Yalova'da 'kılık kıyafeti ve sakalı' nedeniyle Vali tarafından öğrencilerinin önünde azarlandıktan kısa bir süre sonra kalp krizi geçiren ve hayatını kaybeden öğretmen Halil Serkan Öz'ü, gazeteci arkadaşı Özkan Güven Radikal'e anlattı.

"Beykoz'da bir ev veya Halil Serkan Öz" başlığıyla yayınlanan yazı şöyle:

İnsanın çok zor zamanlarında sığındığı insanlar olur. Onlar seni hiç yargılamaz, olduğun gibi kabul eder; sabahlara kadar dinler, düşeyazarken elinden tutar. Fotoğrafın sağındaki Ömer Ülkü, benim için böyle bir insandır; kadim dosttur, hayatın karmaşasında bir kenarda sessizce durur. Eskiden, bir zamanlar herkes gibi düşmüştüm. Beni yerden kaldırmıştı. Beykoz'da Küçüksu'daki evinde bana bir oda vermişti.

Ömer’in geleni gideni çoktu, ocaktaki çaydanlık insanlara yetişmekte zorlanırdı. Bir oda dolusu kayıp insan olurdu her gün o evde. Sistemle, kadınlarla, erkeklerle, dünyayla derdi olan bu insanlar sabahlara kadar konuşurdu. Okudukları yazarları, kitapları, filmleri tartışırdı sabahlara kadar; sabahlara kadar susarlardı bazen.

Serkan da onlardan biriydi. Kral adamdı. Hani Yalova Valisi’nin çocukların önünde azarladığı, azarlandığı için bir hafta yemeden içmeden kesilen, dünyaya küsen; ona destek olan insanları gördüğünde yüzünde acı bir tebessüm beliren ve kalbine yenik düşen Halil Serkan Öz’ü Küçüksu’daki o evde tanıdım...

Ömer'in çocukluk arkadaşıydı. Başka bir adamdı. Dünyayla o kadar garip bir ilişkisi olan, bu denli sorgulayan, okuyan, araştıran, bir detayın peşinde günlerce koşturan bir insan daha tanımadım. Uçurtma gibiydi Serkan. Kendi hikayesini değil, başkalarınınkini anlatmayı severdi. Onun geçmişini Ömer’den öğrenmiştim. Tunceli’de askerdeyken zor zamanlar yaşadığını, helikopterlerle indirildikleri dağlık bir bölgede günlerce çatışmaların içinde kaldığını, döndükten sonra ‘Ben galiba Vietnam Sendromu’na yakalandım’ dediğini ve bununla güç bela baş ettiğini biliyordum. Hayat fena davranmıştı ona da. Sığındığı kitaplar vardı, şarkılar vardı bir de matematik. Lüferin ve salatanın kralını yapardı. Marcel Proust için ‘Yazılması gereken her şeyi yazmış adam’ derdi. Tatildeyken onun mezarını ziyaret etmiş bir adamdı Serkan.

Ömer onu anlatırken, “Kaç kişi kemana merak salıp da tek başına keman çalmayı öğrenir? Kaç kişi keman çalmayı öğrenirken kendi kendine keman imal eder Özkan?” demişti. Serkan keman yapıp çingene çocuklarla takılırdı. Parası olmayanlara yaptığı kemanları hediye ederdi. Elinden çıkan kemanın kötü olduğuna karar vermişse onu duvara çalardı. Kimseye eyvallahı yoktu. Saçıyla, sakalıyla uğraştılar bir zaman, umursamadı. Kimseye eyvallahı olmadı. Çocuklara bir şey vermenin kutsallığından hep bahsederdi. Konuşurken yüzünden tebessüm hiç eksilmezdi. Kalbine “azar”la vurdular Serkan'ın. El üstünde tutulması gereken bir insan gitti buralardan. Onun kalbini kıranlar rahat uyuyabilir artık.