Topluma yeni sivil bir anayasa vaat etti. . Eğer Başbakan’ın kendisi için bir beklentisi olmasaydı, bu yolda ilerlenirdi. Acaba Başbakan, bu vaatlerden vazgeçmenin karşılığında başkanlık rejimi mi istiyor? Tayyip Erdoğan 2014’te etkili bir cumhurbaşkanı mı olmak istiyor? Erdoğan’ın, cumhurbaşkanının bugünkü yetkileriyle tatmin olması mümkün değil.

 

Yargıda son yaşananlar ve yapılan tahliyeler, Erdoğan’ın başkanlık sistemi için belli kesimlerle girişebileceği olası pazarlıkların ve uzlaşmaların bir sonucu mu sizce?

Biraz öyle gözüküyor. Oysa başkanlık sistemi Türkiye açısından sakıncalı. Bu sistem, Amerika’da federatif yapı üzerinde uygulanıyor. Bizde de Kürt sorununun çözümü için merkezin bazı yetkilerini yerele devretmesi gerekiyor. Bu yapısal değişikliği gerçekleştirmeden, merkezde, başkanlık sistemine gittiğiniz takdirde, bu değişiklik Türkiye’yi otoriter bir rejime götürür. Başbakan Türkiye’nin büyük meselelerini çözerek tarihe geçebilirdi ama bu büyük fırsat kaçıyor.

 

Hrant Dink, tehdit eden MİT’çiler de zamanaşımı nedeniyle kurtuldular. Bunu nasıl açıklamalıyız?

Sistem böyle işliyor. Kurtarmak istediklerini kurtarıyor. Yargı da bağımsız değil zaten. Konunun üzerine gidemiyor. Hükümet Hrant Dink davasında hakikaten gerekeni yapmadı. Kolluk ve MİT, hükümetin elinde. Hükümet istediği görevli hakkında soruşturma başlatabilir ama başlatmıyor. Mesela vali muavininin ve o iki MİT görevlisinin soruşturma kapsamına baştan girmeleri gerekiyordu. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü de sorumluydu ama bu kişi sonra vali oldu. Çünkü hükümetin eski statükoyla uzlaşarak devam ettirdiği bir vesayet rejimi var bugün. Biz yanılgı içindeyiz.

 

Hangi konuda yanılıyoruz?

“Üç, beş general içeri girdi. Askerî vesayet bitti. Artık tamam bu iş” diye kamuoyunda yanlış bir algı oluştu. Oysa vesayet kurumları duruyor. Kaldı ki içeride yatan generallerin ve askerlerin şartları orayı orduevine çevirecek kadar fevkalade iyi. Vesayet rejiminde hiçbir değişiklik yok. Siyasi iktidarın gücü yargının ve Silahlı Kuvvetler’in üzerinde bir ölçüde arttı, o kadar. 30 ağustosta dört general gitti, hiç şansı olmayan bir general Genelkurmay Başkanı oldu. Bu general diğerlerine göre daha ılımlı olabilir ve siz bu konjonktürde vesayet rejimine hâkim gözükebilirsiniz ama yarın konjonktür değiştiğinde, değiştirmediğiniz bu vesayet sistemi sizi eskisi gibi gene mağdur eder. Üstelik sadece sizi değil bütün Türkiye’yi mağdur eder. Bu yüzden AK Parti’nin “ben sisteme hâkimim” demesi çok büyük bir yanılgı. Çünkü o zaman sorarlar ona.

 

Ne sorarlar?

Eğer askerî vesayet bittiyse ve sistemde tek hâkim sensen neden Genelkurmay’ı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlamıyorsun? 1324, 1325 sayılı iki kanun var. Biri, Genelkurmay’ın, diğeri Milli Savunma Bakanlığı’nın yetkilerini ve görevlerini düzenliyor. 1970’te Milli Savunma Bakanlığı Kanunu’nun içi boşaltıldı ve terfiler dâhil her konuda Genelkurmay Başkanlığı yetkili kılındı. Kendi bütçesini yapıyor, her türlü makamla yazışabiliyor. Yani özerk!

 

Demokrasilerde bu mümkün mü? Silahlı bir güç bizde hâlâ özerk, öyle mi?

Evet, özerklik devam ediyor. Kendi mahkemesi, danıştayı, hastanesi, imtiyazları var. Sayıştay Kanunu değişti ama Genelkurmay’ın özerkliği sürüyor. Bu özerk yapıyı Sayıştay denetleyemiyor. Yaptığı harcamalarla ilgili yerindelik denetimi yapamıyor, Genelkurmay’ın kapısından dönüyor. Kamuoyunun savunma harcamalarıyla ilgili bilgilenme hakkına da sınırlama getirildi. Silahlı Kuvvetler’in kantin gelirleri ve harcamaları var. Bunun kontrolü bile yapılamıyor. Kantin harcamalarını kendisi denetliyor. Devletin içinde adeta devlet gibi yapı var. Mesela generallere beş yıldızlı oteller, lojmanlar yapılıyor. Hiçbir şey denetlenemiyor.

 

İstanbul’da Deniz Kuvvetleri, Beylerbeyi’nde Boğaz’ın dibine Belediye’nin ve vatandaşların gözü önünde dev gibi bir kaçak bina yaptı, o da denetlenmedi.

Fenerbahçe Orduevi’nin içinde de generaller için apartmanlar, beş yıldızlı oteller yapılıyor. Oraya da denetim için giremezsiniz. Bunlar başka adlar altında yapılıyor ve bu beş yıldızlı otellerin parası bütçeden çıkmış oluyor. Söylediğim korkunç bir şey aslında! Oranın ruhsatını denetleyemiyorsunuz. Anlayacağınız apayrı, özerk bir yapı bu. Bu kurumun silah alımlarını da denetleyemiyorsunuz. Bu alımlar hâlâ parlamentonun denetim ve gözetiminin dışında. Sürekli askerî operasyonlar yapılıyor, sürekli silahlar alınıyor. Bu silahlar ne kadar gerekli hiç denetlenmiyor, harcamalar bilinmiyor. Üç-beş generali emekli edip, 30-40’ını da darbe girişiminde bulundular diye içeri attınız diye askerî vesayet hiç biter mi? Bitmez. Arkadan gelenler kimler? Bunlar nasıl geliyorlar?

 

Nasıl geliyorlar?

Genelkurmay bütün bu özerk yapılanmasıyla, yetkileriyle, imtiyazlarıyla ve denetimsizliğiyle duruyor. Hiçbir şeffaflık yok. Türkiye her an geçmişe dönebilir. Bir bunalım olur ve o gün Amerika’nın işine otoriter bir rejimi desteklemek gelir ve Türkiye tekrar otoriterliğe kayar. Çünkü AK Parti yapısal değişiklik yapmıyor. Biz demokrasi ve hukuk varmış, askerî vesayet bitmiş gibi yaparak kendimizi kandırıyoruz. Türkiye bir an önce sıfırdan bir demokratik rejim inşa etmek zorunda.

 

Yargı bağımsız mı peki?

Hayır, bağımsız da değil, tarafsız da değil.

 

Ergenekon operasyonları durdu. Bu, Ergenekon tümüyle açığa çıktığı ve bütün sorumlular yakalandığı için mi oldu yoksa birisi bu soruşturmanın yolunu mu kesti sizce?

Ergenekon ulaşması gereken yere gitmiyor, ilerlemiyor. Son yaşananlardan ve Şike Kanunu’ndaki değişikliklerden sonra Ergenekon’da çok fazla bir şey beklememek lazım.

 

Çeşitli suçlardan sanık olan askerlere doğru hukuk kararlı bir şekilde ilerliyor ama konu polis ya da MİT olduğunda bir duraklamayla karşılaşıldığı söyleniyor. Bu, doğru bir gözlem mi sizce?

Doğru. MİT ve polis doğrudan hükümete bağlı. Onu koruma refleksi gösteriyor.

 

Tutukluluk süreleri çok uzun ve iktidar bu süreyi kısaltmıyor. Niye kısaltmıyor sizce?

Adalet Bakanı’nın gerekçesi şu. “Kamu vicdanını rahatsız edecek bir çok suçlu dışarıya çıkacak” diyor..

 

Kamu vicdanını uzun tutukluluk süresinin de rahatsız ettiğini düşünmüyor mu siyasi iktidar?

Öyle düşünüyor. Ayrıca eğer tutukluluk süresi kısaltılırsa, eşitlik ilkesi gereğince KCK’da tutuklu olanlar da bundan yararlanacak ve tahliye olacaklar. Bunu istemiyorlar. Çünkü siyasi iktidar, siyaseten çözemediği bir sorunu yargıyı kullanarak çözmeye çalışıyor. Meseleye güvenlik konsepti içinde bakıyor. Başbakan, KCK operasyonları hakkında, hâkim ve savcıları etkileyecek, yargı üzerinde baskı oluşturacak şeyler söylüyor. Siyaseten çözmeniz gereken sorunları çözemeyip, bu sorunları yargının önüne hadi sen çöz diye çöplük gibi dökemezsiniz. Yargı bunun altından kalkamaz. Kürtlerin, Alevilerin, gayrımüslimlerin, Türkiye vatandaşlarının hak, hukuk, özgürlük sorunlarını siyasi olarak tartışıp çözeceksiniz. Kürt sorununu sadece yargıyı kullanarak çözemezsiniz. Yargı, zihniyetiyle devleti koruyor.

 

Terörle Mücadele Yasası evrensel hukuka uygun mu?

Tabii ki uygun değil. Aslında bütün sorun Terörle Mücadele Kanunu’ndan çıkıyor. TMK, Türk Ceza Kanunu’nun içini boşaltan ve sistemde paralel bir özel ceza kanunu yaratan bir düzenlemedir. Muğlâk bir terör tanımı yaparak insanları örgüt üyesi gibi yargılıyor ve cezalandırıyor bu kanun. Bu AK Parti hükümeti çıkardı. O sırada Adalet Bakanı Cemil Çiçek’ti.

 

TMK ile ne yapılmak istendi?

Bir, cezalar arttırılmak istendi. Oysa Ceza Kanunu’ndaki cezalar zaten yeteri kadar ağırdı. TMK, cezaları bir bölü iki oranında arttırdı. İki, her şey terör örgütünün propagandası yapmak suçuna sokulamıyordu. Şimdi propaganda dendi mi bitiyor iş. Çocukların pankart açmasından gazete röportajına kadar her şey bu maddeye sokuluyor ve insanlar örgüt üyesi olmadıkları halde örgüt üyesi olarak çok ağır cezalandırılıyor. Üç, savunma aşamasında avukatın dosyayı alıp inceleyebilmesi hâkim kararıyla yasaklanabiliyor. Dört, ayrı bir infaz rejimi ve tecrit uygulanıyor. Hapishanede tutuklu ve hükümlü haklarınız ihlal ediliyor. Korkunç disiplin cezaları verilerek, koşullu salıverme hakkı ortadan kalkabiliyor.

 

AK Parti TMK’yı niye değiştirmiyor?

Hükümet Kürt sorununun çözümünde de başka bir eksene kaydı. Meseleye sadece güvenlik boyutundan bakar hale geldi. Başbakan’ın askerî bürokrasinin ve askerî vesayetin zihniyetini tercih etmesi çok ilginç. Güvenlik konsepti askerî operasyonların yanı sıra polis, kolluk ve yargı operasyonlarını da kapsar. Sıkıyönetim dönemlerinde de konsept hep böyleydi. Türkiye’de şimdi yaşanan bu. Biliyorsunuz... TMK, CMK ve TCK’daki antidemokratik değişikliklerin tümü Cemil Çiçek’in adalet bakanlığı döneminde yapıldı. Şimdi de Meclis Başkanı oldu ve yeni anayasayı yapacak olan uzlaşma komisyonunun başına geçti!

 

Türkiye, AİHM’de en çok mahkûmiyet alan ülkelerden biri. Evrensel ölçülere sahip bir hukuk sistemi kurabilmek için ne tür reformlar yapmak gerekiyor?

Terörle Mücadele Kanunu’nu kaldıracaksınız. Ceza ve Ceza Muhakemeleri kanunlarında ne kadar antidemokratik hüküm varsa atacaksınız. Ama AK Parti bunu yapmıyor. Çünkü sorunları siyasi yoldan çözemiyor. Çözemeyince de Terörle Mücadele Kanunu’na (TMK) ihtiyaç duyuyor. Siyaseten çözemediği sorunu güvenlik sorunu olarak görüyor ve TMK’ya havale ediyor. Sorunu, insanları içeri atarak, hırpalayarak çözmeye çalışıyor. AK Parti, demokratikleşme iddiasından vazgeçmiş gözüküyor. Statükoyla belli bir biçimde uzlaşıyor. AK Parti’nin kendisi statükocu bir güç haline geliyor. Konjonktür Türkiye’nin gerçek bir demokrasiye geçmesi için müsaitti ama görülüyor ki, AK Parti bu fırsatı heba edecek. (taraf)