Gerekenler yapılacaktır!

Yazımı tamamlamak için bilgisayarın başına oturduğumda Başbakan’ın partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında yaptığı konuşma kulaklarımda çınlıyordu. “Ciğerlerinin yandığını” söylüyordu. Oysa yüzünde sadece öfke ve nefret vardı. Dikkatlice baktım yüzüne, yanan ciğerinin yüzüne yansıyan bir duygu kırıntısını yakalamak için. Ama nafile. Bize gönül veren, bize oy veren kitlemizi yine hedef olarak gösterdi. Bize oy verenlerin tarihe nasıl hesap vereceklerini de sormayı ihmal etmedi. Biz, kitlemizle birlikte tarihe hesap vermeye değil, hesap sormaya geldik! Asıl Başbakan ve partisi tarihe nasıl hesap verecek? Masada ne kadar seçenek varsa hepsi bir bir uygulanıyor. Şırnak, Urfa, Suruç, İstanbul’da parti binalarımız, sendika binaları, sivil toplum örgütleri basılıyor, yönetici ve aktivistleri derdest ediliyor. Silahlı çatışmalar kentlere inmiş durumda. Ülke hızla iç savaş girdabıyla çalkalanıp duruyor. Başbakan’ın bulduğu dahiyane çözüm, Kürtleri PKK’ye karşı ayaklanmaya davet etmek. Diyalektiğin temel ilkelerinden birini hatırlatmak gerekiyor. “Her şey kendi karşıtıyla bir bütün oluşturur.” Ve kendine benzeştirmenin baskısı ve dayatması faşizme çıkar.

Daha önce yazdığım iki yazıya devam niteliği taşıyan ve AKP’nin demokrasi anlayışını Kürt sorunu bağlamında sorgulamaya güncel bir giriş yapayım istedim. Kürt sorununda olup bitenler, tek yanlı ve manipülatif bir yöntemle sunuluyor. Aklanan hep iktidar, haklanan ise hep Kürt hareketi oluyor. Üzerinde çokça laf söylenen ve AKP açılımının kırılma anı olarak nitelendirilen Habur meselesi ne anlama geliyordu? Ve sonrasında neler oldu?

Habur meselesi

Aslında Habur meselesi hakkıyla anlaşılırsa birçok şey çok daha net bir ışık altında görünmeye başlar. “Şehzade” basının iddiasına göre, Habur’daki kitle hareketliliğine Türklerin gösterdiği tepki hükümeti ürkütmüş ve “frene basılmıştı”. Sonrasında DTP’ye yönelik “iyi yönetemediler” iddiasıyla yavuz hırsız tribi tekrarlanmıştı. Oysa Habur’da olan şuydu: Bizzat hükümet adına konuşan aracılar bir “geri dönüş jesti” talep etmişlerdi. Buna karşılık, herhangi hukuki bir düzenleme yapılmadan böyle bir dönüşün olmayacağı söylenince “gerekenler yapılacak” denildi. Sonrasında Kandil ve Maxmur’dan gruplar gelince yerel mahkemelerin fiili uygulaması “çözüm” olarak Kürtlerin önüne sürüldü. Bir taraftan fiiliyatla hukukun etrafından dolaşılıyor, bir yandan da Kürtlere “işte size pratik, herkes gelip silahları bıraksın” denilerek pişkinlik sergileniyordu. Bekledikleri gibi olmadığını görünce her alanda operasyonlar başladı.

Tarz’ı siyaset

Buradaki kilit unsur, “gerekenler yapılacak” kalıbı. AKP, yıllardır özellikle Başbakanın ağzından neredeyse her konuda bu kalıbı kullanıyor. Aslında belli bir oranda belirsizlik içeren bu kalıp çeşitli dönüşlere de zemin yaratıyor. AKP’yi anlamakta zorlananlar veya ciddi ciddi olumlu-demokratik siyaset umanlar hep bu kalıba takılıyorlar. Sık sık “ama şu iyi şeyi de yapmış Başbakan” diyerek umutlu bir bekleyişe takılıp kalıyorlar. Sorun şu ki AKP, “gereken yapılacak” kalıbının içerisini her döneme ve pozisyona göre doldurmayı bir tarz-ı siyaset olarak benimsemiş durumda. En yakın olandan başlayıp geriye doğru birkaç olayı hatırlatmanın kafi olacağını düşünüyorum.

Kürt sorununun demokratik zeminde çözümü konusunda kılını kıpırdatmayan Başbakan, Kürt hareketini ezmek için Obama’dan yalvar yakar predator istedi. İsrail’e meydan okuyor gibi yapıp füze kalkanı projesiyle İsrail’in güvenliğinde kilit rol üstlenildi. Sudan’daki katliamları “Müslüman soykırım yapmaz” diyerek inkar ederken, Diyarbakırlı çocuklara karşı askeri operasyonun gerekçeleri sıralandı. “Milli görüş gömleğini çıkardık” diyerek Erbakan tasfiye edildi, lakin bugün “İslam kardeşliği” sorunların çözüm adresi olarak sunuldu. Gulbettin Hikmetyar’ın dizi dibinde şen çocuklar gibi otururken taşınan mücahit duygular, yayınlanan fotoğrafla ifşa edilince ve bu fotoğraftan söz edilince neredeyse T.C. Başbakanı’na hakaretmiş gibi algılandı. Ama bütün bunları yapan parti AKP, başındaki kişi de R. T. Erdoğan’dı. “Dün dündür” felsefesini bu iktidar kadar derin kontrast içinde uygulayan başka bir siyasi hareket olmadı.

Demokrasi meselesi de sürekli bu “gerekenler yapılacak” çerçevesi içerisinde tutuldu. Yeri geldi AB’ye duyulan ekonomik-siyasi ihtiyaçtan hareketle paketler açıldı, yeri geldi tam bir korporatist yapı gibi hareket edilerek “birlik beraberlik” hamasetiyle herkes susturulmaya çalışıldı. Bugün birçok çevre HSYK, TÜBİTAK ve YÖK’teki uygulamalara bakıp şaşkınlıklarını dile getiriyorlar.

En çok şaşkınlık geçirenler, bazı usul ve tasarıların değişimiyle demokratikleşmenin gelişeceğine inananlar. Başımıza özgürlük ve demokrasi yağacak sandılar. Oysa olan biten ordu ve bürokrasinin vesayetinin yerine bir AKP vesayetinin inşasıydı. Bazı çevrelerin bu tespitten rahatsız olduğunun farkındayım. Uç örnekler kullanılarak ehveni şer mantığı oluşturuluyor; “Günde onlarca kişinin öldürüldüğü bir ortamdan bugün her şeyin özgürce tartışıldığı bir ortama geldik” deniyor. İşte büyük yanılgı burada başlıyor.

Bu bakış açısı dağa gidişlerin her gün artışını ve Kürt kitlesindeki ruhsal kopuşu anlayamıyor. Zira kullandıkları mantığın yanılmazlığına o kadar inanıyorlar ki… Oysa ne demokratikleşme öyle sanıldığı gibi gelişiyor ne de AKP’li günler 90’lı günlerden daha iyiler.

Ruhsal kopuş

Ekonomik, sosyal sorunların artışına değinme ihtiyacı bile duymuyorum. Kürtler, kültürlerinin her geçen gün daha çok yok oluşa sürüklendiğini, dillerinin de benzeri bir kaderle karşı karşıya olduklarını an be an yaşıyorlar. Sahip olduğu ekonomik kaynaklar ve arkasına aldığı devlet gücüyle AKP ve İslamcı cemaatlerin Kürt kitlesini çeşitli angajmanlar içine alarak bütün özgürlük umutlarını barajlamaya çalışıyorlar.

Son on yılda AKP’nin tüm uygulamalarına bakıldığında, onlar açısından demokrasinin sadece taktik bir enstrüman olduğunu ve “gerekenler yapılacak” kalıbına göre her an çıkartılan gömleğin yanında yerini alacağını söylemek abartı olmasa gerek.

Türkiye’nin çeşitli kurumlarına bakıldığında bunu görmek mümkün ancak Kürtler üzerindeki uygulama yine katmerli. 90’lı yıllarda da ceberut bir devlet vardı, her türlü vahşi ve insanlık dışı uygulamaya şahit olundu. Ancak o günlerin politika uygulayıcıları yaptıklarını meşrulaştırmak için demokrasi, insan hakları veya ekonomik kalkınma gibi söylemlere başvurmadılar. Oysa AKP, binlerce Kürt siyasetçiyi cezaevlerine doldururken, Kürtlerdeki vesayetten söz edebiliyor. Doğa yakılıp yıkılırken, tüm sokaklar postal ve gaz bulutu altında tutulurken demokrasiden dem vurabiliyor. Ölümler her gün artıyorken, cesetler dağ başlarında bırakılıyorken “beraber yürüdük biz bu yollarda” diye şarkı söylenebiliyor yalnız ve güzel ülkemde.

Kürtler şuna inanıyor: AKP, Kürt siyasal mücadelesini ve kültürünü yok etmek için, sadece şimdiye kadar yapılanları tekrarlamakla kalmıyor, aynı zamanda demokrasi söylemini de bu uygulamaların bir tamamlayıcısı olarak kullanıyor.

Kadın sorunu

AKP ve demokrasi ilişkisi doğru kavranmadıkça mevcut siyaset ortamını doğru anlamak mümkün değil. Bir ülkedeki demokrasi ölçütlerinden biri oradaki kadının durumudur. Kadın ve aileden sorumlu devlet bakanlığından “kadın” kelimesinin çıkarılması AKP’nin ideolojik tercihiyle ilgili ve gerici bir düzeye tekabül eden başka bir durumu ifade ediyor. Kadını aile içine hapsederek, en az üç çocuk doğuran, kocasının dizinin dibinde oturan, kendini çocuklarına adayan ev kadınlığı ideolojisinin inşasıdır söz konusu olan. Buna itiraz mı ediyorsunuz? Kadın katliamlarını nasıl açıklayacağız o zaman? Kadın katliamları hiçbir iktidar döneminde bu kadar artmadı. En son katledilen kadınların sayısı kaça çıktı, hatırlayan var mı? “Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” diyen kişi bu ülkenin gelmiş geçmiş en demokrat Başbakan’ı değil miydi? Sadece kadın sorunu üzerinden bir değerlendirme bile AKP demokrasisinin kadük halini anlatmaya yeter de artar bile.

Bir ve aynı olanlar

Habur’un hikayesi ile başlamıştık. Devam edeyim. Bunu anlatmaktaki amacım medyada söylenenlerin hep bir yalan üzerine kurulduğunu hatırlatmanın ötesinde, AKP’nin hukuki, siyasal hiçbir zemin hazırlamadan fiili uygulamalarla sadece kendi mutlak iktidarı önündeki engelleri tasfiye etmekle iştigal ettiğidir.

“Gerekenler yapılacak” kalıbını ilgili alanlar çabucak tanıdı. Machiavelli’nin her şeyi mübah gören anlayışının daha şık bir ifadesidir. Bugün gelinen aşamada ezilenlerin, emekçilerin AKP’den demokrasi bekleyişine girmeleri bir yana demokrasi ve insan hakları üzerine özünden boşaltıcı AKP söylemini deşifre etmek, sendika ve diğer toplumsal örgütlenmeleri saran cemaatleşmelere karşı mücadele etmek ve en önemlisi de lütuf kültürüne karşı, eşit ve özgür birlikteliği inşa eden bir siyasal mücadeleye yönelmek kaçınılmazdır. Ergenekoncu çevrenin “gericiler her yeri ele geçirdi” retoriğinin saçmalığı da burada. Bütün egemenlerde olduğu gibi hepsi demokrasiye ve ezilenlere düşmandırlar. “Gerekenleri yapmak” için birbiriyle yarışırlar. Öyle gizli bir ajandaları yoktur. Kan, zulüm, kırım, sömürü, inkar, asimilasyon… Bunlar geleneksel yöntemlerdir. Bütün bunları yaparken üslupları farklı olabiliyor.

En özet haliyle AKP’nin hikayesi, Kemalist elitle girdiği hanedan mücadelesinde yenilgi ve geçici geri çekilme yaşayanların hikayesidir. Demokrat Parti, AP-MSP ve AKP bu egemenler arası bandın bir yanıydı. ABD’nin yeşil kuşak projesi ve 12 Eylülcülerin solculara ve Kürt hareketine karşı dini cemaatleri teşvik etmesi egemenler arası dayanışmada bandın diğer yanını oluşturuyordu. Eee 12 Eylül 1980’de şükür namazı kılanlarla bugün iktidarda olan çevreler aynı çevreler. Ve bu çevreler bugün başımıza demokrasi havarisi kesildiler. Ama bugünkü iktidarlarını bu demokrasi havariliğine değil son otuz yılda özelikle Kürt hareketinin Kemalist elitte yarattığı yıpranma ve küreselleşme süreçlerinin etkisiyle oluşan fırsat alanlarını doldurarak yaptılar. AKP, bu dolgunun yeni İttihat ve Terakki’sidir. Hem ideolojisiyle, hem uygulamalarıyla hem de yöntemleriyle Erdoğan da yeni Enver Paşa’dır. Dokuz yıllık iktidarın da bakiyesi demokrasi ve özgürlükler değildir. Kürtler için hiç değildir.

Sonuç

Bu haliyle AKP, Kürtleri Kürtçe inkar edip, parayla pazarlayıp, açlıkla terbiye edip, ölüm listelerini bayram sonralarına ertelerken Çiller daha farklı bir üslup kullanıyordu. AKP’nin demokrasi ile balayı çoktan bitti. Gerekenler ise, eski gerekenlerdir...

AYSEL TUĞLUK: Van Bağımsız Milletvekili ve DTK Eş Başkanı