Mersin'in Akdeniz İlçesi'nde işçileri taşıyan servis aracına trenin çarpması sonucu 10 kişi hayatını kaybetti 4 kişi yaralandı. Ali Topuz Radikal'de yayımlanan '10 işçi öldü. Allah sermayeye zeval vermesin'! başlıklı yazısında Türkiye'de işçileri yazdı.

Topuz'un yazısı şöyle: 

Milli sermaye vardır, milli işçi yoktur. İşçi işte, ne çıkardığı maden kadar, ne ördüğü duvar kadar, ne döktüğü kalıp kadar, ne taşıdığı yük kadar değerli.
10 işçi öldü. Allah sermayeye zeval vermesin!

Kaza, kaza mıdır? Buna “Evet, kazadır” yanıtını versek bile, bir soru daha var: “Bazı kazalar niye hiç olmamış gibidir? Bazıları ulusu gözyaşı krizlerine sürüklerken?”
Mersin’de, Akdeniz ilçesinde işçi servisine tren çarptı. 10 can kaybı. Dört yaralı. DHA muhabiri, “Burası savaş alanı gibi” diyor.

İki iddia var:
Hemzemin geçidin bariyeri, tren geçecek olmasına rağmen açıkmış.
Yok, minibüsün şoförü raylara kontrolsüz girmiş.
Şoför ağır yaralı. Makinistler gözaltında.

“Ölenlerin kimlikleri” başlığı altında, isimler veriyor bize ajanslar. Bir de işte, işçi servisi ya zaten, işçi idiler. Bir cümlesi daha var ajansın: “Kaza nedeniyle Mersin-Tarsus arası demiryolu ulaşıma kapandı.”
Açılmıştır sonra, merak etmek gerekmez.

İş kazaları, işçi kazaları fazla ilgi görmez. Fazla üstünde durulmaz. Ne gözyaşı ticaretine uygundur, ne vicdan tiyatrosunda pozlar kesmeye. İşçiler, arılar ve karıncalar olarak kraliçeler dünyasında ölüleriyle makbul değillerdir; onlar yaşayıp çalıştıkça makbuldürler. Gördükleri kıymet, aldıkları maaşlarda saklı ve tescillidir. Kraliçelere göre kazalarda sorun yoktur elbette. İstihdam diye bir sorun var ya, işte o kraliçe için çözümdür de zaten. Ölmüş mü, soran olursa Allah rahmet eylesin, mekanları cennet olsun deriz, yerine yenisi gelir. İş aksasa, o zaman başka. Ama aksamaz, münbit topraklardır buralar, ölenin yerine yenisi geldikçe, aynı düzenin devamı iyidir. İstikrar. Ekonomide. Sömürüde. Ahlaksızlıkta. Müstakar ahlaksızlık toplumu.

Zaten, patronlarının verdiği maaş, geri kalanların da vicdanlarını temizlemeye yeter miktardadır her zaman. O nedenle başı preste ezilmiş, maden ocağında toprağa karışmış, baraj sularında kaybolmuş gitmiş, AVM inşaatının önündeki çadırda kül olmuş, inşaatın temelinde betona karışmış, çoluk çocuğu, ana babası, bacısı kardaşı ve iki komşusu dışında birkaç günden fazla kimsenin ne gündeminde kalır, ne aklında. Davaları sahipsizdir. Ne baroların bir özeni vardır, ne çalışma bakanlığı ilgilenir, ne de sendikalar ortalığı yıkar. Devletin sol eli zaten bir kafasına yumruk atmayı bilir, bir de bordroları ne kadar düşük olursa ekonominin o kadar iyi olacağı yalanını atıp duran sağ elin söylemine karşı bilgiç bilgiç kafa sallamayı. Toplumun sol eli de devletinin sağ elini ve ağzını izler.

“Kaza” ya, şoförse kusurlu zaten belasını bulmuş gibi, ağır yaralı. Makinistse, veririz işte cezasını, beğenmezseniz, “bu az ceza yaaa”der, unutursunuz zaten.
Demiryollarında sinyalizasyonun kötü olduğu yerler neden hep yoksul muhitler, işçi yoğun muhitlerdir, sormak olmaz, iş çıkar boş yere.

Çalışma koşulları neden böyle vahim, neden inşaatlar, atölyeler, madenler, fabrikalar can korumaya değil, can almaya ayarlı, sormak olmaz, sermayenin rekabet gücüne halel getirmek vatanseverlik değildir.
Milli sermaye vardır, milli işçi yoktur. İşçi işte, ne çıkardığı maden kadar, ne ördüğü duvar kadar, ne döktüğü kalıp kadar, ne taşıdığı yük kadar değerli. Bakın servis bile vermiş patron, yemek bile veriyordur, Allah razı olsun.

İşyerinde olmamış ki kaza, değil mi efendim? Sorulmaz, döküntü minibüsler, hurdaya çıkmış otobüsler, kendini taşıyamayan kamyonlarla nasıl servis olur? Hal böyleyken olan nasıl kaza olur?
Bu sorulara cevap verilse de durum fazla değişmez, patron suçluysa verilsin cezası, değil mi? Biz alışverişimize, ticaretimize, gezmemize, eğlenmemize ha bir de politik iktidarı övme ya da yermemize bakarız, öyle kendi kaderiyle ilgili bir toplumuz. Övme ya da yerme şimdi kutsama ve lanetleme düzeyine gelmiş ama işte hepimiz işimizi yapıyoruz.

İktidara sövmeye, hırsızlığını, yolsuzluğunu, hatta cinayetini faş etmeye merakımız, iktidarı da muhalefeti de ülkeyi de ayakta tutan üretim süreçleri içindeki derin sömürüyü, iktidar düşmanlarının da pekala lehtarı olduğu barbarca işleyişi görmeye yetmez. İşçiler, “istihdama çözüm bulamayan iktidar”a karşı kullanılacak sayılardakinden fazla ilgi çekmez. Emek, parti programları ve seçim konuşmalarında çok güzel cümleler kurulmasına yol açar, biz de ihmal etmez kurarız. Benim işçi kardeşim, benim emekçi kardeşim, oy kulamparalığında cilveli nutukların muhatabı olur, hele bir iktidarı devirelim de…

Mersin katliamı, Gülen cemaati-hükümet kavgasında bir işe yarasaydı, sahip çıkanı, gözyaşı dökeni, müsebbiplerine lanet okuyanı çok olurdu değil mi? Mersin katliamı, sadece iktidarın sahiplerinin nobranlıklarına, ceberrutluklarına, kalpsizliklerine, yalanlarına ayna tutuyor olsaydı, sahip çıkanı çok olurdu iktidara karşı durduğunu zannedenler arasında. Ama değil. O iktidarın ayağına turab olanların da, karşısında cinnet getirip lanetler yağdıranın da ortak olduğu temel düzene ayna tutuyor, o yüzden eş düzeyde pas geçebilirler karşılıklı lanetleşirken.

Mersin katliamı, bir uzlaşma katliamıdır. Tüm iş cinayetleri, katliamları gibi. Mevcut üretim düzeninin ve paylaşım düzenin ana süreçleri üzerindeki ulusal uzlaşı. Milli mutabakat. O yüzden baş çevirip geçmek kolay.
Asıl lanet burada oysa. Üretenin teri, gözyaşı ve kanı, yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimizde lanet olarak duruyor. O yüzden ne kadar çabuk unutursak o kadar iyi. O yüzden az yazalım, az yayalım, az gösterelim. Sonra gelsin tapeler.

Ne şahane politikalar bunlar. Ne şahane mücadeleleriniz var sizin. Ne şahane toplumsun sen.
10 işçi mi ölmüş? Allah sermayeye zeval vermesin!
Lanet olsun. Yani afiyet olsun.